Bürokrasi ona ‘Suzan’ diyor

Rita Ender, isimleri, isimlerle birlikte taşınan kimlikleri ve isimler üzerinden insanların sorgulandığı hikayeleri aktarıyor. ‘İsimler Hikayeler’ köşesinin ilk konuğu Gila Benmayor.

“Adınızın Pierre, ya da Mahmut ya da Baruh olduğunu itiraf etmekten korktuğunuz ve bunun dört ya da kırk kuşaktan beri sürdüğü bir ülkede yaşıyorsanız; zaten yüzünüzde aidiyetinizin rengini taşıdığınız için, bazı yerlerde ‘görünür azınlıklar’ denen azınlıklardan olduğunuz için böyle bir ‘itiraf’ta bulunmanıza gerek bile kalmayan bir ülkede yaşıyorsanız; o zaman ‘çoğunluk’ ve ‘azınlık’ sözcüklerinin her zaman ‘demokrasi’ sözcüğü içinde yer almadığını anlamanız için uzun açıklamalara ihtiyacınız yoktur.”  

Bu topraklarda bunu anlamak ve anlatmak için uzun açıklamalar yapmaya hiç gerek duyulmuyor olsa da, isimlerimiz hakkında yerli yersiz sorgulanıyoruz. Genelde bu sorgulama, isimlerin anlamına duyulan merakla başlıyor. Anlamına dair birkaç Türkçe lafın hemen sonrasında, “neden böyle bir ismi taşıdığımızı” içtenlikle itiraf etmemiz bekleniyor. “Babacığım bunu seçmiş”, “Annem bir gün kızı olursa bu adı vereceğine ta çocukluğunda karar vermiş”, “Dedemin adı bu” gibi açıklamalar çoğu zaman tatmin edici olmuyor, olamıyor. Karşınızdaki ikna olmuyor. Mecburen ve ardı ardaya sorulan sorulara cevaben; sıra, o büyük “itiraf”a geliyor: Kimliğimizi itiraf ediyoruz.

Bu gerçekten bir itiraf, çünkü isimlerimizde taşıdığımız kimliğimiz, hepimizin özeline dair. Din, millet, kültür algımıza, ailemize ve geçmişimize bağlı. İşte bu yüzden, devlet dairelerinde veya Starbucks’larda geçen fıkra konusu kimi olaylar kadar komik değil her zaman. Hatalı yazım yapmış olması sebebiyle kimi nüfus memurlarını sık sık anmak kadar kolay da değil. Askerlik hatırları gibi kalıcı, kutlanan isim günleri gibi devamlı. Tanrı’yla yapılan sözleşme sırasında zikredilmesi sebebiyle, kimilerince kutsal, kimilerince ‘insan ismiyle yaşar’ inancıyla, hayatî.

Bu yüzden uluorta, yerli yersiz ‘ismimiz’den konuşmama hakkımızı saklı tutarak, ortak dilimizde, isim hikâyelerimiz üzerine söyleşmek istedik. Ve ilk söyleşiyi, hep sorulanları da dahil etmeye çalışarak, gazeteci Gila Benmayor’la yaptık.

İsminizin anlamından başlayalım söze. ‘Gila’ ne demek?

‘Neşe’ demek, İbranicede. Fakat benim bir göbek adım var; ‘Suzan’.

Nüfus kayıtlarında o da var mı?

Evet, ikisi birden yazıyor nüfus kâğıdımda. Ben Suzan’ı kullanmıyorum ama bürokrasi bana Suzan diyor. Onlar çok memnunlar, öbürünü görmüyorlar. Suzan bildik bir isim, Gila’nın ne olduğunu anlamıyorlar. Bazen Suzan Cila diyorlar, bazen Gila’yı soyadım gibi kullanıyorlar. Ama mesela bankaya gittiğimde, vergi dairesine gittiğimde Suzan’ı kullanıyorum. O beni kurtardı.

Neden kurtardı?

Sorulardan. İsmimin anlaşılmazlığından ve beni sinir eden o sorudan: “Yabancı mısınız?” İşte bu soru beni çıldırtıyor. Bazen hiç beklemediğiniz insanlardan bile bir anda geliyor; “Sen yabancı mısın?” İnsanların çoğu bu ülkede bir dönem çok sayıda azınlık olduğunun farkında bile değiller. “Yahu” diyorum, “sen Türkiye’desin, tamam, Türkiye’nin %99’u Müslüman, ama %1’i de değil.” Üstelik insanların başka isimleri de olabilir, bu da başka bir konu.

Gila isminin size veriliş hikâyesi var mı?

Babaannemin ismi Suzan, Gila ismi sanırım ben doğduğumda modadaydı. Annem ve babam evlendiklerinde İsrail’e gitmişler, herhalde biraz da oranın etkisi altında kalmışlar. Moda bir isim, yeni bir isim... Mesela benim kızım Ada doğduğunda, hiç Ada ismi yoktu. Ada, Kınalı’da doğdu, onun için babası bunu buldu.

O sırada çocuğunuza Türkçe isim veriyor olduğunuzu düşündünüz mü?

Hayır, Ada’yı Türkçe olarak hiç düşünmedim. Ada, çok enternasyonal bir ad. Bizim bir İtalyan arkadaşımız vardı, onun annesinin adı da Ada. Ada’nın babasının adı Ara idi, “Kızımızın adı da Ada olsun” dedik. Ara, Ermeni’ydi, soyadı da Parisyan’dı. Ben gazeteciliğe başladığımda adım Gila Parisyan’dı, ve bu insanlara çok egzotik geliyordu. Ama ‘Yahudi Gila’ olduğun anlaşılınca, bu sefer Parisli değilsin, MOSSAD’sın, ajansın! Meslekte ilerledikçe, Anadolu’ya gittiğimde, insanlarla mülakat yapmaya başladığımda ismimin ağırlığını hissetmeye başladım. İsmin ağırlığını duyuyorsun, çünkü bir farklılığı insanlar senin önüne koyuveriyorlar. “Sen benden farklısın” ı ya bakışlarından, ya sorularından anlıyorsun.

İbranice bir isim taşımak insanı ne kadar Yahudiliğe bağlar? İsimlerimiz, kimliklerimizi ne kadar belirliyor?

Ben kendimi önce insan olarak, dünya vatandaşı olarak görüyorum. Kadınım. Bir sürü aidiyetim var. Yani Yahudiliğim birinci, ikinci, üçüncü sırada değil, çok sonra geliyor. Belki en sonda geliyor. Ama bu ismi taşıdığım için insanlar önce beni Yahudi olarak görüyorlar, diğer kimliklerimi görmüyorlar.

Nasıl bir tepki veriyorsunuz buna?

Bazen çok yakın arkadaşlarım bile Yahudilerle ilgili kötü şakalar yapıyorlar. Fakat sanırım hepimizin bir zırhı var, incinmemek için geliştirdiğimiz, ben de bu zırhla koruyorum kendimi. En yakın arkadaşıma çıkışacak değilim ama mesela “Siz yabancı mısınız?” diyenlere çıkışıyorum. Pardon yani! Öfkeleniyorum. Bir de, ‘hanım’ yerine ‘bayan’ denmesine deli oluyorum. Neden bayan diyorlar? Bay ve bayan; bayan, bayın eşi oluyor. Bayan, baysız, tek başına olamazmış gibi... Ve Türklere bayan demiyorlar! Azınlıkların kendi içinde bunu kullanması da çok tuhaf. Anlamsız geliyor bana, ve her seferinde tersliyorum; “Bayan Gila değil, Gila Hanım!” 

Kategoriler

Toplum


Yazar Hakkında