OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Kürtleri kim radikalleştiriyor?

Son aylarda Kürt şehirlerinde yaşanan çatışmalarla ilgili olarak, hükümet yetkilileri de dahil birçok farklı kesimde tekrarlanan bir tespit var. PKK’nın savaşı şehirlere taşımasının arkasındaki amacın, Kürt halkını militanlaştırarak ‘safları keskinleştirmek’ ve nihayetinde ayrışmayla sonuçlanacak bir kaos veya iç savaş ortamı yaratmak olduğu söyleniyor. Olabilir, benim bunu bilmem mümkün değil ama PKK yöneticilerinin böyle bir planı olması mümkündür. Öyleyse, özellikle devleti yönetenlere sormak lazım: Madem bu ‘oyun’u gördünüz, neden âdeta onun bir parçasıymış gibi hareket ediyorsunuz? Çünkü geldiğimiz noktada asıl soru, Kürtleri militanlaştırmak, radikalleştirmek için devletin PKK’ya ihtiyacı ne ölçüde olacak, yoksa bunu ‘kendi imkânlarıyla’ başarabilecek mi sorusudur. Kürtlerin radikalleşmesi için Diyarbakır Hapishanesi tecrübesini bire bir tekrar yaşamamız gerekmiyor ki... Birçok ilçe veya mahalle halkının toptan cezalandırılması pekâlâ aynı işlevi görebilir. Aynı minvalde, sahadaki silahlı devlet güçlerinin akıl ve vicdanla bağdaşmayan eylemlerini, jestlerini, sembolik şiddetini de sayabiliriz. Duvar yazılarından tutun da, çekilip servis edilen fotoğraflara kadar... Hepsi âdeta Kürtleri kışkırtmak için yapılıyor. Siyasi irade bunları önleyemiyor mu, yoksa önlemek istemiyor mu? Devleti yönetenler, yani hükümet geçmiş tecrübelerden hiç mi bir şey öğrenmez? Ama öğrenmiyor işte...

Tabii bir de, cari hükümetin niteliğinin bir gereği olarak, onu destekleyen bir kısım entelektüel var. Onlar bu manzaranın tam tersi bir durum varmış gibi yazıp çizebiliyorlar. Örneğin, onlardan ‘ciddi akademisyen’ sıfatlı biri, böyle bir kaotik ortamda, böyle bir hengâme içindeyken, devletin “terörle mücadele”yi hukuk dairesinde kalarak yaptığını gönül rahatlığıyla söyleyebiliyor. Devlet, yüzlerce “teröristi” “şakır şakır” “etkisiz hale getirir” ve bunu ilan ederken, akademisyenimizin içi son derece rahat demek ki; yüzlerle ifade edilen sayıda kişinin “terörist” olduğundan, hepsinin “kanun dairesinde” etkisiz hale getirildiğinden çok emin. Biz “Acaba mı?” derken, o sivillerin, onlu yaşlarındaki çocukların, kırklı yaşlarındaki bilmem kaç çocuk annesi kadınların ölümlerinde, devletin bırakın doğrudan failliğini, dolaylı sorumluluğu olduğunu bile düşünmüyor olsa gerek ki, en azından usulden de olsa, devlete ‘mücadelede daha dikkatli olunması gerektiği’ne dair bir çağrı yapma ihtiyacı da hissetmiyor (Fakat, tek bir yasadışı eylemin bile devletin hukuki olma vasfını zedeleyeceğini bilecek kadar akademisyen). Hükümetin ve güvenlik güçlerinin, daha evvel yapılan hataları tekrarlamayarak, hukuk perspektifini yitirmediğini söylüyor. Halbuki, bölgede PKK/HDP çizgisinin en net ve sert muhalifi konumundaki HÜDA PAR bile, yaşanan hukuksuzluklar neticesinde devleti de hukuk içinde kalmaya çağırmış! (http://hudapar.org/Detay/Haber/1108/cizrede-yasanan-olaylar-uzerine.aspx)

Aynı akademisyen, PKK’nın kırsal alanda yenilgi yaşadığını, bunun üzerine savaşı şehirlere taşıdığını, şimdi orada da ikinci bir yenilgi aldığını söylüyor. Fakat, bu argümanına karşılık güvenlikçi politikalarla, askerî yöntemlerle nihai sonuç alınamayacağı, bunun geçmişte çok denendiği itirazının geleceğini bildiğinden, PKK’nın geçmişte de çok yenildiğini o da söylüyor. Fakat o zamanlar, geçmiş hükümetlerin ve güvenlik güçlerinin hataları yüzünden bu askerî yenilgilerin siyasi yenilgilere dönüşmediğini iddia ediyor. Cari hükümet siyasi perspektifi kaybetmediği için bu sefer askerî yenilginin siyasi yenilgiye dönüşmesi ihtimalinden bahsediyor. Böylece askerî yöntemlerin düşünsel altyapısını veya gerekçesini oluşturmuş oluyor. Keşke, dediği gibi hükümetin bu meseleye dair, ayakları yere basan, bütüncül bir siyasi planı olsa, biz de bunu tartışsak, keşke... Böyle bir plan var da biz mi bilmiyoruz, gizli bir plan mı acaba? (Bu akademisyenin şahsi kimliğinin, adının sanının birincil bir önemi yok. Önemli olan bu tür argümanların böyle bir bağlamda, akademisyen/entelektüel kimlikli biri tarafından dillendiriliyor olması. Çünkü bu tür yaklaşımlar ve böylece yaratılan hava, meselenin doğru tarifini ve dolayısıyla çözümünü daha da zorlaştırıyor.)  

HÜDA PAR’ın açıklaması vasıtasıyla şunu da hatırlamak gerekiyor. Bir Kürt’ün, “Ben dindarım, muhafazakârım, şu partiye değil, bu partiye oy verdim” veya “Ben zenginim, şehirliyim, burjuvayım” düşüncesiyle kendini dokunulmaz hissetmesi bir nevi tedbirsizlik olabilir. Günü ve saati geldiğinde, devletin, hele hele güvenlik güçlerinin gözünde, bir Kürt sadece bir Kürt’tür. Bu hissenin kıssası olan, Ermenilerin geçmiş zamandaki durumunu da bir ara bu köşeden ‘Kürt kardeşlerim’e anlatırım.