Gülizar’ın hepimize öğrettiği

YERAZ DER GARABEDYAN

Bu topraklarda veya ötelerde, kimliğini korumak adına mücadele veren tüm kadınlara, tüm halklara selam ederek başlamak istedim; çünkü ben en çok kızına Gülo adını koyan, Gülizar’ın hikâyesini anlatan klamı gözyaşları içinde okuyup ‘O zulüm görmüş, mücadele etmiş kadındır’ diyen Dengbej Gazin gibilere dair umut taşıyorum.

‘Gülizar’ın Kara Düğünü’, 19. yüzyıl sonralarında Muş’ta bir Kürt beyi tarafından kaçırılan, hem fiziksel hem de manevi şiddete maruz kalan Ermeni kızının hikâyesidir. Aynı dönemde İstanbul Ermeni intelijensiyası içinde kadın hareketi filizlenmekteyken ve yine zor koşullardaki Ermeni köylülerin aksine Tanzimat reformlarından faydalanan İstanbul Ermeni elitleri ihtiyatlı tavırlarla konumlarını gözetmekteyken, kilometrelerce ötede, inadından, inancından ve ona sahip çıkan ailesinden başka dayanağı olmayan basit bir köylü kızı sisteme kafa tutmuştur. Bu tanıklığın bir kahramanı da, emeğiyle analık ettiği kızının, günümüze de ilham olacak bir cesaretle peşini bırakmayan Gülizar’ın annesidir.

Onu emsalsiz kılan

Ne dönemin, ne de Ermenilerin bu bağlamda yaşanan yegane hikâyesi olmamakla beraber, Gülizar’ı emsalsiz kılan, haysiyet zedelenmesinin şekil değiştirerek başka bir davaya dönüşmesidir. Zira Ermenilerin adalet arayışı Gülizar davası üzerinden vücut bulmuş, Gülizar  vakası adeta bir milli onur meselesine evrilmiştir. Dava, Gülizar’ın ailesine iade edilmesini takiben Musa Bey, cezalandırılması için Sultan Abdülhamid’e çıkarılmış, Osmanlı’nın gelişmeleri dikkatle izleyen Batı karşısında verdiği bir sınava dönüşmüş ve tecelli etmeyen adalet Ermenilerde kırılma noktalarından biri olmuştur. Bir kesim öğrenilmiş çaresizlikle eylemsizliği seçerken bir kesim Ermeni ise direnişi seçmiştir.

Olayların geçtiği Daron’un, yalnızca Aziz Krikor’un havariliği ve çalışmalarının değil, onun ardından, Ermenilerin dili, yazısı ve inancı için bu bölgede verilen mücadelelerin de ortaya koyduğu gibi, eski zamanlardan beri Ermenistan’ın kutsal mekânlar coğrafyası içinde özel bir yeri vardır. Kitabın özellikle ilk bölümleri Daron bölgesinde Ermeni köy hayatına yani yokedilmiş o koca medeniyete dair maniler, bayram rituelleri gibi bir çok öğe barındırıyor.

Ancak tanıklığın belki de en önemli niteliği, Osmanlı ‘millet sistemi’ içinde Ermenilerin konumlarını ifşa ediyor olmasıdır. Romantik geleneksel anlatının aksine Osmanlı tebasında Hıristiyanlar ve Müslümanlar arasında adalet ve eşitliğin yer etmediğini ve 1915’e giden yolda taşların nasıl dizildiğini gerek tanıkta, gerek Gülizar’ın torunlarından tarihçi Anahide Ter Minassian’ın makalelerinde gözlemleyebilirsiniz. Kitap, Kürt ulusal hareketinin yanı sıra, Hamidiye alaylarından bölgeye yerleştirilen muhacirlerin beraberinde ortaya çıkan toprak sorununa dek birçok unsurun etkisiyle, Ermeniler için çemberin nasıl daraldığın gözler önüne seriliyor.

Torununun vasiyeti

Sonsöz’ü yazan Gülizar’ın torunu Kegham Kévonian, bana bir defasında bu metnin vasiyeti olduğunu söylemişti. Kegham haklıdır, tarih değiştirilemez. Ancak bu bir umutsuzluk mottosu değildir, aksine bizi ayakta kalmak, suça ve yalana karşı gerçekleri ifade etmek için cesaretlendirmedir; bu Gülizar’ın mirasıdır ve insanların bilincine ulaşmanın tek yoludur.

Ermenilerin diriltmek için çabalamayı görev saydığı o dünya, hakikat yolunu bulmadıkça gerçekleşmeyecektir der Kegham. Çünkü masumiyet esasen çok temel bir gerçek üzerinde yükselir: suçlu olmadığı gerçeği.  Kitabın son satırı bu sebeple Tanah’ta, Eski Ahit’te ve Kuran’da yer alan Habil ve Kabil kıssasına, Victor Hugo’nun La Conscience (Vicdan) şiiri üzerinden gönderme yapar; Kabil işlediği suçun ertesinde ona bakan “göz”den kaçmak için bir şehir inşa etmiş ve kapısına ‘Tanrı’nın girmesi yasaktır’ yazdırmışsa da göz onu tekrar bulmuştur. Kaçabileceği son yere, mezara girdiğinde gözü tekrar gören Kabil’le birlikte anlarız ki onu gözetleyen Tanrı değil, kendi bilinci veya daha genel bir deyişle vicdanıdır.

Eğer Gülizar’ın ve ailesinin hikâyesini biliyorsanız; Gülizar’ın kimliği için verdiği mücadeleyi, kızı Armenuhi’nin yıllarca toprak hasretiyle icra ettiği ve çocukluğumda içimi yakan memleket türkülerini, aile soyağacımızda isimlerinin yanında ‘ölümü 1915’ yazan veya soykırımda müslümanlaştırılarak hayatta kalabilmiş akrabalarını ya da Varlık Vergisi yüzünden Aşkale’ye sürülmüş sakat Aram’ı biliyorsanız sözgelimi, o göz artık sizi de takip ediyordur.

Ermeni Soykrımı’nın 100. yılına denk gelen bu kitap vesilesiyle hepsinin ruhu şad olsun…

Gülizar’ın Kara Düğünü
Arménouhie Kévonian
Çeviri: Aslı Türker-Ece Erbay
Aras Yayınları
191 sayfa.