OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Absürt bir çatışma sahnesi

Geçen hafta Ağrı Diyadin’de tuhaf bir olay yaşadık. Hatta, ölenlerin olduğu bir olay için bu tabiri kullanmak hoş kaçmayabilir ama, düpedüz absürt bir durumdu. Bir savaş filmi seyrederken, çatışma sahnesinde kadraja bir anda kot pantolonlu, ayağında spor ayakkabılarıyla bir grup adamın girip “Yardımcı olabileceğimiz bir şey var mı?” diye sorduğunu düşünün; ne hisseder, ne düşünürdünüz? Olayların olağan akışında bir terslik, gerçeklik algısında bir kırılma... “Bu film seyrettiğimizi sandığımız film değil galiba” düşüncesi... Peki, yaşadıklarımızdaki bu absürtlük bize ne anlatıyor, nasıl yorumlamamız gerekiyor bunları? Önce şunu söylemek gerekir ki, çatışma arasına girenler bunu kendi karar ve inisiyatifleriyle mi yapmışlardır bilmiyorum ama son derece isabetli bir sezgi ve sağduyu sergilemişlerdir. Kişinin kendi can güvenliğini tehlikeye atması pek sağduyulu bir hareket gibi durmayabilir ama bu hareket çözüm sürecini daha büyük risklerden korumuştur. Bu kişilerin bilerek veya bilmeyerek yarattıkları bu absürt durum, kamuoyunda olayın ‘gerçekliğine’ dair şüphe doğurdu. Yani, geçmişte sık sık rastlandığı üzere, bunun devletin açık veya kapalı unsurları tarafından planlanan bir durum olduğuna dair ciddi bir kanaat oluştu. Aynı zamanda, bu durum Kürt hareketindeki çözüm iradesinin ne kadar güçlü olduğunu da gösterir. İçinde bulunduğumuz konjonktürde savaşın kolektif psikolojik zemininin olmadığını daha evvel söylemiştim. Bu olay ve gerçekleşme biçimi bunun başka bir göstergesi olmuştur. Devletin de, PKK’nın da bunu görmesi ve bu ortamı koruyup kollaması gerekir. Yani, geçtim savaş psikolojisini diriltecek kasıtlı ve kötü niyetli eylemlere girişmeyi, kılı kırk yararak her adımı dikkatli atmak, hem devletin/hükümetin, hem de PKK’nın halklara karşı sorumluluğudur.

Hükümetin iddialarından biri, o gün orada PKK’nın silahlı propaganda yapacağı, halka oylarını HDP’ye vermeleri için baskı yapacağıdır. Zaten genel olarak HDP’nin silah zoruyla oy topladığını sık sık tekrarlıyorlar. PKK’nın çeşitli seviyelerdeki kadroları arasında işini “şansa bırakmak” istemeyen, dolayısıyla bazı oyları silah tehdidiyle garanti altına almak isteyen işgüzarlar veya başka hesabı olan, hatta kötü niyetli kişiler olabilir. Fakat HDP’nin oy tabanını silah zoruyla oluşturduğunu iddia etmek, ancak AKP’nin kömür-makarna dağıtarak oy topladığını iddia etmek kadar anlamlıdır. İkisi de sosyolojik ve siyasi gerçeklerden kaçıştır ya da, söyleyenin niyetine bağlı olarak, manipülasyondur. Milyonlarca insana silah tehdidiyle oy verdirmek pek gerçekçi değil. Hem, Kürt hareketi silahla oy topluyorsa bölgede AKP’ye oy veren milyonları neden ‘ikna’ edemiyor? Ya da son cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ülkenin batı bölgelerinden aldığı milyon mertebesindeki oyu da mı silah zoruyla aldı?

Böyle bir tartışmada sorulması gereken, bildik ‘polisiye’ bir soru da var: Seçimler arifesinde şiddetin tırmanması kime yarar? Rüzgârı arkasına almış, toplumsal tabanını hızla genişletir, barajı geçme ihtimali küçümsenmeyecek kadar güçlüyken silahlı çatışmaların yoğunlaşmasının HDP’ye yaramayacağı aşikâr. O halde PKK neden çatışma istesin ki? Bu, HDP’nin önünü kesmek olur. Nitekim, PKK’nın ‘şahin’ kanadından olduğu söylenen Cemil Bayık bile geçen hafta açık açık Türkiye’yle savaşmak istemediklerini söyledi. Bunda samimi değillerse, gerillanın motivasyonunu, heyecanını, dinamizmini düşürecek böyle bir açıklamayı neden yapsınlar?

Güvenlik güçlerinin oraya müdahalesini eleştirenlere karşı, kimileri de “Asıl silahlı PKK’lıların orada ne işi var? Ona niye laf etmiyorsunuz?” diyor. Evet, tabii ki bu ‘normal’ bir durum değil, dahası gayri hukuki ama PKK’lıların neden orada olduğunun, 35 yıllık son sekans da dahil, ben diyeyim 150, siz deyin 170 yıllık hikâyesi var. Bu hikâye hiç yokmuş ve basit bir asayiş olayından bahsediyormuşuz gibi yaparsak, sorunun gerçek niteliğini kaçırmış oluruz. Herkes, PKK varlığına yol açan şartlar değişsin, yani PKK’lılar orada olmasın diye çalışıyor zaten. Çözüm sürecinin nihai amaçlarından biri bu değil mi? Çözümün sonunda gerçekleşecek silah bırakma / ‘orada olmama’ gibi bir durumu çözümün ön şartı haline getirmek, meseleyi kilitlemek demektir.

Son olarak şunu söyleyelim: Bu planlı bir olay idiyse, bana öyle geliyor ki asıl amaç, doğrudan AKP oylarını artırmaktan ziyade, şehirli, üst-orta sınıf kesimlerin Kürtler hakkındaki geleneksel korkularını kaşıyarak, ülkenin batısından HDP’ye gidecek oyların önünü kesmekti. Şu bağlamda AKP de, oyların HDP’ye gitmesindense CHP’ye gitmesini tercih edecektir. Fakat görünen o ki bu kesimlerde beklenen tepki hatta infial ortaya çıkmamıştır. Eskiden, mesela Gezi’den önce olsa, böyle bir olaydan sonra Kürtlere ağzına geleni söyleyecek kesimler, azılı ulusalcılar hariç (evlerden ırak) bir yana, bu olayı temkinli karşıladılar.