KARİN KARAKAŞLI

Karin Karakaşlı

ÜVERCİNKA

19+23+1915=2015

Sanki bir karar ânı var çocuklukta. Kimileri rakamların insanı oluyor, kimileri de harflerin. Ben en başından beri ikinci gruba ait oldum. Matematik için hep çok çalışmam gerekti, dillerse kendini cömertçe açtı. Arkadaşlar alıştırmaları çözmeme yardım etti, ben onların kompozisyonlarını yazdım. Yıllar böylece aktı.

Meğer her toplama işlemi ille de matematiğin sınırları içinde olmuyormuş. Bugünlerde bambaşka rakamları topluyorum ve ‘eşittir’ işaretinin karşı tarafında farklı bir gelecek ihtimali yer alıyor.

Son olarak Charlie Hebdo dergisinin çalışanlarına yönelik terör saldırısının ardından, bir kez daha, toplumlar için milat denen şeyin ne kadar belirleyici olduğunu düşündüm. Fransa, katliam benzeri o vahşi ve inanılmaz hesaplı saldırının, Müslüman ve göçmen karşıtlığı üzerine kurulu radikal sağ politikalara ve bunların destekçilerine meşru zemin sağlamasını önlemek, tam da arzu edilen kirli oyuna mahal vermemek konusunda büyük bir sınavı başarıyla verdi. Önümüzdeki günler de, özgürlük ve birbirine saygı konusunda tutarlı mücadele sergilemek açısından çok belirleyici olacak.

Türkiye açısından yakın tarihin önemli milatlarından biri de, yine çok sistemli bir kötülük ve büyük bir acı üzerinden belirlendi. Agos Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink, 19 Ocak 2007 günü gazete binasının önünde vurulduğunda, toplum, devlet denen aygıtın iktidarlarla değişmeyen, kendisine tehdit olarak tanımladığı her şeyi ve herkesi yok eden, yıkıcı gücünü bir kez daha gördü. Ancak devletin karanlık yüzünün hiç beklemediği bir şey daha oldu. Beş gün sonrasında, 23 Ocak’ta, Hrant Dink kilometrelerce uzayan, yüzbinlerin katıldığı bir cenaze töreniyle defnedildi ve bu tören ortak verilmiş bir sözün ta kendisine dönüştü. Maalesef hep faili meçhuller, suikastlar, provokasyon ve katliamlarla belirlenmiş bir tarihle kuşatılmış olan toplum, bu cinayeti, devlet eliyle yürütülen bütün operasyonların ortak simgesine dönüştürdü. 19 Ocak’larda, Hrant Dink’in şahsında, yakın tarihin bütün acılarının birlikte anılabilmesi ve daha da önemlisi, bunları yaşatanlara karşı hep birlikte mücadele edilebilmesi, bu simgesel güçten kaynaklanıyor.

Şanı kendinden önce yürüyen 2015 yılı, birkaç şeyin toplamı benim gözümde. Türkiye bir yandan Hrant Dink cinayeti davasında asıl sorumluların ortaya çıkarılması sınavıyla karşı karşıya. Jandarmasından istihbaratına, emniyetinden yargısına, bürokrasiden basınına, her kesimin içinde yer aldığı cinayet, devlet içerisindeki bu paramiliter ve çok aktörlü yapının eseri. İktidardaki AK Parti ile Gülen hareketi arasındaki güncel savaşın da parçası kılınmaya çalışılan dava, karşılıklı suçlamalar eşliğinde, aslında her iki siyasi ve toplumsal gücün cinayetteki ortak sorumluluğunu ifade ediyor. Dolayısıyla, suç ortağı kamu görevlilerinin en üst düzeye kadar ortaya çıkarılması konusunda sergilenecek irade, davayı bu yılın en önemli gündem maddelerinden biri kılmaya devam edecek.

Tarih, bugünden ayrı düşünülebilecek, tamamlanmış bir zaman dilimi değil. Aksine, tarihe ilişkin olarak takınılan tutum, günümüzü doğrudan şekillendiriyor. Tam da bu sebeple, 2015 dendiğinde aslında içte içe 1915 de kastedilmiş olacak. Türkiye siyasetinin halen en çıkışsız noktalarından biri olan Ermeni Soykırımı, yüzüncü yılında, dünya genelindeki faaliyetlerden öte, burada sergilenecek tavırla gündeme gelecek. İktidarın siyaseten atacağı adımlar, benimseyeceği söylemler bir yandan, toplumun bu bir asırlık yıkıma karşı geliştirdiği bilinç ve duyarlılık diğer yandan, 2015 ve sonraki yılların temel belirleyicilerinden biri olacak. Devlet politikaları doğrultusunda hep sorun olarak kodlanagelmiş Ermeni ve Kürt meselesi, birbirinden ayrı düşünülebilecek gerçeklikler değil. Barışa dayalı adil ve inandırıcı bir çözüm, onyıllarca inkâr edilen o ilk kırımın, sonrasındaki pek çok katliama cesaret verdiğini algılamaktan ve her iki meselenin ülkenin geleceğini çizeceğini anlayıp gereğini yapmaktan geçiyor.

Bahsi geçen tarihlerin hepsi, bu açıdan, ilgili taraflardan sahiplenilme cesareti talep ediyor. Küçük, günlük siyasetlerle sıra savmak her zaman mümkün ama çözümsüzlüğe mahkûm edilmiş meseleler açısından istiap haddi diye bir şey var. Hrant Dink davasının alacağı şekil, nasıl bir Türkiye’de yaşanacağının da göstergesi olacak. Yine bu cinayet davası ile 1915 yüzleşmesi ve Kürt Sorunu’nun çözümü arasında da doğrudan bağ var. Çember zamanda kartlar yeniden karılırken, geçmişten farklı ihtimallere yönelme şansımız mevcut. Acıların ve direnişlerin toplamından oluşan bu tarih, dilerim özgürlük mücadelesini birlikte ve hepimiz için vermenin yaşamsal gereğini anlamamıza vesile olur. Belli mi olur, yaşarken tarih yazarız belki de, ve o yazdığımız tarih, temiz bir gelecek sağlar çocuklarımıza. Yaşamanın anlamı, bu inanç ve umuttan başka ne ki...