OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Avrupa’nın krizi krizimizdir

Bir süredir Avrupa’da, Almanya ve İsveç başta olmak üzere, göçmenlere, özellikle de Müslümanlara yönelik protesto ve şiddet eylemlerinin yükseldiğine tanık oluyoruz. Avrupa’da bu tür eylemler belli aralıklarla olagelirdi, tabiri caizse bu tür eylemlerin rutinleşmiş ve görece düşük bir ‘dozu’ vardı; bu aynı zamanda onların marjinalliğini gösterirdi. Fakat son birkaç aydır, eylemlerin kitleselleşmesi ve sıklaşması yapısal bir krize işaret ediyor olabilir. Almanya’daki mülteci karşıtı, hatta ırkçı gösterilere katılımın, bu gösterilerin çıkış noktası olan Dresden şehrinde geçen Ekim’de birkaç yüz kişiyle sınırlıyken, iki-iki buçuk ay içinde 18 bine dayanması, meselenin ciddiyetinin bir göstergesi. Bu yükselişi, sadece IŞİD’in veya genel anlamda İslamcı terörün yaptıklarıyla açıklamak, daha karmaşık olan mekanizmanın sadece bir kısmını görmek olur. Dünyada İslam adına estirilen terör ve şiddet görüntülerinin Avrupalı orta sınıfların salonlarına kadar girmesi, tabii ki bu nefret dalgasının yükselmesine katkıda bulunuyordur. Öte yandan, tarihsel anlamda daha gerilere ve sosyolojik anlamda daha derinlere gideni Avrupa ülkelerinin her birinin kendi iç dinamiklerinin rolü de görmezden gelinemez. 

Böyle bir yazıda bunları hakkıyla değerlendirmek tabii ki mümkün değil. Zaten benim açımdan daha önemli olan, (Batı) Avrupa’nın bu krizi başarıyla atlatıp atlatamayacağı. İlk izlenimler, gerek siyasi otoriteden, gerek sivil toplumdan, mülteci/göçmen karşıtı hareketlere gerekli refleksin gösterildiği yönünde. Almanya Şansölyesi Angela Merkel, yeni yıl mesajında şöyle demiş: “Bu gösterilere gidenlere sesleniyorum. Bu gösterilere itibar etmeyin, çünkü bu çağrıyı yapanlar çoğu zaman kalplerinde önyargı, soğukluk ve hatta nefret taşıyorlar.” Merkel’in uygulayıcısı olduğu sağ politikalar mültecilerin ve göçmenlerin hayatını her zaman kolaylaştıran politikalar olmasa da, Merkel’in şansölye olarak böyle ifadelerde bulunması önemlidir. Ayrıca, Köln’de tercihini birlikte yaşamdan yana koyanlar, mülteci göçmen karşıtı grupların gösterisini engelledi; bu meyanda Köln Katedrali de ırkçı gösteri ve grupları protesto için ışıklarını söndürüp karanlığa büründü. İsveç’te de insanlar, camilere yapılan saldırılara karşı, cami kapılarını destek mesajlarıyla donattılar. Umulur ki, bu cenah ağır bassın.

Bir de, bizim memleketimizde, Avrupa’nın bu krizine bakıp sevinen dar görüşlü insanlar var. Avrupa devletleri bizim buradaki insan hakları ihlallerine dikkat çekince “Siz kendinize bakın” deme fırsatı yakalamış oluyorlar, akıllarınca. Bizim devlet de, dışarıdan bir baskı kalmayınca kendini rahatlamış hissediyor. Oysa şunun farkında değiller: Bütün sorunlarına rağmen, İkinci Dünya Savaşı sonrasında Batı ve Kuzey Avrupa’nın oluşturduğu devlet ve toplum modeli, farklı kültür, inanç ve kimliklerin barış içinde beraber yaşayabilmesi için, insanlık olarak, neredeyse elimizdeki, tek demesek bile en önemli umut ve alternatiftir (ABD de bu bağlamda tartışılabilir tabii). Dolayısıyla, o modelin krize girmesinde veya çökmesinde sevinilecek bir durum yok, zira içinde bulunduğumuz mevcut somut küresel şartlarda, alternatifi, meşhur ‘medeniyetler çatışması’dır. Kafalarındaki ‘Osmanlı-Türk hoşgörülü toplum modeli’nin alternatif olacağını sananlar, ya o tarihi, ya da çağdaş dünyada birlikte yaşam ilkelerini bilmiyor demektir. Hadi bırakalım daha öncesini, bütün 20. yüzyılı farklı olana karşı sayısız katliamlarla, baskılarla, operasyonlarla dolu olan, 1912’de her beş kişiden birinin Hıristiyan veya Musevi iken günümüzde bu oranın neredeyse binde bire düştüğü, içinde bulunduğumuz durumdan da net gözüktüğü üzere, geçtim farklı kültürlerin yaşatılmasını, ortak bir siyasi ve toplumsal etik, asgari müşterekler, ilkeler geliştiremediği için birbirinin gözünü oyan, bunu yaparken de hiçbir kural tanımayan insanların oluşturduğu bir devlet ve toplum modelini Avrupa’nın alternatifi falan diye sunarsanız size gülerler.

Bütün bunları söylerken şunu da eklemek gerek: Göçmenlerin, kendi önyargılarını, ırkçılıklarını, ayrımcılıklarını Avrupa toplumuna taşımaları da yanlış. Yani, buradaki gibi orada da, “gâvur” diyerek bazı insanları küçümsüyor, onlarla temas etmekten kaçınıyor, onları aldatmayı mübah sayıyorsan, bu da yanlış canım kardeşim. Maalesef bunlar da bilmediğimiz, duymadığımız, görmediğimiz durumlar değil. 

not: Yazıyı bitirdikten sonra, Paris’te 12 kişinin öldüğü ve ilk izlenimlere göre İslamcı teröristler tarafından yapılan saldırı haberi geldi. Bu gibi olaylar, ırkçılık/İslamofobi karşıtı Avrupalıların eylemlerini bir çırpıda berhava edebilecek, meseleyi çok daha komplike hale getiren hadiselerdir. Buna rağmen, gerek Avrupalı hükümetlerin, gerek sivil toplumun, Avrupalı Müslüman toplulukları hedef haline getirmemesine dikkat etmeli. Bunun ne demek olduğunu biz Türkiyeli Ermeniler biliriz. Öte yandan, İslamofobi falan diyerek bu saldırı hiçbir şekilde mazur görülemez, yumuşatılamaz. Alçakçadır.