Mesih gibi indin yeryüzüne

Bu yazın ortasında senenin süprizi diyebileceğimiz bir haberle sevinç naraları atmıştık. Yeni bir Pink Floyd albümünün çıkış tarihiyle aynı anda varolabilen bir nesil olarak şanslıydık.

UĞUR KILIÇ
ukilic89@gmail.com

 Son albümünü 20 yıl önce çıkarmış bir efsane, üstelik dünyada en çok satan iki albümden birini ortaya çıkaran, ‘Dark Side Of The Moon’u yaratan ekipten söz ediyoruz! Tahayyül edemeyeceğimiz bir zaman dilimi bu. Hiç beklenmedik ve neredeyse zamansız.

Polly Samson’dan tweet

Pink Floyd’un yeni albüm çıkaracağı söylentisi iPhone 6’dan bile hızlı yayıldı. Gerçekten de Polly Samson’ın (Gilmour’un eşi) attığı bir tweet sosyal medyayı sallamıştı. Lâkin bu kısmen bir toplama albüm olacaktı. Yani ‘Division Bell’den kalan eski kayıtlar yeniden derlenecek ve bir bütünlük yakalama çabası içine girilecekti. Roger Water’sız bir Pink Floyd için bu kumar demekti. Yeniden risk alınacaktı fakat hayranları için bu hiç de sorun olacak gibi görünmüyordu.

Albüm yayınlandığında herkesi sükunete davet edip dinlemeye koyulduk.  Bu tamamıyla enstrümental bir albüm. Bildiğimiz Gilmour’dan öte pek bir şey yok. Parçaları birbiri ardına geçerken alıştığımız o Gilmour’un eşsiz naif gitar riffleri, Pink Floyd külliyatında küçük bir seyahete çıkmayı elzem hale getiriyor. İster istemez geçmişe dönüp, her bir parça için apayrı koordinatlarda buluyoruz kendimizi. Liriklerdeki gücü ise tamamen uzun sololar devralıyor ve beklentiyi karşılama konusunda gayet başarılı oluyor.

‘The Endless River’ın müzikal anlamda bir yenilik  sunmayan, kaldı ki öyle uçsuz bucaksız hazlar da vaat etmeyen, son derece nevi şahsına münhasır ve de geçmişe yönelik bir çeşit saygı duruşu niteliğinde olduğunu söyleyebiliriz. Şöyle bir göz gezdirdiğimiz zaman dış basının da hemen hemen benzer düşüncede olduğunu görüyoruz. The Guardian albüm için “yeni bir şey yok, sadece geçmişin yankısı” derken, Independent gazetesi çok daha acımasız bir tavırla “sıkıcı ve umutsuz bir hayal kırıklığı” yorumunu yapmıştı.

Gilmour’un, bol ihtiraslı bir 80’ler dönemi Amerikan sineması atmosferini birebir yansıttığını iddia ettiğimiz ve insanı keskin bir döngüye sokan o soloları olmasa belki aşırı monoton bir albüm olabilirdi. Ama hayır. Pink Floyd son günlerde çokça ihtiyaç duyduğumuz bir şey armağan etti bize. Vasatın biraz üstü olan her albüme yaptığımız ‘efsane’ yakıştırmaları arasından adeta bir mesih gibi yeryüzüne indi bu albüm. Aynı zamanda bu onların elveda deme şekliydi ve bizler buna tanık olduğumuz için şanslı insanlar olmalıydık.

 

Kategoriler

Kültür Sanat Müzik

Etiketler

Pink Floyd