OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Sihirli arşivler

Önceden planlamamıştım ama son yazılar Ermeni Soykırımı tartışmasındaki kimi unsurlar üzerine oldu. Bunda, soykırımın yüzüncü yılı sebebiyle içinden geçtiğimiz yoğun faaliyetlerin payı büyük tabii. Konuşmalarımız, tartışmalarımız yazılara da yansıdı. Aynı minvalde, arşiv ve tarih komisyonu konularından bahsetmek istiyorum.

Arşivlerin açık olup olmadığı, malum, sıkça konuşulan bir konudur. Ayrıca, özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan, Türkiye’nin arşivlerinin açık olmasına karşı Ermenistan’ın arşivlerini açmaktan çekindiği ithamını da çok sık duyar olduk, ki “Ermenilerin arşivlerini açmaktan kaçtığı”, bu meselede, ‘eski Türkiye’nin bilinen bir lafıdır. Bunu, tabii, Ermenistan’a yönelik “Arşivlerimizi açalım” meydan okuması takip eder. Öncelikle, Ermenistan’ın 1918 yılında kurulduğunu hatırlatalım. (Türkiye Dışişleri Bakanı’nın “Ermenistan da Çanakkale Savaşı’ndan etkilenen ülkeler arasında olduğu için Çanakkale anmalara davet ettik” dediği yerde, insan bu abes hatırlatmayı yapma ihtiyacı hissediyor.) Dolayısıyla, Ermenistan devletinin resmî arşivi yani Ermenistan bürokrasisi tarafından üretilmiş belgeler ancak bu tarihten sonrasını kapsayabilir. Ermenistan’ın 1920’de Sovyetleştiğini, eski iktidarın (Taşnaklar) tasfiye edildiğini düşünecek olursanız, iş daha da karmaşıklaşır. (Taşnak arşivleri konusunu, sonra el almak üzere, kenara yazalım). Sonuçta, soykırımın anlaşılması ve anlatılması söz konusu olduğunda, Türkiye devletinin elinin altındaki Osmanlı arşivlerini ve Ermenistan devlet arşivlerini terazinin iki kefesine koymak çok doğru olmaz. Öte yandan, Ermenistan’daki üniversite, enstitü, kütüphane, müze gibi çeşitli kurumların ‘sivil’ arşivleri, geriye doğru topladıkları soykırım sürecini betimleyen çeşitli belgeler, anılar, süreli yayınlardan vs. dolayı son derece değerlidir. Nitekim, günden güne daha fazla Türkiyeli akademisyen o arşivlerde çalışmaya gidiyor.

Bütün bunlar bir yana, arşivler açık mı kapalı mı sorusu, aslında yanlış bir soru. Daha doğrusu, arşiv meselesini bir evet-hayır sorusu olarak kurgulamak ve bu soruya verilecek cevapla tartışmanın bittiğini düşünmek yanlış. Arşiv dediğiniz sanki bir elektrik düğmesi, açıksa etrafa ışık saçacak, kapalıysa her yer karanlık olacak... Bu noktanın biraz daha ayrıntılandırılması lazım. Eğer bir arşive hiç erişim yoksa veya çok kısıtlı erişim varsa, onun resmen veya fiilen kapalı bir arşiv olduğu söylenebilir. Örneğin, Türkiye’de tapu arşivleri bu anlamda kapalı, Genelkurmay ATASE arşivi de fiilen kapalı, çünkü oradaki belgelere ancak ‘makbul’ kimseler, sınırlı şekilde ulaşabiliyorlar. Fakat, bunun kadar önemli olan bir başka nokta, resmen açık arşivlerin nasıl çalıştırıldığıdır. ‘Açık arşiv’ demek her istediğine istediğin kadar, istediği biçimde ulaşıyorsun demek değildir. Bir kere, ister Türkiye’de, ister Ermenistan’da, ister başka yerde olsun, her arşivde, bizim görebileceklerimiz, onların bizim görmemizi istedikleri kadardır. Ne görmediğimizi hiçbir zaman bilemeyiz. Ayrıca, araştırmacıyı belgeden uzaklaştırmanın bir sürü yolu vardır. Araştırma konunu sorarlar, hangi belgenin o konuyla ilgili olduğunu, hangisinin olmadığını takdir edip, ilgisiz gördükleri belgeyi vermezler veya istediğin belgeleri, “Onlar daha kataloglanmadı” der, vermezler. Dolayısıyla, bir arşivin resmen açık olması, meselenin bittiği değil başladığı yerdir.

Bir de, devlet arşivlerine kendinden menkul bir değer atfetme, devlet belgelerini sivil belgelerden daha makbul kabul etme eğiliminden bahsetmek gerek. Türkiye tarihçilik âleminde devlet belgesi kullanmadan yazılmış tezler şüpheyle karşılanır desek bilmem abartmış olur muyuz? Halbuki, taşradaki bürokratın merkeze çektiği telgrafı, yazdığı raporu, o bürokratın çıkar/fayda matrisini gözetmeden gerçeğin en doğru temsili olarak kabul etmek yanıltıcı olabilir. Nihayetinde, devlet belgesi dediğiniz nesne de insan elinden çıkmadır; bunlar, meleklerin geçmişten bize gönderdiği vahiyler değildir. Dolayısıyla, 2005’teki ‘Ermeni Konferansı’nda Selim Deringil’in dediği gibi, üç-beş belge, herhangi bir şeyin, mesela soykırım olup olmadığının ispatı olamaz. Önemli olan hikâyenin bağlamı, kronolojisi, yapısı ve ilişkileridir. Birkaç arşiv belgesi kendi başına çok fazla anlam ifade etmez, hatta manipüle edilebilir. Tabii, yalnız devlet belgeleri değil, bütün metinler yazarlarının motivasyonları göz önüne alınarak değerlendirilmelidir. Örneğin, Taşnak liderlerinden Hovannes Kaçazuni’nin anıları ulusalcı veya resmî çevreler tarafından, ortada bir soykırım olmadığının ispatı olarak sıkça kullanılır, çünkü orada Kaçazuni, Taşnak Partisi’nin Osmanlı’ya karşı elinden geleni yaptığını ispatlamaya çalışır. Bunu yaparken başlıca motivasyonlarından biri, Taşnak Partisi’ni, diğer Ermenilerden gelen ‘İttihatçılarla işbirliği ithamı’ndan korumaktır. Tabii, ispat edemem ama bana kalırsa Boston’daki Taşnak arşivlerine sınırlı erişim olmasının bir sebebi de bu işbirliği ithamlarıdır.

Haftaya arşiv ve komisyon meselesine devam edelim.