1896 Osmanlı Bankası Baskını

Geçenlerde, Karaköy’den Şişhane’ye uzanan Bankalar Caddesi’nin üzerindeki SALT Galata adlı kültür merkezini gezdim ve bu sırada 19. yüzyılın sonlarında yaşanan ve Ermeni milliyetçiliğinin tarihinde çok önemli yeri olan bir olayı, 26 Ağustos 1896 tarihinde düzenlenen Osmanlı Bankası Baskını’nı hatırladım.

 

AYŞE HÜR
hurayse@hotmail.com

Geçenlerde, Karaköy’den Şişhane’ye uzanan Bankalar Caddesi’nin üzerindeki SALT Galata adlı kültür merkezini gezdim. Mimar Alexandre Vallaury’nin tasarladığı bina, 1892’deki açılış töreninden 1999’a kadar Bank-ı Osmanî-i Şahane’nin, yani Osmanlı Bankası’nın genel müdürlük binası olarak hizmet vermiş. 1999’da Osmanlı Bankası Garanti Bankası ile birleştikten sonra da arşiv merkezi olarak hizmete devam etmiş. Şimdilerde mimar Han Tümertekin’in elinde çok güzel bir kültür merkezine dönüşmüş olan binayı gezerken, 19. yüzyılın sonlarında yaşanan ve Ermeni milliyetçiliğinin tarihinde çok önemli yeri olan bir olayı, 26 Ağustos 1896 tarihinde düzenlenen Osmanlı Bankası Baskını’nı hatırladım.

Babıâli Nümayişi

Baskının ne anlama geldiğini anlamak için o yılların siyasi atmosferini bilmekte yarar var. Bu sayfalarda değindiğim, 1894 Sason, 1895 Trabzon, Samsun, Ordu ve Gümüşhane’de yaşanan toplumlararası çatışmalar ve bu çatışmalar sırasında yapılan katliamlardan sonra, İstanbul’daki Ermeni toplumu yaşanan katliamları protesto etmek için bir gösteri düzenlemeye karar vermişti. 30 Eylül 1895 günü, Kumkapı Ermeni Kilisesi’nde toplanan dört bine yakın gösterici Babıâli’ye doğru sessizce yürüyüşe geçmiş, yürüyüşün sessiz olmasına rağmen padişah II. Abdülhamid askerlerini yürüyüşçülerin üzerine sürmekten kaçınmamıştı. İlk ağızda 50 kadar Ermeni öldürülmüş, ardından medrese öğrencileri ve esnaf grupları Ermenilere saldırmıştı.

Üç gün süren olaylarda 2 bine yakın kişinin katledilmesi üzerine, Büyük Devletler ağırlıklarını koydular ve Abdülhamid 17 Ekim 1895’te ıslahat paketini kabul etmek zorunda kaldı. Ermenilerin ‘Babıâli Nümayişi’, Türklerin ‘Ermeni Patırtısı’ dedikleri yürüyüşün kanlı bilançosuna rağmen imparatorluğun Hıristiyan tebaasının iktidara ilk kez meydan okumaya cesaret etmesi ve bunun başını Hınçakların çekmesi, parti için bir gurur kaynağı olmuştu.

Anadolu’da sıcak yıllar

Ancak Anadolu’nun çeşitli yerlerinde, yapılacak ıslahatların Ermenilerin önce özerkliği sonra da bağımsızlığıyla sonlanacağını düşünen Müslüman ahali ile Büyük Devletleri arkalarına alan Ermeni milliyetçileri arasında çatışmalar patlak verdi. Bir süre sonra bu çatışmalar katliama dönüştü. Ekim-Aralık 1895 döneminde Zeytun, Eğin, Develi, Akhisar, Erzincan, Gümüşhâne, Bitlis, Bayburt, Maraş, Urfa, Erzurum, Diyarbakır, Siverek, Malatya, Harput, Arapgir (Arapkir), Sivas, Merzifon, Antep, Maraş, Muş, Kayseri, Yozgat olaylarında 10 bini aşkın kişi (yaklaşık 1800’ü Müslüman, 8 bini gayrimüslim) öldü, yaklaşık 3600 kişi (1400’ü Müslüman, 2200’ü gayrimüslim) yaralandı. İşte yazının başında sözünü ettiğim olay, böylesi bir ortamda meydana geldi.

Armen Garo ve arkadaşları

26 Ağustos 1896 günü Galata’daki Osmanlı Bankası Genel Müdürlük binası altı Taşnaktsutyun militanı tarafından basıldı. Planlamaya göre baskında 75 militan görev alacaktı ama randevuya ancak 31 kişi gelmiş, bunların 6’sı öncü kuvvet olarak seçilmişti. Baskını planlayanlar ise bu altı kişiden dördü (kod adı Armen Garo olan Karekin Pastırmacıyan, kod adı Trabzonlu Hayk Tiryakiyan, her ikisi de Rodoslu olan Sarkis Srentz ve Levon Nevroz) idi.

Yanlarında 200 kadar bomba taşıyan öncü güçler kapıdaki iki nöbetçiyi öldürmüş, ikisini yaralamış, yanlarında getirdikleri bomba (humbara) ve dinamit lokumları sayesinde kendilerine katılanlarla birlikte binayı kontrol altına almışlardı. Zaptiye ve ordu birlikleri kısa süre sonra binayı ablukaya aldı. Karşılıklı ateş sırasında her iki taraftan da ölümler ve yaralanmalar oldu. Taraflar birbirlerini alt edemeyeceklerini anlayınca görüşmeler başladı. Rusya, Fransa ve İngiltere’nin temsilcileri arabuluculuk yapıyordu. Banka personeli ve müşterilerden 154 kişiyi rehin almış olan Ermeni militanların talepleri arasında Anadolu’da ve İstanbul’da gerçekleştirilen katliamların durdurulması, bankaya silahlı saldırıya son verilmesi, 1878 Berlin Antlaşması’nın 61. maddesinde belirtilen ‘Ermeni Islahatları’nın Taşnaktsutyun’un önerdiği şekilde yapılması, genel af ilanı vardı.

Saray bunları kabul etmedi fakat işgalin sonlandırılması karşılığında işgale katılanların yurtdışına gönderilmesine razı oldu. Aynı gece anlaşma sağlandı ve sağ kalan 17 kişi (Ermeni tarafına göre ‘kahraman’, Rusya temsilcisi Maksimof’a göre ‘devrimci’, Türk tarafına göre ‘haydut’) Girondine adlı Fransız gemisiyle Marsilya’ya gönderildi.



Softalar ve serseriler iş başında

Ama bunlar olurken İstanbul’da kan gövdeyi götürmüştü. Softalardan, serserilerden (‘ipsiz takımından’) ve Ermeni hamallardan hamallık tekelini almak isteyen Kasımpaşalı Kürt gümrük hamallarından ve Kasımpaşa’daki Bahriye neferlerinden oluşan gruplar, sokaklarda rastladıkları Ermenileri sopalarla öldürmüş, işgalciler gemiye bindirildikten sonra da Ermenilere saldırmaya devam etmişlerdi. Olaylara tanık olan Selanik Demiryolu Müdürü Alexis Bey’in bir mektubuna bakılırsa, ilk gece Beyoğlu Caddesi’nden 15-18 cesetle yüklü 27 araba geçmişti. Bu hesapla, o gece 400 kadar Ermeni öldürülmüş olmalıydı.

Bu anlatımı doğrulayan Reşat Ekrem Koçu’ya göre ise, olayın sorumlusu Ermenilerdi: “Fakat bir taraftan da ahali arasında şiddetli müsademeler başlamıştır. Bilhassa Ermenilerin vazife gören askerlere taarruz etmesi, Sadrazam’a kurşun atılması ve Ermeni evlerinin pencereleri ile balkonlarından asker ile ahali üzerine bombalar ve kurşunlar yağdırılması artık halkı zapt edilmez bir hale getirmiş ve netice olarak Avrupa’daki Rus Ermenilerinin tertip ettikleri facia birçok İstanbul Ermenisi’nin hayatına mal olmuştur. Hatta maktullerin yük arabaları ile taşındığından bahsedilir. Tabii Müslümanlardan da ölen ve yaralananlar az değildir.”

Suç aleti: Tornadan çıkmış sopalar

30 saat süren ve 27 Ağustos akşamı bıçakla kesilmiş gibi durulan olaylar, Zaptiye Nazırı Hüseyin Nazım Paşa’nın ‘Ermeni Fesadı ve Esbab ü Ledüniyatı’ başlığını verdiği raporunda, bu açıklıkta anlatılmış olmasa da, satır aralarından şehirde (özellikle Beyoğlu, Kasımpaşa ve Hasköy’de) bir ‘Ermeni avı’ başladığı anlaşılıyordu. Nazım Paşa’ya göre avı tetikleyen, Ermenilerin evlerinden Müslümanlara atılan humbaralar (bombalar) idi. Bilanço ise Müslüman-Türk tarafından 40 ölü 72 yaralı, Ermeni tarafından 1015 ölü ve 116 yaralıydı. Ermenilerin zaptiyeye veya Müslüman halka saldırmaya cesaret etmesinin güçlüğü bir yana, ölü sayıları arasındaki dengesizlik olayın oluş şeklini ele veriyordu. Dahası raporda, “ahalinin elindeki sopalar” ifadesi iki kez geçiyordu. Bu sopalar yıllar sonra Teşkilat-ı Mahsusa liderlerinden Hüsamettin Ertürk’ün anılarında da ortaya çıkacaktı. Ertürk’e göre Yıldız Sarayı’nda Batılı ülkelerin temsilcileriyle görüşen Abdülhamid misafirlerini ikinci bir odaya geçirmiş ve odaya istif edilmiş sopaları göstererek “Kendilerine şunu da anlatınız ki, tebaam da bu sopalarla müdafaa-i nefiste bulunmuştur. Bu değnekler bizim ormanlarımızdan tedarik edilmiştir” demişti.

Farklı bilançolar

Olaylar başladığında, olan bitene “Ermeni tahriki”, “dış düşmanların kışkırtması”, “Müslümanların kaçınılmaz tepkisi” gibi terimlerle yaklaşan yabancı gazeteler (örneğin The Times), bilanço ortaya çıktığında dilini değiştirecekti. Katliamlarda hayatlarını kaybedenlerin sayısı ise önce “2-3 bin arası”, sonra “5 bin”, sonra “6 bin” mertebesine çıkacaktı. Olaylara karıştıkları gerekçesiyle tutuklanan 300 Müslüman’ın yargılaması Ekim ayının sonuna kadar sürmüş, sonunda İngiliz Sefareti’nin önünde sefaret görevlilerinin gözleri önünde iki Ermeni’yi öldüren bir grup asker bile beraat ettirilmişti. Bu durum da Batılı temsilcilerin tepkisine neden olmuştu.

1896’nın Aralık ayında, Abdülhamid gerek İstanbul’daki, gerek –başta Trabzon’da olmak üzere– olaylara karışanlara (Müslüman, gayrimüslim, hepsini) af ilan etti. Ölüm cezasına çarptırılanlar ile kışkırtıcılar dışındakiler serbest bırakıldı.

Ancak Osmanlı Bankası’nda çalışan Ermeni memurların Yunanistan, Bulgaristan, Kıbrıs gibi uzak şubelere tayin edilmeleri, Trabzon’dan on binlerce kişinin, Rusya başta olmak üzere çeşitli ülkelere göç etmeleri, ortamın artık Ermeniler için güvenli bir yer olmadığının göstergesiydi. Ancak, 20 yıl sonra yaşanacakların yanında bu olaylar sıradan kalacaktı.

Peralı Levanten: Alexandre Vallaury

Osmanlı Bankası binasının mimarı Alexandre Vallaury, 2 Nisan 1820’da zengin bir Levanten ailenin oğlu olarak Pera’da dünyaya gelmişti. Babası İstanbul’un en tanınmış pastacısıydı ve Saray’la ilişki içindeydi. Çocukluk ve gençlik yıllarına dair hiçbir bilgi bulunmayan Vallaury’nin Kadıköy’deki Saint Joseph Koleji’nde okuduğu, mimarlık eğitimini Paris’teki Ecole des Beaux-Arts’da geçirdiği 9-10 yılda aldığı sanılır.

Adını ilk kez 1880 ve 1881’de, Elifba Sanat Kulübü’nün açtığı resim sergileriyle duyuran Vallaury, bu sergiler aracılığıyla dönemin en önemli entelektüellerinden, müzeci, arkeolog, yazar ve ressam Osman Hamdi Bey’le tanışmıştı. İkili, sonraki yıllarda arkeoloji, resim, müzecilik ve mimarlık alanlarında yoğun ilişki içine girdi. Vallaury, 1883’te eğitime başlayan Sanayi-i Nefise Mektebi’nin (Güzel Sanatlar Akademisi) Gülhane’deki ilk binasının mimarlığını üstlendi. Aynı zamanda okulun mimarlık bölümünü kuran ve burada 25 yıl kesintisiz hocalık yapan Vallaury, 1894’te İstanbul’da büyük yıkıma neden olan depremden sonra kurulan çeşitli komisyonlarda görev aldı, İtalyan mimar d’Aronco ile birlikte ortak projeler hazırladı. Vallaury’nin mimarlık alanındaki diğer eserleri, İstiklal Caddesi’ndeki Cercle d’Orient (Büyük Kulüp) binası ile Eminönü’ndeki Hidayet Camii idi. 1892’de Osmanlı Bankası Binası’nı inşa ettikten sonra ünü iyice arttı. Ardından Gülhane’deki Arkeoloji Müzesi’ni, Tepebaşı’ndaki Pera Palas ve Union Française binasını, Karaköy’deki Yeni Karaköy Hanı’nı, Beyoğlu’ndaki Tokatlıyan Oteli’ni, Büyükada Rum Yetimhanesi’ni, ve Düyun-u Umumi (bugün İstanbul Lisesi) binasını inşa etti.

1900-1904 yılları arasında Saray mensupları ve yüksek bürokratlar için köşkler, konaklar tasarlayan Vallaury, II. Meşrutiyet’in ilanından (23 Temmuz 1908) sonra Sanayi-i Nefise Mektebi’ndeki hocalık görevinden istifa etti. Mimar olarak adı, son olarak, 1909’da yaşanan 31 Mart Olayı şehitleri için Hürriyet Tepesi’nde yapılması düşünülen anıt için açılan proje yarışmasında duyulan Alexandre Vallaury, 2 Mayıs 1921’de İstanbul’da hayata veda etti.

özet kaynakça: Edhem Eldem, “26 Ağustos 1896 ‘Banka Vakası’ ve 1896 ‘Ermeni Olayları’”, İmparatorluğun Çöküş Döneminde Osmanlı Ermenileri, Bilimsel Sorumluluk ve Demokrasi Sorunları Konferansı, 23-25 Eylül 2005, İstanbul Bilgi Üniv. Yay., s. 125-152; Osmanlı Bankası, Armen Garo’nun Anıları, yayına hazırlayan: Ragıp Zarakolu, Belge Yay., 2009; Necdet Sakaoğlu, “Osmanlı Bankası Olayı”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, Kültür Bakanlığı ve Tarih Vakfı ortak yayını, 1994, C. 6, s.166-168; Mustafa S. Akpolat, “Alexandre Vallaury”, aynı eser, C. 7, s. 364-365.'