OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Dış politika ve demokrasi

Demokrasiler, vatandaşların yönetimi ve yöneticileri etkileyebildikleri rejimlerdir, malum. Fakat dış politika söz konusu olunca, bu etki sanki en alt seviyeye iner ve dahası, bu durum genel olarak olağan karşılanır. Dış politika bir uzmanlık işi olarak kabul edilir. Bu konuda, ‘sıradan halk’a karşı, yerleşik kültürde çocuklara veya kimi konularda kadınlara davranıldığı gibi, “Sen anlamazsın, senin aklın ermez” tavrı takınılır. Üstüne üstlük, dış politika meselelerinde her şey açık açık konuşulamaz, tartışılamaz, çünkü daima sıradan fanilerin bilemeyeceği ve ondan da ötesi, öğrenmemesi gereken şeyler vardır. ‘Devlet sırrı’ en fazla dış politikada gündeme gelir. Başka bir deyişle, dış politika ve uluslararası ilişkiler söz konusu olduğunda, demokrasinin olmazsa olmaz ilkelerinden şeffaflık rahatça göz rdı edilir. Misal, bir hükümetin sağlık ve sosyal güvenlik politikalarını açık açık konuşabilir, hatta eleştirebilirsiniz ama dış siyasetini aynı rahatlıkta eleştiremezsiniz; eleştirirseniz, en azından devletten ‘şiddetli tepki’ görürsünüz. İçinde yaşadığınız ülkenin demokrasisinin gelişmişliği ile göreceğiniz tepki arasında ters orantı vardır. Demokratik gelişmişliğin alt basamaklarındaki bir ülkede yaşıyor ve hükümetin dış politikasını eleştiriyorsanız ‘hain’, ‘satılmış’ sıfatlarına kolayca maruz kalırsınız ve muhtemelen üzerinizde adli baskı da kurulur. 

Velhasıl, dış politika genel olarak vatandaşın kontrolü dışında bir alan olarak görülür. Hükümetin, sizin de içinde bulunduğunuz arabayı son sürat uçuruma sürdüğünü düşünseniz bile kuzu kuzu oturmanız beklenir. Ne arabanın yönünü değiştirmek için direksiyona müdahale etmenize izin verilir, ne de kendinizi arabadan atabilirsiniz. Öyle ya, dış politikadaki muhataplara “Vallahi, ben bizim hükümet gibi düşünmüyorum, beni yaptırımlarınızdan muaf tutun” denmez… Hükümete muhalif de olsanız bir yerden sonra siz de gidersiniz okka altına. Halbuki böyle olmamalı. Herkes ‘millî menfaatler’in ne olduğu konusunda hükümetle hemfikir olmak zorunda olmamalı. Hükümet sizi doğruluğuna ve gerekliliğine inanmadığınız bir savaşın içine çekiyorsa, buna itiraz ve muhalefet yollarınız açık olmalı ve dahası, bu muhalefet meşru görülmeli. Türkiye’nin Suriye politikasını ele alalım. Düşünsenize, siz baştan beri hükümete yanlış yaptığını söylüyorsunuz ve o yanlışlar üst üste binerek ülkeyi diyelim ki savaşa sokuyor ama bu yanlışlardan dolayı başından beri bunlara katılmayan sizin de ‘seve seve’ ölmeniz bekleniyor. Saçma.

Öte yandan, bir noktanın da altını çizmek gerekir. Bütün bunları dış politika bağlamında söyledik ama iç ve dış politika bıçakla kesilmiş gibi birbirinden tamamen ayrı değildir. Hele kimi durumlarda iyice iç içe geçer; biri nerede başlıyor, öteki nerede bitiyor söylemek kolay değildir. Bugün geldiğimiz noktada Türkiye’nin ‘Kürt meselesi’ iyi bir örnektir. Buna artık sadece bir iç sorun demek mümkün değil ama aynı zamanda ülkenin doksan küsur yıllık yönetim biçiminin, iç politikasının şekillendirdiği bir konudur. Yukarıda söylediklerimiz çerçevesinde cari hükümet de bu mevzu etrafında ‘millî birlik beraberlik’ talep ediyor. Gerek Ankara’daki son bombalı saldırıda (ki yapılış biçimi itibariyle kabul edilemez, gayrimeşrudur, kimilerinin düşündüğünün aksine ‘onurlu’ bir eylem değildir), gerek çatışmalarda ölenleri kendine olan muhalefeti azaltmak için kullanmayı amaçlıyor. “Bir ve beraber olalım” derken, “Artık bizi eleştirmeyi bırakın, ne yapıyorsak arkasında durun” demek istiyorlar. Halbuki, ‘şehitler’ akıllara ve ağızlara vurulan kilitler olmamalı, çünkü susmak yeni ve daha fazla sayıda ölüme sebep olabilir.

Burada ordunun konumuyla ilgili bir parantez açmak istiyorum, zira orduyu hükümetin içte ve dışta savaş politikalarını desteklemekle suçlayan yorumlara rastladım. Bu noktada tutarlı olmak lazım. Biz öteden beri ordunun sivil otorite konumundaki seçilmiş hükümetlerin emrinde olmasının, demokrasinin gereği olduğunu söylüyoruz. Askerlik, siyaset belirleme, uygulama veya seçilmiş hükümetin politikalarını bağımsız şekilde revize etme makamı değildir. Askerin işi, masadaki askerî seçeneklerin olabilirliğini, maliyetini, getirisini, götürüsünü en net ve dürüst biçimde sivil karar alıcıya anlatmaktır. Dolayısıyla, asker hükümetin talimatlarına uymakla ‘suçlanamaz’. (Tabii bunun istisnası soykırım veya sair savaş suçları kapsamına giren emirlerdir. Bu gibi emirleri uygulayan askerler, rütbelerine bakılmaksızın ceza davasıyla her zaman karşı karşıya kalabilirler, kalmalıdırlar.) Peki, asker hükümetin belli bir (savaş) kararını desteklemiyorsa, yanlış ve hatta ülke için tehlikeli buluyorsa, bunu hükümete de anlatmışsa, o zaman ne yapacak, bu savaşı yapmaya mecbur mu? Hayır, değil. İstifa etmek, askerlikten ayrılıp “Ben bu işte yokum” demek her zaman mümkün. Asker üniformasını çıkardıktan sonra da, ‘eski asker’ olarak, yanlış bulduğu savaş kararına açıktan muhalefet etmek, bunun neden yanlış olduğunu kamusal alanda anlatmak, o kişinin boynunun borcu olur.