Gümüşhacıköy'den Vakıflıköy'e bir tehcir rotası

Soykırımın 100. yıldönümü vesilesiyle ulusal ve uluslararası düzeyde birçok etkinlik düzenlendi; kitaplar basıldı, filmler yayınlandı. Türkiye’de de kitapların yanı sıra İZ TV’de 1915’le ilgili bir belgesel bu hafta gösterildi. ‘1915 Tehcir Yolu’ isimli belgesel, ilk gösterimini 28 Eylül Pazartesi akşamı yaptı. Belgeselde Gümüşhacıköy’den Vakıflı köyüne Ermenilerin yoğun yaşadığı bölgelerdeki tehcir rotası izlenerek, bölgenin bugünkü hali görüntülendi ve oralarda yaşamını sürdüren az sayıdaki Ermeni’yle röportajlar yapıldı. Belgeselin yapımcısı Nazım Alpman’la ‘1915 Tehcir Yolu’nu konuştuk.

Öncelikle belgesel projenizden kısaca bahsedebilir misiniz?  

Türkiye’nin yakın tarihinde büyük ‘kara delikler’ bulunuyor. Bu ‘kara delikler’, resmî tarihle özenle karartılıyor, sonra da yok sayılıyor, hiç olmamış gibi yapılıyor. İZ TV’deki ‘Yakın Tarih’ kuşağında uzun yıllar üzerinde konuşulması bile yasak olan konular üzerine çalışıyoruz. ‘1915 Tehcir Yolu’ da bunun en çarpıcı örneklerinden biri. Osmanlı İmparatorluğu içinde yaşayan Ermenilerin başına gelenlerin en azından bir bölümünü izleyicilerimize aktarmak istedik. Tıpkı daha önceki yıllarda yaptığımız 1934 Trakya Olayları’nı anlatan ‘Trakya’nın Kara Günleri’, 1938’deki ‘Tarihe Gömülen Acı: Dersim’ gibi… ‘Hüzünlü Ada İmroz’ belgeselimizde de Rumların dramını anlatmaya çalıştık. Bu yıl bitirdiğimiz ‘Bafralı Rumlar’ belgeselimiz için Karadeniz’den Yunanistan’ın Kavala ve çevresine göç ettirilen Bafralı Rumları gidip bulduk. Onların köylerinde çekimler yaptık. Onlardan biri olan Panayotis Cincioğlu’nu alıp, anne ve babasının köyüne getirdik. Mübadele belgesellerimiz de var. ‘Beni Doğduğum Topraklara Götür’, ‘Girit’te Doğmak, Giritli Olmak’, ‘100 Yıllık Yolculuk’ gibi çalışmalarla, Yunanistan’dan 1923’te Türkiye’ye gelen mübadillerin hikâyelerini yerinde çektik. Onlarla birlikte, kopup geldikleri topraklara uzun yolculuklar yaptık.

Nazım Alpman

Bunların yanı sıra, politik olmayan belgesellerimiz de var: ‘İstanbul’un Ermeni Mimarları’, ‘İstanbul’un İtalyanları’, ‘İstanbul’un Bulgarları’, ‘Turabdin’de bir Halk: Süryaniler’ bunlardan bazıları. Her ne kadar politik değil desek de bir yerde gelip oraya dayanıyorsunuz. Bu saydığımız uluslara mensup insanların sayıları neden giderek azalıyor? Bu sorunun ahlaklı cevabını, tarihle yüzleşmemiz sağlayacaktır.

Gümüşhacıköy’den Vakıflı Köyü’ne uzanan yolculuğun önemi nedir?

1915’te  Ermeniler için tehcir kararı çıkartıldığı zaman, 300’ün üzerinde göç kafilesi oluşturulmuş. Bu bilgileri Raymond Kévorkian’ın bütün hayatını adadığı ‘Ermeni Soykırımı’ adlı kitabından öğrendik. Biz de bu göç ettirilen Ermeni halkının geçmek zorunda oldukları yollar üzerinden bir ‘Tehcir Yolu’ rotası çıkartıp yola koyulduk. Şöyle bir ölçü belirledik: Seçtiğimiz yerleşimler, Ermenilerin 1915’e kadar yoğun olarak yaşadıkları yerler olsun. Eğer hâlâ oralarda yaşayan Ermeniler varsa, onları bulup tanımak, kabul ederlerse de röportajlar yapmak istedik. Bunun yanında Ermenilere ait mimarî doku, mabetler, manastırlar, kiliseler, şapeller, okullar, çarşılar, çeşmeler vb. gibi eserleri görüntülemek, bir başka amacımızdı. Gümüşhacıköy’de yaşayan iki Ermeni aile vardı. Çekimlere başlamadan kamerasız gidip onlarla tanıştım, konuştum. Ne yapmak istediğimizi anlattım. Sonra çekimler için tekrar ekiple gittik.

Gittiğiniz şehirlerdeki insanlarla bağlantıları nasıl kurdunuz?

Bunun sır olacak bir yanı yok. Nüfus kâğıdınız ve basın kartınızın ‘eski’ olmasıyla doğrudan ilgili… Ben gazeteciliğe 1975’te başladım. 40 yıl olmuş. ‘1915 Tehcir Yolu’ için altı ay çalıştık. Ama bu kadar kısa sürede bu işi çıkarmak kolay değildi. Onun için altı ay, artı kırk yıl demeliyiz.

Belgeselde ziyaret edilen her bölgede, yerel halkın kendi geçmişinden bahsettiğini ve ailelerinde Ermenilik olduğunu görüyoruz. Belgesel fikri oluşurken, özellikle de Ermeniliğin hakaret olarak algılandığı bölgede, yerel halkın bu denli geçmişiyle ‘barışık’ olduğunu tahmin ediyor muydunuz?

Doğrusu beklemiyordum! Milliyet’te çalışırken foto muhabiri arkadaşım Garbis Özatay’la birlikte Batman’ın köylerinde ‘Telefonlu Mağaralar’ haberi için dolaşıyorduk. Aracımız çamurlu yolda battı. Yürüyerek hedefe vardık. Çevremizdeki gençlerden biri “Garbis Abi, senin adın değişik” dedi. Bunun üzerine Garbis de “Ben Ermeni’yim” diye yanıtlayınca, bütün köy gençleri bir ağızdan haykırdılar: “Estağfurullah aaabiii!”

Tehcir sırasında gitmeyenlerin tamamı, Müslüman olmayı kabul ederek hayatta kalmışlar. Ama bu tamamen şeklen olmuş. Ermeniliklerini kendi içlerinde hep korumuşlar. Tabii, gizli gizli.

Belgeseli yaparken yaşadığınız en ilginç deneyim neydi?

2983 metre yüksekliğindeki Ermenilerin kutsal yerlerinden Mereto Dağı’nı tırmanışımız… Ben Ağrı Dağı’na da çıktım, ana kampa kadar. Ama bu Mereto Dağı tırmanışımız unutulmazdı. Zirvesinde bulunan küçük Meryem Ana Şapeli’nin fotoğrafını çektik.

Belgeselin ilk gösteriminin ardından size gelen tepkiler ne yönde?

Ağırlıklı olarak olumlu tepki aldık. Zaten İZ TV’nin nitelikli bir seyirci kitlesi var. Seyircilerimizle birlikte bir ‘nitelik adası’ oluşturduğumuzu düşünüyoruz. Düşünsenize, haber, tartışma, dalaşma, boğuşma programlarının olmadığı bir kanal…

Birlikte çalıştığınız arkadaşlarınızdan da bahseder misiniz?

İZ TV’de benimle birlikte 10 yılı geride bırakan Nazmiye Şeralioğlu, ‘Yakın Tarih’in yapım sorumlusudur. Bütün röportajları ve seyahat rotamızı o planladı. Merzifon ve Sason çekimlerini 1990 doğumlu genç görüntü yönetmeni Burcu Camcıoğlu ile yaptık. Sıkıntılı döneme girmiştik. Bölgede çatışmalar yeni başlamıştı. Onunla dağların doruklarına çıktık. Burcu, bu mesleğin doruklarına da çıkacak bir yetenek. Olağanüstü hal bölgesinde, olağanüstü görüntüler çekti. Vakıflı köyünde ise İZ TV’nin usta görüntü yönetmeni Serdar Sönmez ve asistanı Anıl Türken vardı. 1915’in kurgusunu Bahar Sayın yaptı. Çok zor bir işi başardı. Çünkü toplam 30-35 saatlik çekimi, 50 dakikaya sığdırmak hiç de kolay değil. Bir de bizimle dostluk ilişkisi içinde tamamen gönüllü olarak çalışan arkadaşlarımız vardı. Merzifon’da Tayyar Öztürk, Sason’da Behçet Çiftçi ve Fahrettin Yıldız, Batman’da Arif Aslan, Diyarbakır’da Şeyhmuz Diken, Samandağ’da Cuma Oruç, Vakıflı köyünde Berç Kartun ve kızı Karolin Kartun’u özellikle belirtmeliyim. Onlara teşekkür borçluyuz.  

Gümüşhacıköy’deki  son Ermeni ailesinden  87 yaşındaki Zabet Minaser.

Belgeselin yayın tarihleriyle ilgili bilgi verebilir misiniz?

Belgesel, beş farklı günde yeniden izleyiciyle buluşacak. İzleyiciler 1, 3, 5, 12 ve 15 Ekim’de ‘1915 Tehcir Yolu’ belgeselini izleyebilirler. Belgesel 1 Ekim’de saat 15.50’de, 3 Ekim’de saat 09.40’ta, 5 Ekim’de saat 00.00’da, 12 Ekim’de saat 23.15’te, 15 Ekim’de ise saat 16.55’te yayınlanacak.

 ‘Kuzgunların gagaladığı gâvurlar!’

“Merzifon hem Ermenilerin yoğun olduğu bir kent, hem de büyük katliamların yapıldığı bir bölge… Bugün hiç Ermeni kalmamış! Çevre köylerde katliam bölgeleri bulunuyor. Oralara gittik. Bizi ‘defineci’ zannediyorlardı. Yanımızda Merzifonlu arkadaşımız Tayyar Öztürk vardı. Tayyar eski gazeteci ve Merzifonlu olduğu için gayet rahat sordu: “Sizin bu köyde Ermenilerin uçurumdan atıldığı bir yer var, neresi biliyor musun?” Yaşı 86-87 olan yaşlı adam, “Şurada, aşağıda, ama arabayla inemezsiniz, batar” dedi. Sonra 92 yaşında bir köylü geldi. O da yine defineci muhabbetine girdi. Ona da aynı şeyi anlattı Tayyar. Ama o inanmadı. Bize definecilik konusunda ‘ikna edici’ bilgiler verdi: “Bizimkiler anlatırdı. Bu derenin üzerinde gâvurlar, üst üste yığılmışlar. Kuzgunlar böyle didikliyorlarmış. Bizimkiler gidip ceplerine bakmışlar, altın falan var mı diye. O zaman bile yokmuş. Şimdi siz hiç bulamazsınız!”           

“Batman, Sason ve Diyarbakır, rotamızın diğer duraklarıydı. Sason, Ermenilerin tarih boyuncu güçlü oldukları bir bölge… Buna biraz da coğrafi koşullar olanak sağlamış. Sarp dağlar üzerinde köyler, kendilerini nasıl koruyabildikleri hakkında fikir veriyor.”

“Diyarbakır’da Gâvur Mahallesi’ni Mıgırdiç Margosyan ve Şeyhmuz Diken ile gezip dolaştık. İkisi de oradandı. Vakfıklı Köyü ise Ermenilerin ‘çoğunluk’ olduğu Türkiye’deki tek yerleşim olması bakımından önemliydi. Oradaki yaşamı ve gerisinde kalan Musa Dağı dramını anlatmak istedik.” 

Kategoriler

Dosya Arka Sayfa



Yazar Hakkında

1990 İstanbul doğumlu. Kültür sanat, müzik, insan hakları ve güncel politika haberleri yapıyor.