OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Paket ve türbe

Geçen haftasonu TBMM ilginç görüntülere sahne oldu. Demokrasiye ve özgürlüklere ciddi darbe vuracak bir torba yasaya karşı muhalefet partileri ortak bir direnç gösterdiler. Senelerce, bu meclisten, tekme tokat da dahil her türlü yöntemle uzak tutulmaya çalışılan Kürt hareketinin temsilcilerinin, kürsünün önüne oturup o hareketin bilinen sloganlarını atması son derece ironikti. 

Meclis’teki bu direnişe rağmen, iç güvenlik paketi denen yasanın maddeleri, uzun sürse de, zahmetli olsa da birer birer geçiyor. İktidar çevreleri, muhalefeti Meclis’i kilitlemekle, tiyatroya çevirmekle suçluyor. Peki ama, muhalefet bu yasaya neden birleşik bir cephe olarak karşı çıkıyor? Neden şimdiye kadar birçok yasa tasarısında AKP’nin hazır destekçisi olmuş MHP bile bu yasaya karşı? Yıllardır AKP hükümetleri bu meclise onlarca yasa tasarısı getirdiler ve çoğunluklarına dayanarak rahatça geçirdiler. Neden muhalefet o yasalar karşısında bugünkü tutumunu takınmadı, bu kadar ‘ateşli’ direnmedi? Hükümetin bu soruları kendine sorması ve dürüstçe cevaplaması gerekiyor. Demek ki bu tasarıyla gelen değişiklikler herkesi tedirgin ediyor. Buna karşılık, iktidarın resmî ve gayriresmî sözcüleri yine muhalefeti suçlayarak, eğer muhalefet diyalog yolunu seçseydi tasarıda değişiklikler yapılabileceğini söylüyorlar. Olan bitene baktığımızda, bu sözün bir retorik olmaktan öteye gidemediğini görüyoruz maalesef. Nitekim, komisyon aşamasında ne oldu, muhalefetin hangi ciddi itirazı kabul gördü? Hükümet diyalog önerisinde samimiyse, komisyon bunun yeri değil mi zaten? Halbuki, tam tersine, hem Cumhurbaşkanı, hem de Başbakan, bilindik Erdoğanesk tavırla “Ya geçecek, ya geçecek” dediler. Bu tür tavırların ve dayatmaların ne kadar vahim sonuçlar verebileceğini Gezi tecrübesinden de öğrenememişler. Bırakın Meclis’teki muhalefet partilerini, bu paketin sakıncalarını anlatan ondan fazla kişiyi televizyon kanallarından ben kendim dinledim. Ben dinledim de, hükümet dinlemedi mi? Yoksa umursamadı mı? Hal böyleyken, muhalefeti bu paket üzerine diyalogdan kaçmakla suçlamak insafa sığmaz.

Birçok kişinin söylediği üzere, ‘dikine gitmek’ daha ziyade Erdoğan ve onun taklit eden Davutoğlu’nun tarzı. Toplumun geniş bir kesimi Erdoğan idaresindeki AKP’nin otoriter, giderek de otoriterleşecek bir rejim kurduğunu düşünüyor. Diyelim ki bu bir algı, yani gerçek böyle değil. Peki, öyleyse bile, Erdoğan’ın ve hükümetin bu algıyı kıracak, en azından yumuşatacak adımlar atması gerekmez mi? Yine tam tersine, devamlı surette bu algıyı güçlendirecek bir tutum takınıyorlar. Herhangi bir konuda, “Hata yapmışız, düşünememişiz” demek bir zayıflık belirtisi olarak görülüyor ve ‘erkekliğe’ yedirilemiyor diyelim. Yanlışını kabul etmek bir erdemse de, yumuşama sağlamak için bu da şart değil. Pekâlâ, ‘yiğitliğe halel getirmeden’, başka konularda atılacak adımlar yumuşama getirilebilir. Öte yandan, kimilerinin dediği gibi, Erdoğan ve şürekâsı bu gerginlik siyasetini bir strateji olarak kasten takip ediyor ve tansiyonu kasten yükseltiyorsa vebali boyunlarına diyeceğim ama ceremesini hepimiz çekeceğiz sonunda. Erdoğan’ın kendini tehdit altında hissettiği için antidemokratik yollara saptığı argümanı ise, bir teşhis olarak doğruluğu-yanlışlığı bir yana, yapılanları kabul edilebilir ve meşru kılan bir argüman olamaz. Demokrasilerin kaderi ve barometresi yöneticilerin psikolojik moduna bağlanamaz. Ülkeyi yönetenler, “Şu sıralar biraz sinirli, üzerine varmayalım, suyuna gidelim” diyeceğimiz, evimizin babaları değiller. Demokrasinin ölçütleri de, gerekleri de bellidir, ha bire olağanüstü dönemler tanımlayıp bunlardan vazgeçmek, onun bir türlü gelişememesinden başka sonuç doğurmaz.

Gündemden düşmeden, türbe operasyonuyla ilgili de bir-iki söz söylemekte fayda var. Bu olay bize milliyetçiliğin ne kadar eril, ergen, hatta çocukça, gülünç ve hamasi bir ideoloji olduğunu bir kez daha gösterdi. Hükümet esas itibariyle doğru, ve kaza sonucu hayatını kaybettiği söylenen bir kişi olmasına rağmen, sonuca baktığınızda başarılı bir iş yaptı. O türbede devamlı olarak hayati tehlike altında yaşayan insanların güvence altına alınması gerekiyordu. Gelgelelim, hükümet bunu böyle savunacağına, en bayatından ecdat, bayrak, toprak hamasetini tercih etti. Böyle yapınca da gülünç duruma düşmekten kurtulamadı. Bayrak inmeden bayrak dikilmiş. Nasıl oluyor? Türbenin yeni yerine bir bayrak dikiliyor, sonra eski türbeye telefon ediliyor, “Tamam tertip, bayrağı indirebilirsiniz” deniyor, onlar da bayrağı indiriyor. Gerçek hiçbir derde deva olmayan çocukça bir müsamere, değil mi? Olsun, yeter ki sembolizmimiz sağolsun! Bir de “Hiç kimseden izin ve yardım almadan bir başımıza yaptık” argümanı var ki, işin erilliği, ergenliği de burada yatıyor. “Biz bir şey istersek bir ‘erkek’ gibi kimseye sormadan gideriz ve alırız”; söylenen budur. Öte yandan, hükümeti “Toprağı terk ettiniz, bayrağı indirdiniz” diyerek eleştirmek de eşit derecede hamasidir, süflidir, zuldür.