‘Türkiye’nin endişesi Suriyeli Kürtler’

Kürt siyasetinin önde gelen ismi Ahmet Türk, Ortadoğu’da yaşanan son gelişmeleri değerlendirdi: “Türkiye’nin Suriye konusundaki ısrarı Kürtlerle ilgilidir. Esad devrilirse 4,5 milyon Suriyeli Kürt statü kazanacak. Süreç Kürtlerin buluştuğu noktaya doğru gidiyor.”


Fotoğraf: Erhan Arık

 

‘Kendimizi inkâr ederek
Kürt sorununda muhatap olamayız’

Kürt siyaseti deyince akla ilk gelen isimlerden Ahmet Türk ile son dönemde Kürt  sorunu etrafında yaşanan gelişmeleri konuştuk. Ortadoğu’da yaşanan son gelişmelerle Kürt sorununda çok kritik bir evreye girildiğini belirten Türk, hükümetin “yeni Kürt stratejisi”yle birlikte girilen süreci değerlendirdi.

FUNDA TOSUN 
fundatosun@agos.com.tr 

•          Öncelikle BDP’nin Amerika ziyaretiyle başlamak istiyorum. Neden gittiniz ve görüşmeler nasıl geçti?

ABD gezisi Kürt sorununa çözüm arayışları bağlamında gerçekleştirdiğimiz bir geziydi. Bugüne dek devlet tek taraflı olarak Kürt meselesini diğer ülkelere anlattı. Bugün artık biz başta ABD olmak üzere diğer ülkelere sorunun gerçek nedenlerini, Kürtlerin hak ve taleplerinin neler olduğunu anlattık. Kürt meselesi denilen şeyin devletin bugüne dek yaptığı gibi silahlı mücadele, terör ve güvenlik bağlamında çözülemeyeceğini, Ortadoğu’daki değişim ve dönüşümlerin Kürtlerin hak ve özgürlükleri anlamında yeniden okunması gerektiğini anlattık.

•          Ortadoğu’da yaşananları Türkiye’nin Suriye, Irak ve İran’la ilişkilerini Kürt meselesi bağlamında nasıl değerlendiriyorsunuz?

Türkiye’nin Suriye’ye müdahalesi Kürtlerle ilgilidir. Çünkü Esad’ın gitmesinden sonra çok iyi biliniyor ki nüfusu 4.5 milyona yaklaşan Kürtler artık Suriye’de bir statüye sahip olmak isteyecek. Türkiye bunu bildiği için bölgeyi kontrol altına almak istiyor. Suriye’de Kürtler statü kazandığında Irak’ta Federe Kürt Devleti ile arasında bir sınır olsa bile fiiliyatta sınır olmayacak. Gidişler gelişler ve ilişkiler yoğunlaşacak. Türkiye tüm bunları biliyor. Süreç, Kürtlerin buluştuğu bir döneme doğru ilerliyor. Yani artık sınırların da bir anlamı kalmıyor. Öte yandan Suriye’de bir statü elde edilirse 20 milyon Kürdün yaşadığı Türkiye’de ne olacak? İran’da İslami Cumhuriyetin güçlü kontrol mekanizması Kürtler için ne kadar sürecek? Türkiye bu değişim ve dönüşümün sonunda kendi kapısını çalacağının farkında olduğu için bunun önünü kesmeye yönelik bir siyaset yürütüyor. Dolayısıyla çok yanlış politikalar uyguluyor. Türkiye, geçmişte komşularla sıfır problem diyordu ama bugün maalesef komşularının hepsiyle problem yaşıyor.  Türkiye’nin Ortadoğu’da güçlü ve yönlendirici bir devlet olabilmesi için Kürtlere saygı göstermeyi öğrenmesi gerekiyor. Kürtler, Türkiye’yi bölgede güçlü bir hale getirebilecek bir güç. Başbakan’ın Kürtleri potansiyel bir tehlike olarak değil bir güç olarak görmesi gerekiyor artık.

•          Son zamanlarda ‘yeni Kürt stratejisi’ olarak zikredilen stratejide BDP’nin ‘bağımsız’ olarak hareket ettiği takdirde muhatap alınabileceği konuşulmaya başlandı. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Son dönemde Kürt sorununun diyalogla çözümünün önünü kapatan hükümetin kendisi oldu. Diyalogu askıya alan hükümet, Kürtleri bastırıp sindirerek, tutuklamalara aralıksız devam ederek  psikolojik bir savaş yürütüyor. Bu bağlamda son dönemde yapılan açıklamalar aslında bir diyalog başlatma niyeti değil, tam tersine partiyi ve bizleri teslim almaya yönelik bir politikayı gösteriyor. Bize söylenen ve bizden beklenen “Düşüncelerinizden vazgeçin, Kürt halkının taleplerini dile getirmeyin, ondan sonra sizi muhatap kabul edelim” yani “Kendi kendinizi inkâr edin ki muhatap olabilesiniz” deniliyor. Biz bir tarafız; Kürtlerin hakları için mücadele eden bir taraf. Şu anda durduğumuz yerden vazgeçtiğimizde muhatap olmamızı gerektiren bir durum kalmayacak. Biz halkın iradesiyle seçilmiş insanlarız, halkımızın hak hukuk adalet talepleri var. Biz bu talepleri gündeme getirmek, Kürt halkının taleplerinin gerçekleşmesi konusunda bir çözüm üretmek için varız. Kürtleri ve kendimizi inkâr etmek için değil. Biz muhataplık meselesinde her zaman hazır olduğumuzu ifade ettik. Eğer Kürt meselesinin hukuki ve siyasi boyutunu halletmek istiyorsanız biz hazırız. Taleplerimiz net; demokratik anayasa, Kürt dilinin üzerindeki baskıların kaldırılması ve Kürtlerin artık siyasal bir statüye sahip olması.

•          Bunların dışında, silahların bırakılması ve PKK’nin dağdan inmesi konusunda BDP muhatap olamaz diyorsunuz...

Evet çünkü bizim elimizde silah yok. Biz silahları bırakıyoruz diyemeyiz. Böyle bir temsiliyet gücümüz yok. Bunun için sürecin işlemesi ve tüm tarafların ikna edilmesi gerekiyor. Bu konuda istenirse ancak aracılık edebiliriz. İkna ederek, tartışarak, görüşerek bir yol bulunması için çaba harcayabiliriz. Biz bunu böyle dile getirdiğimizde hükümet, “Vay efendim bakın sorunu başka yerlere havale ediyorlar” diye bir yaygara koparıyor ve Türk milliyetçilerini bizim karşımıza çıkartıyor. Silahların susmasını istiyoruz ancak bu meselenin muhatabı biz değiliz.

•          Siz silahların bırakılması, PKK ve Öcalan ile müzakerelerde, Özal döneminde ve 2005 yılında aktif olarak sürecin içinde yer aldınız. O dönemde neler yaşandı? 

Rahmetli Özal bu konuda deneyimli ve gerçekten bu işin böyle gitmeyeceğini gören biriydi. Bir gün beni yanına çağırdı. Elini dizime koydu ve “Bak, Ahmet, herkes şahinse ben herkesten daha şahinim. Herkesten fazla bu ülkeyi seviyorum ama siyaset, kucaklamak, bazı şeyleri görmek ve bunları telafi etmek demek” dedi ve devam etti “Ben Süleyman bey gibi korkak değilim. Allahtan başka kimseden korkmam. Mutlaka bu işi çözmemiz gerekir” dedi ve bunları söylerken çok rahattı. Beyrut’ta yapacağımız görüşmelere yalnız değil kendi partililerinden ve farklı gruplardan da insanlar götürürsek sıkıntıya düşmeyeceğimizi söyledi. Bir genel af önerisi vardı.  Biz gittik. Beyrut’tan Şam’a geçtik. Şam’da Celal Talabani’yle Şam’ın 30-40 km dışında bir yemek yedik. Birlikte Şam’a dönerken radyodan Özal’ın öldüğü haberini aldık. Ve tabii ki süreç sona erdi.

•          Öcalan ile müzakereler devam ederken 7 Temmuz’da Öcalan’ın avukat görüşmelerinden önemli bir sonuç açıklandı. Öcalan devletle ‘barış konseyi’ çerçevesinde anlaştıklarını, bunun bir ay içinde kurulmasını planladıklarını, daha önce ateşkesin son tarihi olarak verilen 15 Temmuz’un bir hükmünün kalmadığı ifade edildi. 14 Temmuz’da ise Silvan saldırısı ve zamanlaması oldukça tartışılan demokratik özerklik ilanı gerçekleşti. Saldırının da özerklik ilanının da Öcalan’la devlet arasındaki müzakerelerin Kandil ve DTK tarafından tanınmadığı anlamına geldiği yönünde yorumlar yapıldı. Ardından müzakereler sona erdi. Sizce bu süreçte olan biten neydi?

Demokratik özerklik Kürtlerin vazgeçilmez bir talebi olarak gündeme geldi ve bir kararlılığın ifadesiydi. Tabii ki Silvan olayı, bilemiyorum yani, Silvan’da bir çatışma oluyor ama iç yüzünü bilemiyoruz. Müzakerelerin sona ermesi konusunda bu süreçte yaşanan ve yaşanacak her şeyi hesap ederek ve siyasi bir kararlılık göstererek yola devam etmeniz gerekiyor. Mesela Mandela Güney Afrika’da hükümetle görüşmeler yaparken Mandela’nın bizzat kendisinin kurduğu örgüt, Güney Afrika ordusu tarafından bombalanıyordu ama bu durum sürecin önüne geçmedi, çünkü bir kararlılık vardı. İrlanda’da da saldırılar neredeyse hiç hız kesmedi. Ama çözüm arayışlarına ara verilmedi. Hedefinizde bir çözüm yoksa yaşananları kullanarak süreci tıkarsınız. Başbakan’ın diğer konularda gösterdiği ve benim takdir ettiğim kararlılığı Kürt meselesinde de göstermesi gerekiyor. 12 Eylül’ün, 28 Şubat’ın, Ergenekon’un üzerine nasıl gidiyorsa Kürt meselesinin de üzerine öyle gitmesi gerekiyor. İşin bir boyutuna dokunup diğer boyutuna dokunmamak olmaz. Mesela 2 Mart 1994 DEP Darbesi üzerine neden gidilmiyor? Biz parlamentodan polis zoruyla götürülürken bunda askerin rolü yok muydu? Çok iyi biliyoruz ki, dönemin genelkurmay başkanı Doğan Güneş Tansu Çiller’e “Ya bunları meclisten atacaksınız ya da sokak ortasında it gibi öldüreceğiz” demişti. Neden söz konusu Kürtler olunca askerin yaptıkları sorgulanmıyor? Ergenekon neden Fırat’ın doğusuna geçmiyor? Yine çok iyi biliyoruz ki Ergenekon’u ortaya çıkarmak istiyorsanız Kürt coğrafyasındaki bataklığı kurutmanız gerekir. Ergenekon oradan nemalandı, orada güçlendi, orada çeteleşti ve bu çeteleşme devleti ele geçirmeye kadar uzandı.

‘BDP’Yİ KAPATIRLARSA DEMOKRASİYİ AĞIZLARINA ALMASINLAR’

•          Kürtlerin Ergenekon davalarına sahip çıkmadığı yönünde çok fazla eleştiri var. Sizin son dönemde İnternet Andıcı ve 12 Eylül davasına müdahil olma talebiniz basına yansıdı. Daha önce de bu yönde talepleriniz oldu mu?

Aslında başından beri Ergenekon, JİTEM gibi konularda çok hassasiyet gösterdik. Bu konuları Parlamentonun ve Türkiye’nin gündemine taşımaya çalıştık. Andıç olayında da 12 Eylül’le ilgili konularda da müdahillik talebimiz oldu. Hasip Kaplan ve Aysel Tuğluk’la birlikte şahıs olarak ve DTP tüzel kişiliği olarak müdahil olmak istedik ama reddedildi. Ben bizzat 12 Eylül mağduruyum. 12 Eylül’ün zindanlarında bulundum. 2 yıla yakın bir süre Diyarbakır cezaevinde kaldım. Ben ve oradaki herkes bu güne geleceğimizi, sağ çıkacağımızı asla ve asla düşünmüyorduk. 22 ay bilfiil psikolojik ve fiziki işkence gördüm. Türkleştirilme politikasının bizzat mağduru oldum. Tam 56 marş ezberledim. Sadece bu sebeple bile olsa şu anda görülen davaları önemsiyorum. Siyasi olarak ise geçmişle hesaplaşılması gerektiğini düşünüyorum ve bu geçmişin içinde Kürtlere yapılanların çok büyük bir alan kapladığına inanıyorum. Sivilleşme alanındaki mücadele, Kürtlere uygulanan politika ile dengelemeye çalışılıyor. 2 yılda 6-7 bin  Kürt siyasetçisi KCK adı altında içeri alınıyor. İnanın ki dosyalarına baktığımızda tüm bu tutuklamaların ne kadar siyasi olduğunu görüyorsunuz. X İlçe başkanına “Senin x ilçeye gittiğin tespit edilmiştir” denilerek suç isnat ediliyor.

•          Son çıkan KCK iddianamesinde BDP ile ilgili çok fazla gönderme ve tespit bulunuyor ve iddianame BDP’nin kapatılması talebiyle Yargıtay’a gönderildi. BDP kapatılabilr mi?

Kafa yapısı değişmediği takdirde, isterlerse BDP’yi kapatmak için bir çok şey bulabilirler. Yani eğer suçlu ilan etmek istiyorsanız binlerce gerekçe de uydurabilirsiniz ama bir yandan partiler kapatılmasın derken öte yandan KCK davasını bir partinin kapatılması için kullanırsanız bir daha demokrasi lafını ağzınıza almamalısınız. 28 Şubat mağduru olduğunuzu söylememelisiniz.