Yüzyıllar öncesinin besteleri bilinirken hükümdarları kim hatırlıyor?

Anadolu Kültür ve Kalan Müzik’in düzenlediği ‘In Memoriam 24 Nisan’ konserine katılmak için Türkiye’ye gelen Suriyeli Ermeni müzisyen Hayk Yazıcıyan, ülke sınırlarının getirdiği yükü zengin bir müzikal birikime dönüştürmüş. Yazıcıyan’la kâh Türkçe, kâh İngilizce sohbetimizde kimlikleri ve müziği konuştuk.

24 Nisan’da ölüme yollanan aydınların ve tüm soykırım kurbanlarının anısına düzenlenen ‘In Memoriam 24 Nisan’ konserinin en önemli anlarından biri de, efsanevi müzisyen Onnik Dinkjian, Kardeş Türküler’den Feryal Öney ve Hayk Yazıcıyan’ın birlikte söylediği ‘Bingöl’ türküsüydü. Udi Hayk Yazıcıyan’ın heyecanı duruşundan okunuyordu. Heyecanının nedeni, böylesi bir konser için Türkiye’de bulunmanın da ötesinde, Onnik Dinkjian’la beraber şarkı söyleyecek olmasıydı. Konserden bir gün önce söyleşi için bir araya geldiğimizde, konsere çağrıldığım için onur duyduğunu, ama İstanbul’a gelmesinin en önemli nedeninin Onnik Dinkjian olduğunu söylemiş; ardından Hrant Dink’in, 2006 yılında onu aradığından, kendisiyle söyleşi yapmak istediğinden bahsederek, “Yazık, kısmet bugüneymiş” demişti. Yapılamayan bir söyleşinin gölgesinde başlayan muhabbete, Yazıcıyan’ın vatanından girdik – 35 senedir yaşadığı Atina’dan değil, doğup büyüdüğü Halep’ten... 

“Özgür olmak için ayrıldım ama...”

1980 yılında, çatışmaların giderek şiddetlendiği Hafız Esad yönetimindeki Suriye’den, ailesini bırakarak ayrılmak zorunda kalan Hayk Yazıcıyan, bugün Yunanistan’ın hatrı sayılır müzisyenlerinden. Özellikle, kızlarının adını verdiği ‘Talar’ (1996) ve ‘Garin’ (1998) albümlerinin yayımlanmasıyla tanınmaya başlanan Yazıcıyan, cazdan çağdaş Yunan müziğine, geleneksel Ermeni müziğinden Ortadoğu tınılarına uzanan geniş bir yelpazede üretiyor, dünyayı müziğiyle dolaşıyor ve kendisinin çok şanslı bir adam olduğunu söylüyor: “Yaptığım iş, hobim. Eşim en yakın arkadaşım, 35 senedir birlikteyiz. İki harika kızım var. İnsanlar beni seviyor, bana saygı duyuyor. Pek çok yerde çaldım; insanların ne dediğimi anlamasalar bile duygulandığını, mutlu olduğunu, ağladığını gördüm. Hayatında olmasını istediğin şeyler bazen olmaz, o yüzden kendinden memnun olmalısın. Aynaya baktığında ‘Seni seviyorum’ demelisin, yüzünü buruşturmamalısın.”

Suriye’den ayrıldığı yıllarda da doğduğu şehrin yıkılmak istendiğini, fakat bugünkü kadar büyük bir yıkımla karşı karşıya olmadıklarını söyleyen müzisyen, “Oradayken acı yaşamadım, soykırım yaşamadım, savaşa şahit olmadım. Halep’te yaşayan arkadaşlarım şu an bunlarla karşı karşıya” diyor. Sevdiği şeyi yapmak, özgür olmak için ülkesinden ayrılmış fakat yaşlandıkça, hiç kimsenin özgür olmadığını, demokrasininse ‘devletin bedava diyerek zorla verdiği bir ilaç gibi’ olduğunu görmüş.

Yıllardır yaşadığı Yunanistan’dan kısa süre önce vatandaşlık alan müzisyen, “Suriye pasaportuyla yaşamak dünyanın en zor şeylerinden biri. Yunanistan pasaportu taşıdığında ise, kimse seni gümrükte durdurmuyor” diyor. Söyleşilerde kendisine en çok sorulan sorunun kültürler arasında yaşama hali olduğunu söylüyor: “Kanım Ermeni, vatanım Suriye, evim Yunanistan. Üçü de benim, değiştiremem.”

“Anneannem Tanrı’ya kızgındı”

Dedesi Kayseri Talaslı, anneannesi Afyonkarahisarlı olan Yazıcıyan, atalarının topraklarına hiç gitmemiş. İstanbul’da soykırımda ölenler için anma etkinlikleri düzenlenmesiyle ilgili neler hissettiğini sorduğumda, sözcüklerini çok dikkatli seçerek şunları söylüyor: “Elbette bu insanlara, bu topraklarda yaşayan Ermenilere bir şeyler oldu. Buradan Halep’e gitmek zorunda kalan anneannemin 11 çocuğu vardı, hiçbirinin düğünü için kiliseye gitmedi. Çünkü Tanrı’ya kızgındı.”

‘Özür dilemenin en büyük erdem olduğunu bilmek yeterli’

1915’in aynı zamanda kültürel bir soykırım olduğunu söyleyen Yazıcıyan, Gomidas’tan bahsediyor: “Gomidas dört bin Ermeni şarkısı toplamış, bunlardan 3500 kadarı yakılmış, yok edilmiş. 500 sene önceki bir şarkının nerede bestelendiğini, sözlerini ve belki bestecisini de bilebilirsin ama 500 sene önce kimin hükümdar olduğunu kim hatırlıyor? Soykırıma dil de dahil. Onu da yok edersen her şey ölür.” Sanatçı yine de yok edilemeyen türkülerin, müzik tarihinde en güzide yerde durduğunu söylüyor.

Hayk Yazıcıyan, müziği gibi doğal ve içten. Bu coğrafyada 100 sene önce, ya da bugün bir adım ötede yaşananlara dair düşünceleri bir çocuğun hesapsız sorgulamalarını andırıyor: “Bazen ‘Tamam, Tanrı var ve o iyi’ diyorum, ama neden kötü şeyler olduğunda müdahale etmiyor? Bazen de düşünüyorum, belki kötü olan iyi, iyi olan da kötüdür. Belki her şey beyaz olsa hayatın ilginç bir yanı kalmazdı. Yine de sonuçta hepimiz insanız. Kafamızı yastığa koyduğumuzda uyuyabiliyorsak, vicdanımız rahatsa, bu yeterli. Özür dilemenin ve gerektiğinde ‘Hayır’ demenin en büyük erdem olduğunu bilmek yeterli.”

Kategoriler

Kültür Sanat Müzik


Yazar Hakkında

1987 İstanbul doğumlu. Agos web sitesinin editörü; insan hakları, ifade özgürlüğü, çevre hareketleri, güncel politika ve yaşam haberleri yapıyor.