KARİN KARAKAŞLI

Karin Karakaşlı

ÜVERCİNKA

Fırtına

Lodos tuhaf bir rüzgârdır ve İstanbul’a hastır. Lodos eserken, hava çok soğumaz ama o kadar deli bir rüzgâr çıkar ki, allak bullak olursunuz. Haftanın başı böyle bir lodos fırtınasıyla başladı. Sağanak yağmur rüzgârın şiddetiyle insanı adeta döverken, ağaçlar devrildi, bazı deniz ve hava seferleri iptal edildi. 

İptal edildi derken, motorlar ve deniz otobüsleri teslim bayrağını çekti. Yoksa emektar vapurlar  kahramanca dalgaların arasına atılmıştı yine. Bu kahramanlığın bedelini de karanın bir görünüp bir kaybolduğu o deli dolu saatlerde vapurda mide bulantısından ve baş ağrısından muzdarip yolcular ödedi.

Karaya çıkıldığında da durum değişmedi. Kabaran denizin deliye dönmüş dalgaları peşimizden yola fırladı ve gariban yolcuları sırılsıklam etme konusunda sağanak yağmurla yarıştı. Bir de baktım ki, ıslaklığın etkisiyle kısa devre yapan zihnime fırtınanın çağrışımı düşüvermiş de bir türkü mırıldanmaya başlamışım, poşetleri ve şemsiyeleri ile beni ezmekte olan insanlar arasında.

Bir fırtına tuttu bizi deryaya kardı/O bizim kavuşmalarımız a yârim, mahşere kaldı/O bizim görüşmelerimiz a yârim, ahrete kaldı/Yeni cezve yeni cezve kaynar kaynamaz oldu/O benim nazlı yârimin dilleri söyler söylemez oldu

Benim için bu bir aşk türküsüdür, çünkü fırtına aşka yakışır. Mülayim hava bir anda bozabilir, kavgaların fırtınası da çıkarılan derslere göre ya usulca diner ya da yıkar geçer. Meğer bu türkü Rumeli-Selanik yöresine aitmiş ve 1923’te Türkiye ile Yunanistan arasında varılan anlaşma gereği karşılıklı olarak mübadeleye tabii tutulan, sanki kutulanmış eşyaymış gibi karşılıklı yer değiştirtilen insanların hikâyesini anlatırmış.

Hiç şaşırmadım, kökünden koparılmak da esaslı bir aşkı sonlandırmak da benzer bir ölüm duygusuna yol açar. Üstelik ikisinin de yası tutulamaz doğru düzgün. Çünkü hayat devam etmektedir, sağ kalmışsan ayağa kalkıp güne dahil olman beklenir.

Bu türküde fırtına ile anılan mübadeleyi sadece göçle açıklamak mümkün değil. Daha ziyade lodosta ıslanan kabanımın saatler sonra da hâlâ nemli kalıp beni daha beter üşütmesine benziyor. Mübadiller, sadece memleket belledikleri topraklardan koparılmadı; zalimce sökülen köklerini gittikleri yerde bir daha toprağa ekemediler.  Hep iğreti kaldılar, denklerin kimisini hiç açmadan günü birlik yaşadılar ve son nefeslerine kadar artık bir rüyaya dönüşen memleketlerini sayıkladılar.  Hasretleri hiç dinmedi.

Fırtınasını içinde taşıyan insanlar da köksüzlüğü çok hisseder, hem de görünüşte memleketinde yaşarken. Günün gerçekleri ile bağlantın koptuğunda, dünyayı anlayamaz hale geldiğinde aidiyetin sıfırlanır. Buralar yakın geçmiş ve şimdiki zamanın siyasi gerçekleri konusunda alabildiğine kutuplaştırıcı bir iklimin etkisinde. Ve herkesin fırtınası kendine.

İnsan denen varlığın içinden geçtiği her hali şiirine akıtan, toprağı, göğü konuşturan Gülten Akın, fırtınanın iç dünyada denk düştüğü duyguyu yakalar Kış Yolculuğu şiirinde:

Karlı bir bahçede apansız karşıma çıkan,/Adını bilmediğim o fırtına mavisi çiçek,/Eğilsem baksam yeniden görünecek.

Bozkıra uzanmış sereserpe, /Gökyüzü maviliğinde /Dünya, onunla ben, ikimiz, /Çok genciz, daha çok genciz, /Okul kaçağı tadında /Gülümsememiz.

Dönüş mü, hayal mi, yaşlandık mı?/Aramızda o fırtına mavisi çiçek, /Onunla ben, dünya, ikimiz /Gider döneriz...

Zordur içinde bir fırtınayla yaşamak. Fırtına, aşkı, kalpli güllü klişelerden, “Artık senden elektrik alamıyorum canım” kalıplarından kurtarır. Geri kalan her şeyi de aşkla yaşamayı, aşkla yapmayı öğretir. Tıpkı lodos fırtınasının insanı ürkütürken canlandırışı gibi. Fırtınanın dilini çözen, o patlamaya teslim olur.

Sular durulduğunda artık aynı insan değildir.