LEVON BAĞIŞ

Levon Bağış

OBUR

Vorsbak

James Bond, Casino Royal’de, barmene martini tarifini verir: “Üç ölçü Gordon’s cin, bir ölçü (Absolute) votka, yarım ölçü Kina Lillet (bir Fransız aperitif şarabı). Buz gibi olana dek çalkala ve ince bir limon dilimi ekle.” 

Herhalde en ünlü kokteyllerden biridir bu. James Bond’un ağzının tadının iyi olduğunu biliyoruz. Bu efsanevi ajana en çok, Martini, Bourbon, bol bol viski içtiği sahnelerde özenirim.

Zaten, ağzının tadını bilen herkes kokteylleri sever. Bir zamanların en gözde içki trendi, uzun bir suskunluktan sonra, tüm dünyada popülaritesini yeniden artırmaya başladı.

Baharatlar, meyveler ve yüksek alkollerle elde edilen; ataları kovboy filmlerinde, her derde deva diye satılan ufak ilaç şişelerindeki müthiş lezzete sahip ‘bitter’ler olan kokteyllerin popülaritesini daha da şişiriyor.

‘Kokteyl’ kelimesinin ilk olarak 13 Mayıs 1806’da, New York’ta basılan ‘The Balance and Columbian Repository’ yayınında kullanılmış: “Kokteyl, birkaç değişik türdeki alkollü içkinin, şeker, su ya da meyve suyuyla karıştırılmasından oluşan, içimi güzel ve lezzetli bir aperitiftir. İnsanı etkileyen bir görünümü olduğunu da belirtmeliyiz.” Terimin nereden geldiğine ilişkin birçok değişik söylenti var. Amerikalı yazar Joseph Nathan, ‘Famous First Facts’ adlı kitabında, ‘kokteyl’ denebilecek ilk içkinin, New York’ta barmaid olarak çalışan Betsy Flanagan tarafından hazırlandığını yazar. Aynı kitaba göre, Bayan Flanagan’ın çalıştığı bar, çeşitli horoz kuyruklarıyla süslüydü. Bir gün, sarhoş bir müşteri, espri olsun diye, Bayan Flanagan’a “Şu horoz kuyruklarından (İngilizcesi ‘cocktail’) bir duble verir misin?” der. O da, çeşitli içkileri karıştırıp bir bardağa koyar ve bardağın üzerine bir tüy yerleştirerek, şakacı müşterisinin arzusunu yerine getirir. Kelimenin kökenine dair en inandırıcı söylenti bu.

Pek çok kokteylin kendine has hikâyeleri var. Maria Costantino, ‘Kokteyl El Kitabı’nda hem iyi tarifler verir, hem de bu hikâyeleri anlatır. Örneğin Bloody Mary’nin, 1921 yılında, Paris’teki Harry’s New York Bar’da bulunduğunu, barmen Fernand Petiot’un bunu ünlü aktris Mary Pickford’un onuruna hazırladığını; flüt şampanya bardağında servis edilen Bellini’yi ise, ilk kez, 1943 yılında, Venedik’te, ünlü Rönesans ressamı Giovanni Bellini için düzenlenen sergi münasebetiyle, kentin efsanevi barı Harry’s’in barmeni Guiseppe Cipriani’nin hazırladığını öğreniyoruz bu kitaptan.

Son günlerde en çok keyif aldığım kokteyl hikâyesini ise, Yetvart Tovmasyan’dan, bana içinde kaybolduğu arşivinden çıkarıp verdiği, Bezciyan Derneği’nin hazırladığı ‘Hrant Lusigyan, Müzikli Desenler’ broşüründen öğrendim.

Ünlü caz klarnetçisi Hrant Lusigyan’nun lakabı haline gelen ‘Vorsbak’, aslında hazırladığı bir kokteylin adıymış. “Vorsbak nedir?” sorusuna şöyle cevap veriyor: “Vorsbak içkidir. Benim ıspesyal içkimdir. Bunun esas ismi ‘mide-i hümayun’. Deniz Park’ta çalışırken kendime aperitif yapardım bununla. İşte nar şurubu, votka, portakal suyu filan. Bir gün gene hazırlarken, barın ucunda gözlüklü bir adamın bana baktığını gördüm. Böyle fiyakalı bir adam. Viskisini içiyor ve beni gözlüyor. Sonunda dayanamadı, yanıma geldi. Amerikalıymış. Merak etmiş, tadına bakmak istiyor. Verdim. ‘Mmm, very nice. Bir tane de bana yapabilirsin...’ Eh, yaptım ‘Bunun ismi nedir’ diye sordu. E, ben şimdi Amerikalıya ‘mide-i hümayun’u nasıl telaffuz edeyim? ‘Bunun ismi vorsbaktır’ dedim, ‘Ermenice şerefinize demektir aynı zamanda’. Aslında ‘popomu öp’ demek.”

Şimdi diğer ünlü kokteyllerin arasında olmasa da, denemeye değer. Peki, nerede deneyeceğiz derseniz, naçizane tavsiyem, İstiklal Caddesi Gönül Sokak’ta bulunan ismi olmadığı için herkesin ‘Alex’in barı’ dediği mekândır. Alex, kokteyllerde kullandığı pek çok malzemeyi (alkollü içecekler hariç) kendisi üretiyor ve ortaya müthiş lezzetler çıkarıyor.

Belki ‘vorsbak’ yapmaya ikna edersiniz kendisini...