YETVART DANZİKYAN

Yetvart Danzikyan

KARDEŞÇESİNE

Kürtler, akademisyenler, Ermeniler

Çatışmalı sürecin en şiddetli günlerini yaşıyoruz. Sivil ölümleri, hastaneye kaldırılamayan yaralılar, haftalardır bekleyen cenazeler, sokağa çıkma yasakları, yeniden başlayan göçler arasında, Kürt illeri nefes alamaz halde. Bu yazının yazıldığı saatlerde Şırnak’ın Cizre ilçesinde, yaralıları çıkarmak için gittikleri Cudi Mahallesi’nde ateş altında kalan, aralarında yaralıların da bulunduğu 10 kişi bir bodruma sığınmış, saatler sonra çıkarılabilmişti. Söz konusu 10 kişi arasında HDP’li milletvekili Faysal Sarıyıldız, Cizre Belediye Eşbaşkanı Kadir Kunur da bulunuyordu. Gelen son bilgiye göre, bodrumda mahsur kalan grup Cizre Belediyesi’ne götürülmüş, yaralılar ise hastaneye kaldırılmıştı. Ancak bunun bile saatler süren uğraşlar, pazarlıklar sonucunda gerçekleşebildiğini ve –gelen bilgilere göre– yaralıların hastane girişinde darp edildiğini de söylemek gerek. 

Aynı saatlerde Ankara’da muhtarlarla mutat toplantısını yapan Cumhurbaşkanı Erdoğan ise, akademisyenleri sert sözlerle yine hedef haline getirirken, Kürt meselesine dair de şu sözleri sarf etmekteydi: “Önümüzdeki süreçte ne bölücü terör örgütü, ne de onun güdümündeki parti ve diğer yapılar asla muhatap alınmayacaktır, o iş bitmiştir.”

Bitmiştir” dediği, bir ara “buzdolabına kaldırdık” dediği süreç olsa gerek. Bu meselede çok fazla viraj ve son anda direksiyon kırmalar gördük, dolayısıyla Erdoğan böyle dedi diye bir daha müzakere olmayacağını düşünmemiz için bir neden yok. Hatta, Erdoğan’ın ‘önce yıldırma’ taktikleri düşünüldüğünde, yakın zamanda bir müzakere başlayabilir bile. Ancak, biz söylenen sözleri ve daha önemlisi, memleketteki durumu dikkate almalıyız.

Tablo, devletin Kürt meselesinde 90’lara rahmet okutacak argümanlar eşliğinde bir bastırma harekâtına giriştiğini gösteriyor. Tanklar ve toplarla icra edilen bu harekât muhtemelen sınırsız bir şiddet atmosferini daim kılarak bölge halkını siyasal Kürt hareketinden –becerilebilirse– uzaklaştırmayı, o yapılamıyorsa da en kötü ihtimalle halkın göç etmesini sağlayıp bölgenin demografik yapısını değiştirerek önümüzdeki dönemin oy dağılımlarını yeniden dizayn etmeyi amaçlıyor. Açıkçası, olup biten, bunları düşündürüyor.

Akademisyenlerin bildirisi, işte bu ortamda geldi ve iktidarın ölçüsüz tepkisiyle karşılaştı. İktidarın bu derece büyük bir baskı kurması ve bu akademisyenler hakkında hem idari, hem de adli soruşturma başlatması üzerinde biraz durmak gerekiyor.

Başbakan Davutoğlu’nun “İmzalarını çeksinler” baskısı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sürekli ihanetten dem vurması eşliğinde, bir yandan da YÖK Başkanı’ndan bilgi alınıyor ve muhtemelen bu akademisyenlerin meslek hayatına ilişkin birtakım tasarruflar planlanıyor.

Nefes alınamaz bir baskı rejimine doğru, emin adımlarla ilerliyoruz. Bilhassa bu akademisyenler meselesinde 12 Eylül benzetmeleri yersiz değil, çünkü o dönemi hayli hatırlatan, hatta her gün televizyonlarda ve onlarca haber kanalında üretilen argümanlar dikkate alındığında, onu geride bırakan bir zihniyet, çığırından çıkmış bir halde ülkenin gidişatını belirliyor.

Burada bir parantez açıp, bu çığırından çıkma meselesi üzerinde biraz durmakta fayda var. İçinde bulunduğumuz gidişatın faşizan bir gidişat olduğu, artık daha yaygın biçimde kabul ediliyor. Bu gidişatın en önemli göstergelerinden biri, iktidarın (ya da ‘parti’nin) dilindeki o ‘çığırından çıkma’ hali. Tam da böyle dönemlerde, kürsüdeki kişi olabilecek en sert, en uç, en tartısız, en ölçüsüz, en hakaretamiz, en hedef haline getirici sözleri art arda sıralar ve bir aşamadan sonra çıtayı her seferinde daha yükseğe koyar. Faşist ideolojinin en bildik göstergelerinden biridir bu. Bendini aşmak, söze sınır çekmemek, muarızını (ki bunlar, elinde iktidarınkine benzer bir güç olmayan, kendilerine eşit biçimde savunamayacak olan, bu açıdan güçsüz kesimlerdir) neredeyse fiziki olarak da ‘ezecek’ bir söz saldırısı altında köşeye sıkıştırmak, bu zihniyetin alametifarikasıdır. Dolayısıyla, bendini aşan beyanatları dinlerken işin bu kısmını akılda tutmakta fayda var.

Kapa parantez. Evet, işte bu iç içe geçmiş iki gelişme, ne kadar zorlu bir döneme girdiğimizin de göstergesi.

Elbette, bu atmosfer tek başına gelmiyor; paket halinde geliyor. Böyle bir gidişatın olmazsa olmazı ‘Ermeniler’ meselesi de şu günlerde iktidara yakın medyanın dilinden düşmüyor. AKP’ye yakın bir gazetenin internet sitesinde, bu akademisyenlerden bazılarının zamanında (2008’de) 1915’le ilgili olarak başlatılan ‘Özür Diliyoruz’ imza kampanyasına da katıldıkları yazıldı ve bu isimler ‘listelendi’. Ancak söz konusu gazetenin internet sitesinden yaptığı işi, ertesi gün başka bir gazete, kendisinden beklenecek şekilde manşetten duyurdu, ‘Hain imzacılar Ermeni âşığı çıktı’ başlığıyla...

Hangi gazetede mi? Hani geçenlerde yayın koordinatörü hayatını kaybetmişti de, hem Cumhurbaşkanı, hem de Başbakan cenaze töreninde en önde yer almıştı, töreni tüm televizyonlar canlı yayınlamıştı, TSK’nın “dik durdu” demese de taziye bildirdiği, terörle mücadele konusunda son iki yıldır yakınlaştıkları ortaya çıkmıştı. Hani o hayatını kaybeden yayın koordinatörünün ardından, iki farklı gazetede “Sert yazılar yazardı ama çok tatlı adamdı, tanısanız çok severdiniz” mealinde yazılar yayımlanmıştı.

İşte o gazetenin manşeti de buydu. Dedim ya, geldi mi paket halinde geliyor.