Sanırım artık şu ‘Yitik Kuşlar’ filminden ciddi ciddi söz etmenin sırası geldi. Uzunca süredir dilimin ve kalemimin ucuna geliyordu; sabırla kendimi tutuyor, yazmıyor, konuşmuyor, zamanını bekliyordum. Bilirsiniz, bu tarz, kitlelerin beğenisine sunulacak işleri doğru zamanda faş etmek gerekir. Erkeni de zarar verir, geci de... Hele içinde emeği bulunmuş biriysen eğer, yanlış zamanda yanlış bir şey söylemekten büsbütün çekinirsin. Daha bitmemiş işe “güzel” mi diyesin, herkes gördükten sonra “güzelmiş” mi diyesin? Zaten emin de olamazsın ya, o da başka; bir parçası olduğun için sana mı iyi gelir, yoksa bir türlü tatmin mi edemez? Haa bir de, sarf edilen çabaları, verilen emekleri, yaşanan güçlükleri, tarifi olmayan duyguları bilerek tarafsız olmak var. İşte o tarafsızlığa nihayet gelebildim sanırım. Ve de artık gönül rahatlığıyla “Bence pek güzel bir iş çıkmış ortaya” diyebilirim dostlar.
Geçenlerde, filmi izleyiciye sunuma hazır haliyle ilk kez büyük ekranda izleme şansım oldu. Valla, bana göre pek güzeldi, pek içtendi, pek etkileyiciydi. Bu “bana göre”yi de yazıyorum, çünkü bu ‘beğenme’ işleri görecelidir, bilirim. Daha önce birkaç kez, şu’su eksik, bu’su eksik haliyle, bilgisayar ekranında izlemiş ve ne hissedeceğimi bilememiştim. Hatta her seferinde gözümün içine bakan, sevgili Aren ve Ela’ya “Sanırım ben pek tarafsız olamıyorum” demiştim. Ama şimdi söylüyorum; varsın taraflı olayım, bence güzel olmuş.
Bir yıl önce (vay canına, ne çabuk geçmiş) çekimlerin büyük bir bölümünün yapıldığı Ürgüp’ten dönünce, ‘Şu film işi, deli işi’ başlığıyla bir yazı yazmıştım. O yazıda demişim ki “Dürüst ve işini aşkla yapan delileri Allah seviyor, yardım ediyor. Hele yapılan işin kendi ruhu varsa ve bu işle bir dolu ruh şad oluyorsa...” Devamında da, yağmur ve fırtına gerektiren bir sahnenin çekiminde nasıl gökyüzünün bir anda kararıp, o sahne için lazım olan her şeyin resmen Allah yardımıyla gerçekleştiğini anlatmışım. Unutulmuştur diye detaylıca anlatmak isterdim yine ama yapmayacağım, nasılsa daha çok kere anlatılacaktır, bizi şaşkınlığa uğratan başka nice doğal yardımlar gibi…
En iyisi ben biraz da film hakkında bilgi vereyim. Belki duydunuz; bir süredir hem internette dolanıyor, CNNTÜRK ve Kanal D haberlerinde de fragmanıyla birlikte tanıtıldı. Aren Perdeci ve Ela Alyamaç adlı, yürekleri avucunda iki genç, 1915’le ilgili olan bu ‘Yitik Kuşlar’ filminin hem senaryosunu yazdılar hem de filmi yönettiler. Malumunuz bu yıl, bu konunun yılı oldu, yurtdışında ve yurtiçinde kimi etkinlikler yapıldı. Yüz yıllık bir tabu elden geldiğince yıkılmaya çalışıldı. Ve sanat en etkili yol, ve sinema en kalıcı sanat. Yurtdışında yapılan filmleri bir yana bırakalım, orada işler daha kolay. Yurtiçinde bu işe soyunan herkes, bir ‘ilk’ olma sevdasındaydı. Zira ortaya çıkan iş iyi de olsa kötü de olsa, ilk olmak, gelecek için önemli olabilirdi. Bu gençler, hiç de abartmadan, şişinmeden, gönüllerini koyarak, bu konuya eğildiler ve en iyi bildikleri açıdan yani duygusal açıdan bakarak bir ilke imza attılar. Yaşanan acıları, her şeyi masalmış gibi algılayan iki çocuğun, çok özel dünyasından izleyiciye aktarmaya çalıştılar. Sonucunu izleyenler takdir edecek ama gelecekte bu filmden bir ‘ilk’ olarak söz edilecek. Ben biliyorum.
Binlerce Ermeni çocuğun öyküsünü barındıran, Bedo ve Maryam adlı iki çocuğun bir gecede kaybettikleri ailelerini arayışlarını anlatan bu filme cemaatimizin öyle insanları el verdiler ki şaşarsınız. Ben dahil, amatör tiyatronun tüm bilinen isimleri: Anahit Variş, Boğos Çalgıcıoğlu, Kirkor Dinçkayıkçı, Sarkis Acemoğlu, Arto Arsenyan, Hovsep Karagözyan... Ve Tatul Hayrsurp Anuşyan... Ve Marlen Tekirdağlıcan ve daha kimler... Hepsini saysam jenerik yazısı olur.
Demek istiyorum ki bu kadar insan gönül koyduysa, vardır bir hikmeti. Bir de şad olan ruhlar meselesi var. Herkesin Kutsi Abi’sinin ve benim Maryam Yaya’mın ismi, filmin kahramanı çocuklardan birini canlandıran minik Dila’ya verildi. Yayamın yaptığı Zadig çöreğinin aynısı yapıldı (o rastlantıyı başka bir yazıda anlatırım) ve bir sahnede, o malum yıllarda giymiş olduğu gecelik kullanıldı (çeyizinden). Ve Araksi Yaya’nın elleriyle işlemiş olduğu ipek bluzu ben giydim. Teyzemin elbisesi, onun ve Anahit’in yayasının yaka iğneleri kullanıldı. Ve daha neler, her biri birer yazı konusu olur. Belki yeri geldikçe anlatırım. Elde tutulamayacak kadar vahşi olan mavi karga Baçik’in son sahnede diğer çocuk Heros’u (Bedo) öpmesi dahil, çekimler esnasında öyle mucizeler oldu ki, hepimiz, yapılan işin doğru bir iş olduğuna inandık. Görünce siz de inanacaksınız. Eh, hadi bakalım, bence yolu açık olsun.