OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

AİHM kararıyla Türk’ün Türk’e propagandası

AİHM, Doğu Perinçek ile İsviçre arasında Ermeni soykırımının inkarına dair davada, soykırım olmadığını söylemenin ifade özgürlüğü kapsamında olduğu yönündeki kararını 10’a 7 oy çokluğuyla geçen hafta verdi. Yedi yargıcın kararla uyuşmayarak şerh düşmesi, yargıçların kendi aralarında hayli tartıştıklarının bir işareti olarak da okunabilir. AİHM bugün, dünya üzerinde insan haklarının korunması kollanması, hayata geçirilmesi için çalışan, haksızlığa uğradığını düşünen bireylerin kendilerinden katbekat güçlü devletler karşısında hakkını arayabildiği en önemli küresel organdır. Bu mahkemenin şu veya bu kararı, biz de dahil birilerinin hoşuna gitmedi diye mahkemeyi itibarsızlaştırmaya, kulp takmaya çalışmak doğru değil. Karalarında eleştirilecek noktalar sistematik bir durum arz etmediği, fikriyatında yapısal bir kayma olmadığı sürece bu mahkeme muteber tutulması gereken bir kurumdur. Gelgelelim, nihayetinde bir yargıçlar kuruludur, bir mahkemedir. Onların da kararları, hukukçuların sadece hukuk bilip (Türkiye’de o da tartışılır ya), tarih, sosyoloji ve felsefe bilmemelerinden kaynaklanan sorunlarla veya eksikliklerle muzdarip olabilir. Ayrıca, AİHM gibi evrensel ve özellikli bir mahkemenin, sıradan bir adliye mahkemesi gibi sadece önündeki dosyanın somut şartlarına bakarak karar vermesi, onun bu evrensellik iddiasının kendi eliyle zayıflatılmasına, mahkemenin sığ ve güdük kalmasına yol açıyor. Mahkemenin Holokost inkarıyla Ermeni soykırımının inkarı arasında kendince fark koymaya çalıştığı zaman bu sığlığın ortaya çıktığını aşağıda göstermeye çalışacağım. 

Türkiye’de ise karar, açıkçası benim beklediğim ‘coşkuyu’ yaratmadı. İki gün konuşuldu, malum isimler yazı yazdılar ama fazla bir yankı getirmedi. Bunu ülkedeki genel siyasi olgunluğa yoramayacağımıza göre, muhtemelen gündemin zaten çok ağır ve sıkıntılı olması bu haberin yaratacağı ‘coşkuyu’ engelledi diyebiliriz. Yok daha iyimser olmak istersek, Türkiye halkının “Türk’ün Türk’e propagandası”na karşı bilinçlendiğini de düşünebiliriz. Zira, ortada dolaşan “Soykırım yalanını bitirdik” lafı, Edirne’nin ötesinde iş yapmayacak bu türden bir propagandadan başka bir şey değil. AİHM’in kararına baktığınızda bunu açıkça görüyorsunuz.

Büyük Daire, “1915 ve sonrasında Osmanlı İmparatorluğu tarafından, katliamlar ve kitlesel göç ettirme yoluyla Ermenilere yaşatılan acıların” (tırnak içindeki ifadeyi karardan aynen alıp Türkçe’ye çevirdim. İngilizce bilenler için orijinalini de vereyim: “…the massacres and mass deportations suffered by the Armenian people at the hands of the Ottoman Empire from 1915 onwards…”) uluslararası hukuk bakımından soykırım olarak nitelenip nitelenmeyeceği konusunda karar vermenin kendi işi olmadığını, uluslararası ceza mahkemesini tersine bu konuda bağlayıcı bir hüküm vermenin de yetkisi dahilinde olmadığını çok açık biçimde belirtiyor. Kimilerinin yazdığının aksine “1915 tartışmalıdır” diye bir ifade karar özetinde yok. Büyük Daire bilinçli bir şekilde bu tartışmadan uzak duruyor. Mahkeme kendi işini, Perinçek’in mahkum olduğu İsviçre Ceza Kanunu’nun 261. maddesiyle İnsan Hakları Sözleşmesi’nin ifade özgürlüğünü düzenleyen 10. maddesinin çelişip çelişmediğinin tespiti olarak belirtiyor. Sonuç olarak mahkeme, Perinçek’in sözlerinin 1915 kurbanlarına yönelik bir nefret söylemi boyutuna varmadığından, Ermenileri yalancılıkla itham etmediğinden, onlara karşı hakaretamiz bir dil kullanmadığından ve onları sterotipleştirmediğinden dolayı ifade özgürlüğü sınırları içinde kaldığına hükmetmiş. Bütün bunları yapmamak Perinçek için zor olmuştur, nasıl becermiş bilmiyorum ama bu mantığın söylediği asıl önemlisi şey şudur ki Perinçek veya başka biri, “Ermeni Soykırımı yoktur/yalandır”, derken yukarıda sayılan işlerden birini yaparsa ceza alması halen mümkündür. Ki bu benim de öteden beri savunduğum anlayışa çok yakındır: mesele sadece “Soykırım yoktur” demek değildir, bunu nasıl söylediğin onun kadar önemlidir. Nitekim, bu son kararında da mahkeme 1915 kurbanlarının ve bugünkü Ermenilerin onurunun İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 8. maddesinin koruması altında olduğunun altını çizme ihtiyacı hissediyor.

Gelelim mahkemenin en tutarsız ve zayıf kaldığı noktaya. Mahkeme, Holokost’un inkarına cezayı onaylayan tavrıyla bu kararı arasındaki çelişkiyi açıklamak için birtakım argümanlar ileri sürüyor. Holokost inkarının, tarafsız bir tarih çalışması görünümünde olsa bile, üye ülkelerin tarihsel şartlarından dolayı anti-demokratik ve anti-Semitik (ırkçı) sayılması gerektiğini ileri sürüyor. Holokost inkarının Nazi dehşetini yaşamış ülkelerde özellikle tehlikeli olduğunu belirtiyor. İsviçre ile 1915 arasında benzer bir ilişki olmadığından, Perinçek o sözleri söylediğinde İsviçre’deki atmosferin gergin olmayıp o ülkede Ermeniler ve Türkler arasında çatışmaya yol açma ihtimali olmadığından bahisle Holokost inkarına benzer bir durumun burada geçerli olmayacağını söylüyor. Perinçek’in cezalandırılmasının Türkiye’deki Ermenilerin durumuyla gerekçelendirilip gerekçelendirilemeyeceğine bakmadığını çünkü İsviçre mahkemesinin Perinçek’e ceza verirken Türkiye bağlamına atıfta bulunmadığını söylüyor. E sayın mahkeme, o atıfta bulunmadıysa sen bulun! Sen herhangi bir mahkeme değilsin ki önünde ne varsa sadece ona bakarak karar veresin! Tamam anlıyoruz, hukuk tekniği icabı mahkeme önündeki dosyaya göre karar verir; verir ama bu mahkemeden çıkacak karar ne İsviçre’yle ne de başka bir ülkeyle sınırlı, dolayısıyla karar da sadece İsviçre’deki olası sonuçlara bakılarak verilmemeli. Bu zamanda İsviçre’de söylenenin İsviçre’de kalması mümkün? Ayrıca, soykırım inkarının doğuracağı sonuçları değerlendirirken bölgesel şartlara bu kadar kısıtlı kalmanın, dolayısıyla bu kararın absürt imaları da var. Şöyle ki, madem soykırım inkarının doğuracağı sonuçlar lafın söylendiği yere bakılarak değerlendiriliyor, Perinçek aynı sözleri İsviçre’de değil de Ermenilerin varlığını riske atacağı ve “İttihatçı dehşetinin yaşandığı” Türkiye’de söylese ve hayal etmesi biraz güç ama Türkiye de onu bundan dolayı cezalandırsa, o da gene AİHM’e dava açsa, mahkeme bu sefer onu değil Türkiye devletini mi haklı bulacaktı? 

Merak edenler olur diye şunu da ekleyeyim. Bu karar, Talat Paşa’nın 1915 katliamlarının başlatıcısı (initiator) olduğu tespitini de yapıyor. Peki nasıl oluyor da onun adına kurulmuş Talat Paşa Komitesi’nin anti-demokratik bir ajandası olmadığı kanaatine varıyor? Bu da gene mahkemenin çelişkisi. Bir an için Avrupa’nın bir ülkesinde “Adolf Hitler Komitesi” diye bir komitenin kurulduğunu ve Holokost’un yalan olduğunu ispatlamak üzere toplantılar yaptığını düşünün…

Bir de Perinçek’i bu performansından dolayı “tebrik edenler” var. Amenna, ama onlardan tutarlılık adına beklentimiz, Avrupa için bir ifade hürriyeti meselesi olan bu kararın, Türkiye’de ifade hürriyetini kısıtlayıcı etkilerinin de takipçisi olmaları ve buna karşı da mücadele etmeleridir.

AİHM’in kararı sonucunda, daha evvel soykırım tasarılarını kabul eden parlamentoların bu kararlarını çekecekleri iddiası da kulağıma çalındı. O parlamentolar kararlarını geri alırlar mı bilemem ama bu kararda geri almalarını gerektirecek bir hüküm yok. Türkiye’nin siyasi ve ekonomik şantajları muhtemelen bu karardan daha etkili olur. Sadece, AİHM taraf ülkeler ceza kanunlarında Ermeni Soykırımı’nın inkarını yasaklayan bir hüküm varsa bunu revize etmek zorunda kalabilirler. AİHM, “İnkarcıları dinlemek zorundasınız”, demedi; “Ellemeyin kendi kendilerine inkar etsinler”, dedi.