OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Azrail’in son borusu

Aşağı yukarı iki ay evvel yazdığım bir yazıyı şu cümlelerle bitirmiştim: “[Türkiye’de] Bir Kürt’ün ‘Ben dindarım, muhafazakârım, şu partiye değil, bu partiye oy verdim’ veya ‘Ben zenginim, şehirliyim, burjuvayım’ düşüncesiyle kendini dokunulmaz hissetmesi bir nevi tedbirsizlik olabilir. Günü ve saati geldiğinde, devletin, hele hele güvenlik güçlerinin gözünde, bir Kürt sadece bir Kürt’tür. Bu hissenin kıssası olan, Ermenilerin geçmiş zamandaki durumunu da bir ara bu köşeden ‘Kürt kardeşlerim’e anlatırım.” Bu hafta o kıssayı özetlemeye çalışayım.

Malum, 1908’de Osmanlı’da anayasanın yeniden yürürlüğe konması, seçimler yapılarak meclisin toplanması, siyasi partilerin yasal hale gelmesi gibi gelişmeler nedeniyle iyimser bir hava oluşmuştu. Bu ortamda, Ermeni kişi, kurum, gazete ve siyasi partileri de herkes gibi siyasi hayata, tartışmalara yasal ve meşru aktörler olarak dahil oldular. Tarihin bu kesidinde Osmanlı Ermeni toplumuna baktığımızda sosyal ve siyasal anlamda parçalı ve çatışmalı bir yapı görüyoruz ki, aslında bu, bir toplum için ‘normal’ olandır. Mesela, Ermeni toplumu içinde eski ve yeni rejimin temsilcileri, sembolleri olarak görülen isimler etrafında şekillenen bir eski-yeni çatışması söz konusuydu. Başka bir deyişle, yeni elitler eskilerin yerini almaya çalışıyordu ve bu, topluma yaşlılar-gençler, eski kuşak - yeni kuşak çatışması şeklinde yansıyordu. Osmanlı toplumunda Hamid rejimine dair ne varsa gözden düştüğü gibi, o rejim esnasında ve o rejimle işbirliği içinde (en azından algı buydu) Ermeni toplumunu yönetenler de gözden düşmüştü – Patrik Mağakya Ormanyan gibi... Bu eski -eni çatışması siyasi düzlemle sınırlı kalmıyor, okul, dernek gibi sosyal kurumlara da yansıyordu ama siyasi düzlemde daha şiddetli yaşanıyordu. Şöyle ki, temelleri 1880’lerde atılan iki parti olan Taşnaklar ve Hınçaklar yeninin ve ‘ilericiliğin’ temsilcisi ve daha sola yakın partiler olarak görülürken, anayasanın yeniden ilanından sonra kurulan Ramgavar Partisi daha muhafazakâr, eski seçkinlere ve kilise gibi geleneksel kurumlara yakın duran, daha sağda bir partiydi. Özellikle Taşnaklar ile Ramgavarlar arasındaki mücadele, hatta kavga, zaman zaman sertleşiyordu. Örneğin, 1910 yazında, Ermeni kiliselerinin, konferans, toplantı gibi dindışı faaliyetlere de açık olup olmayacağı konusunda, toplum içinde bir tartışma ortaya çıktı. Taşnaklar ve Hınçaklar, kiliselerin halkın malı olduğunu, dolayısıyla halkı ilgilendiren her konunun buralarda tartışılması gerektiğini söyleyerek kiliselerin kapılarının açık olmasını savunurken, Kilise teşkilatı ve Ramgavar Partisi buna karşı çıkıyordu. Konuyla ilgili olarak, Ramgavarlar ile Taşnaklar arasında çıkan bir tartışmada, İzmir’de iki Ramgavar üyesi öldürüldü; bu, iç ayrışmanın boyutlarına dair bir ipucu veriyor.

Ramgavarlar ile diğer iki parti arasında böyle bir çatışma yaşanırken, ideolojileri ve tabanları büyük ölçüde örtüşen Taşnaklar ile Hınçakların ittifak halinde olduğunu düşünenler yanılır. Bu iki parti de birbirlerini kıyasıya eleştirmek, birbirlerinin tekerine taş koymak için hiçbir fırsatı kaçırmıyordu. Aralarında bir nevi ‘siyasi küslük’ olduğu bile söylenebilir. Öyle ki, zamanın taşra basınında bu iki partinin yerel yöneticileri arasında siyasi diyalog ve işbirliği sağlamak amacıyla, iki partiye de mensup olmayan hatırlı kimseler tarafından arabuluculuk toplantıları yapıldığına dair haberlere rastlamak mümkündür. Bu işbirliği yokluğu seçimlere de yansıyordu; her iki parti de başka partilerle seçim ittifakı yapmayı tercih ediyorlardı. Taşnaklar zaten o dönem İttihatçıların en önemli siyasi müttefiki oldukları için onlarla seçim ittifakı yaparlarken, Hınçakların tercihi Hürriyet ve İtilaf Partisi oluyordu. Ayrıca, iki parti birbirini ‘müttefik’ seçimlerinden dolayı da eleştiriyorlardı. İttihatçılar Hınçakların gözünde şovenist iken, İtilafçılar Taşnakların gözünde gericiydi. İki Ermeni partisinin, Ermeni toplumunun liderliği uğruna birbirleriyle kavga etmeleri ve dolayısıyla seçimlere ittifak halinde girmemeleri, kimi yorumculara göre meclise daha az Ermeni milletvekili girmesine yol açıyordu. Diğer partilerden ‘ümit keserek’ birbirleriyle işbirliğinin yollarını arama kararını ancak 1913 sonlarında verebildiler ama bugün biliyoruz ki artık çok geçti.

Bunların yanı sıra, İstanbul Ermenileri ile Anadolu Ermenileri arasında da öteden beri var olan gerilimin İkinci Meşrutiyet Dönemi’nde de devam ettiğini eklemek gerekir. Bu hem siyasi, hem kültürel bir çatışmaydı. Kısaca söylemek gerekirse, Anadolu Ermenileri İstanbul Ermenilerini ve oradaki liderleri kendi sorunlarına kayıtsızlıkla, millî ve iktisadi anlamda yozlaşmış olmakla suçlarken, İstanbul Ermenileri Anadolu Ermenilerini kaba saba buluyor, ‘taşralı’, ‘köylü’ sıfatlarıyla küçümsüyordu.

Ermeniler arasındaki iç ayrışmalar ve kavgalar hakkında daha çok şey söylenebilir ama fazla uzatmadan şu kadarını belirtelim ki, siyasi ve kültürel anlamda parçalı ve gerilimli bir toplumdan bahsediyoruz. İttihat Terakki hükümetlerine karşı takınılması gereken tavır, Ermeni toplumunun Osmanlı siyasetinde izlemesi gereken yol ve yöntemler konusunda da ayrışma yaşanıyordu. Fakat, gelin görün ki, (burası kıssanın hissesi) o son dakika geldiğinde, Azrail’in son borusu çaldığında, İttihatçılar ve onun emrindeki devlet aygıtı bu ayrışmaların hiçbirini önemsemedi, hiçbir Ermeni gruba ‘kategorik bir ayrıcalık’ tanımadı, celladın kılıcı herkes için canla başla çalıştı. Yakın geçmişte İttihat’la işbirliği yapmış olmak Taşnakları, daha muhafazakâr ve ‘mutedil’ olmak Ramgavarları, din adamı olmak papazları kurtarmadı. İşte böyle.