OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Cami duvarlarını temiz tutalım

Türkiye’nin Rus uçağını düşürmesiyle, ortalığı bir tedirginlik kapladı. Yalnız buna muhalefet edenler değil, birtakım bilindik milliyetçi hamasi sözlerle bu eylemi destekleyenler bile Rusya’nın nasıl karşılık vereceğini düşünerek tedirgin bir bekleyiş içine girdiler, ki işin o kısmı hâlâ belli değil. Ama sanki herkeste “Çok kızmasalar bari” havası var. 

Yukarıda sözünü ettiğimiz, çok haklı bir tedirginlik, çünkü tarih bize gösteriyor ki büyük savaşların patlaması işlerin bir anda kontrolden çıkmasından veya aktörlerden birinin, karşısındakilerin vereceği tepkiyi ölçememesinden kaynaklanmıştır. Örneğin, Hitler Eylül 1939’da Polonya’yı işgal ederken İngiltere ve Fransa’nın buna savaş ilanıyla karşılık vereceğini ve çıkan savaşın da altı yıl sürüp 60 milyon insanın ölümüne sebep olacağını herhalde öngörmemişti (öngörseydi yapmazdı demiyorum, o başka bir iddia olur). Yoksa, Nazi Almanyası, Mart 1938’de Avusturya’yı ilhak, Mart 1939’da da Çekoslovakya’yı işgal ederken olduğu gibi, sadece birkaç homurdanmayla mı karşılaşacağını düşünmüştü? Bir uçak düşürmek, bir ülkeyi işgal etmek kadar büyük bir eylem olmasa da, Türkiye tarafında buna karar verip uygulayanlar, Rusya’nın ne karşılık vereceğini herhalde hesap etmişlerdir. Umalım ki bu hesabı doğru yapıyor olsunlar, çünkü sonunda, gayet adaletsiz bir şekilde de olsa, onların verdiği kararlar hepimizi yakabilir. Ve gene umalım ki, bu hesabı sadece 2015 Kasımı’nın mevcut koşullarına göre yapıyor olmasınlar. Olası sonuçları düşünürken Osmanlı/Türk-Rus ilişkilerinin son 250 yılını, önlerine haritayı koyup bu zaman dilimindeki alan değişikliğine de bakarak göz önünde bulundursunlar ki, Kırım Savaşı’na niyet ederken akıbet Küçük Kaynarca olmasın. Ayrıca, uzun vadeli bakmak zihin açıcı olabilir. Allah muhafaza, bu gibi kriz durumlarında zihniniz, dimağınız açık olmazsa başka yerleriniz açıkta kalabilir.

Yukarıda bahsettiğim, işlerin kontrolden çıkmasının bir sebebi de, devlet kültürünün ve devletler arası ilişki kültürünün maço erkek kültürüne olan benzerliği. (Tabii, bunun, kritik karar alma konumlarında bulunanların neredeyse tamamen erkek olmasından kaynaklandığı söylenebilir ama maço kültürü kişinin cinsiyetiyle belirlenen bir şey değil aslında. Bir kadın da pekâlâ maço kültürü benimsemiş ve ona göre davranıyor olabilir; örnek dışarıdan Margaret Thatcher içeriden Tansu Çiller ama konuyu daha fazla dağıtmayalım şimdi.) Bu maço kültürü, bir eylemde bulunacağı zaman, bunu onur, şeref gibi değerlerle gerekçelendirir veya meşrulaştırır. ‘Ne pahasına olursa olsun altta kalmamak’, ‘gücünü göstermek’, ‘korkak gibi yaşamaktansa şerefinle ölmek’, geri adım atmamak, taviz vermemek, ‘tükürdüğünü yalamamak’ vs., bu kültürün normları olarak karşımıza çıkar. Zayıflık belirtisi olarak görünebilecek bir duruma asla izin verilmemelidir. Burada sükûnet birinci planda gelmez; bilakis, öfkeli ve ‘gözü kara’ olmanın bir prestiji vardır. Bu unsurlar açısından bakıldığında, devletler ‘erkek’ olmaya veya en azından öyle görünmeye çalışırlar. Fakat maçoluk yıkıcıdır; üstelik maço olan devletlerse, bu yıkıcılık pek tabii katbekat büyür.

Bölgede gerginliğin kontrolden çıkmasının getirebileceği en önemli tehlike bence şu: Ortadoğu ve Kafkasya’nın bütünü olarak tanımlayabileceğimiz bu coğrafyada, ülke sınırlarıyla birebir örtüşmeyen, tarih, siyaset, kültür, din ve mezhep gibi karmaşık unsurlarla belirlenmiş, birbirini kesen birçok ‘kat yeri’ var. Mevcut dengenin soğurabileceğinden fazla bir tansiyon, bu coğrafyanın, kat yerlerinden patır patır yırtılması sonucunu doğurabilir. Bunun pratikteki karşılığı, her grubun heybesindeki hırs, hınç, ihtiras ve hesaplarla, bir koyup üç alma hevesiyle bu çatışmaya dahil olması, yani herkesin birbirinin boğazına sarılması demektir. Doğrudan bölge ülkesi olmayan ama küresel güç olan veya olmak isteyen devletlerin de böyle bir çatışmaya bigâne kalacakları düşünülemez; ya doğrudan, ya da dolaylı olarak, müdahil olacaklardır. Evet, bu bir felaket senaryosu ama felaket tellallığı değil, çünkü her aktör adımlarını en kötü senaryoyu düşünerek atarsa, bu herkesin ortak iyiliğine hizmet eder. Tabii, karar alıcılar, bütün muhakeme ve vicdanlarını kaybetmemişlerse… Kaybetmişlerse işimiz Allah’a kalmış demektir ki, onun sicili de devletlerinkinden pek parlak değil.