OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

‘Ya benimsin, ya kara toprağın’

Kürt sorununun Ermeni sorunuyla olan benzerlikleri kendini göstermeye devam ediyor. Eski söylemler, ithamlar, iddialar yüz yıllık arayla tekrar tekrar, döne döne tedavüle sokuluyor. Ermenilerin Osmanlı’dan bağımsız devlet istedikleri ‘suçlaması’ gibi, bugün de Kürtlerin kendi bağımsız devletlerini kurmak istedikleri, hatta bunu ‘pan-Kürdist ve irredentist’ (tabirler hükümet yanlısı bir akademisyene ait) bir perspektifle, birkaç ülkedeki Kürt topluluklarını kapsayacak şekilde yapmak istedikleri söyleniyor. Konunun Ermenilerle ilgili tarihsel boyutunu, Osmanlı Ermeni partilerinin homojen olmadığını, kendi tarihleri ve olayların gelişimi içinde taleplerinin de değişkenlik gösterdiğini söyleyerek geçiyorum. 

Bugün geldiğimiz noktada, Kürtlerin ne istediği sorusu bir kez daha önümüzde duruyor. Ermeniler için söylediğimiz ve aslında malumun ilamı olan hususu ‘Kürtler’ için de söyleyerek başlayalım: ‘Kürtler’ diye homojen bir birim, bir aktör yok, ne içeride, ne de dışarıda. Dolayısıyla, şu uluslararası konjonktürde kimi Kürt kişiler ve örgütleri, yukarıda zikredildiği şekliyle bağımsız bir ülke tahayyül ediyor olabilirler. ‘Konjonktür’le kasıt da şu: Başbakan Davutoğlu da dahil olmak üzere birçok kişi, Ortadoğu’da Sykes-Picot Anlaşması’yla kurulan ve aslında yapay, yani sosyolojik olgularla uyumlu olmayan siyasi düzenin sonunun geldiğini söylüyor. Tabiri caizse, kızgın, akışkan bir madenin yeni kalıplara döküldüğü ve döküleceği bir dönemden geçiyoruz. Bu yeniden şekillenme sürecinde her aktörün beklentileri, projeleri ve hedefleri olması anlaşılır bir durumdur. Bu aktörler içinde, eski düzenin belki en büyük kaybedeni olanı Kürt grupların da bu süreçte irade ve inisiyatif göstermeleri, projelerini ortaya koymaları, beklenmedik bir şey gibi karşılanmamalı. Örneğin, HDP sözcüleri Kürtler için şu projeyi veya öngörüyü ortaya koyuyorlar: Bulundukları ülkeler içinde ama özerk, yönetim yetkilerinin merkezle paylaşıldığı idari bir yapı(lar) temelinde var olmak. Buna katılırsınız veya katılmazsınız ama, bir siyasi projedir. Buna karşılık, Türkiye devletinin önerisi, bu yeniden şekillenme esnasında yalnız ‘iç’ değil ‘dış’ Kürtler için de projesi, öngörüsü nedir? Kürtlere ne söylüyor, ne vadediyor, onları nerede konumlandırıyor? İktidarın kimi resmî ve gayriresmî sözcüleri, Kürtlere ‘özel’ bir durum olamayacağını, dolayısıyla onlara ‘özel’ bir şey söylemenin gerekli olmadığını belirtiyorlar. Bununla hemfikir olabilirdim – eğer kuruluşundan bu yana, bu ülkede, bırakın mükemmeli, vasatın üzerinde işleyen, her birey ve grubun kendini istediği doğrultuda özgürce geliştirebileceği, istediği özelliğini öne çıkaracağı, demokratik, özgür bir devlet ve toplum düzeni inşa edilebilmiş ve bunun için de herkes gibi Kürtler de, ister Kürtlüklerine ister başka kimliklerine dayanarak huzurlu bir yaşam sürebilmiş olsaydı... Ama bu kurulamadı, kurulamadığı için de Kürt sorunu denen sorun gün geçtikçe karmaşıklaştı, kangrenleşti ve Kürtlerin sosyoekonomik, coğrafi ve demografik özelliklerinden dolayı ‘özel’ bir hal aldı. Bunun yanı sıra, geldiğimiz noktada uluslararası siyasi durum da Kürtlerle ilgili kapsamlı ve somut bir söz söylemeyi zorunlu kılıyor. Fakat, Kürtler söz konusu olduğunda Türkiye’nin tavrı, çözüm önermek yerine, hep bir “istemezük, yaptırmazuk” gibi negatif bir tavır olarak görünüyor.

Öte yandan, Türkiye’deki Kürtlerin hissiyatını Türkler örneğinden hareketle anlatmak daha anlaşılır olabilir. İktidardaki parti veya partiler değişebilir, bugün bu gelir, yarın şu; fakat bundan bağımsız olarak, bu ülkede kendini Türk olarak tanımlayanların kahir ekseriyeti, uzun vadede maddi-manevi varlıklarının bu devletin idaresi altında korunup gelişebileceğine inanıyorlardır herhalde. Peki, aynı şeyi Kürtlerin kahir ekseriyeti için söyleyebilmek mümkün mü? Mesele bu. Türkiye Cumhuriyeti devleti kuruluşundan bu yana vatandaşı olan Kürtlere bunu hissettirebildi mi? Hissettirebilseydi bugün bu durumda mı olurduk? Entegre ve müreffeh bir Kürt topluluğu yaratılabilmiş olunsaydı, sınırötesi veya küresel konjonktürün değişmesi karşısında bu kadar kırılgan olunur muydu? Devlette devamlılık esas olduğuna göre, bugün devleti yönetenlerin de bu bagajı unutmadan ve eğer onu sahiplenmiyorlarsa onun verdiği mahcubiyetle hareket etmesi gerekir. Bunun şu anda dünyanın en naif lafı gibi göründüğünün farkındayım ama, bir yorumcu olarak bunu söylemeliyim.

Ortadoğu’nun içinde bulunduğu çalkantılı dönemde Kürt toplulukları için bir tür çekim merkezi olabilecek fikir ve projeler karşısında Türkiye Cumhuriyeti devleti hangi proje ve fikirlerle alternatif bir çekim merkezi oluşturuyor? Aklı ‘ayrılıkçı muzır fikirler’e kayabilecek, sayıca şu veya bu büyüklükteki Kürtlere, Türkiye devleti ne söylüyor? Tabii, büyüklerimiz daha iyi bilirler ama sokağa çıkma yasaklarıyla ilçeleri, mahalleleri kuşatıp toplu cezalandırma yoluna gitmek, velev ki orada yasadışı silahlı gruplar olsun, insanları çekecek alternatif bir yaşam projesi gibi durmuyor.