OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Kürtler ektiklerini mi biçiyor?

‘Kürt sorunu’nun kendi tarihi içinden dahi bakıldığında berbat bir dönemden daha geçiyoruz ki zaten o tarih başlı başına Kürtlere yönelen şiddetin tarihidir. Yaşayanların kendilerine sormak lazım ama ben de birçok yorumcu gibi, şu son yedi-sekiz ayda yaşadıklarımızın 1990’lara dahi rahmet okuttuğunu düşünüyorum. Velhasıl, Kürtler çok acı çektiler ve çekiyorlar.

Kürtlerin çektiği bu acıların folklorik bir yorumuna göre, bu bir nevi ‘ilahi adalet’tir, “Kürtler ektiklerini biçmekteler, Ermenilere yaptıklarının kefaretini ödemekteler”dir. Bu gibi yorumlar, beklenebileceği gibi, Ermeniler arasında daha yaygındır, çünkü böylece hiçbir zaman bulamadıkları adalet duygusunu bir nebze de olsa kendilerince böyle tatmin etmeye çalışırlar. Öte yandan, bu tarz yorumların Kürtler arasında da belli ölçüde yaygın olduğu söylenebilir; onlar da çektikleri acıları böyle açıklıyorlar.      

En açık biçimde söyleyelim: Şu somut dünyada olmayan adaleti bir başka soyut düşünce dünyasında ve düzleminde arayarak rahatlama çabası olan bu tür gayri-siyasi ve gayri-sosyolojik, ‘uhrevi’ yorumlara bizim rağbet etmemiz mümkün değil. Hele hele, böyle yaklaşımlar üzerinden Kürtlerin bugün karşı karşıya kaldığı zulmü normalleştirmemiz, meşrulaştırmamız, insani ve ahlaki açından söz konusu olamaz.

Öte yandan, bu ilkeleri açıkça ortaya koyduktan sonra sıra şu soruyu sormaya gelir: Peki ama Kürtlerin bugün bölgede yaşadıklarıyla Ermenilerin soykırım sonucu o bölgeden temizlenmesinin arasında bir ilinti yok mudur? Tabii ki vardır. (Ermeniler yalnız ülkenin doğusundan değil, tamamından sürüldüler, silindiler ama bu yazı meseleye Kürtler açısından baktığı için odağı o bölgedir.) Bu soruya böyle bir yazının sınırları içinde kapsayıcı bir cevap vermek mümkün değilse de, anahatları çizebiliriz.

Yaygın kanaatin tersine, Osmanlı Ermenilerinin çoğunluğu zengin burjuvalar değildi, ekseriyetle köylüydüler. Fakat kritik olan şu ki, Ermeniler (Rumlarla birlikte) imparatorluğun son döneminde şehirli, modern eğitim almış, küresel ilişkileri olan, yeni yeni filizlenmekte olan sanayiye yatırım yapmış, dernekler, kulüpler vasıtasıyla kendi sınırları içinde canlı bir kamusal hayat oluşturmaya başlayan orta sınıfın/burjuvazinin bel kemiğini oluşturuyordu. Bu kesim iki düzlemde üretici güçlerin de belkemiğiydi: Biri zikrettiğimiz sanayi alanında, diğeri fikir ve söylem alanında. Sanayi deyince aklınıza günümüzün büyük kuruluşları gelmesin tabii ki, ama örneğin 20. yüzyılın başında Anadolu’nun kimi şehirlerinde ve kasabalarında Avrupa’dan getirttikleri makinalarla fabrikalar kuran, ülke sınırlarını aşan bir dağıtım ağı oluşturan birçok Ermeni girişimci vardı. Fikir ve söylem alanındaki üretim ise kendini yazılı basında ve derneklerde gösteriyordu. Ermeniler haklarını ararken, Osmanlı’nın geleceğine dair söz söylerken, onyıllardır gelişen eğitim kurumları (misyonerlerinki dahil) sayesinde, güçlü, zamanın siyaset teorilerine ve akımlarına referansta bulunabilen söylemler üretebiliyorlardı. Sözünü ettiğimiz bu sınıfın merkezî devlet otoritesine karşı dengeleyici bir kuvvet olduğu, dolayısıyla sivil toplumun ve demokrasinin gelişiminde kritik önemi haiz olduğu, sosyal bilim literatüründe genel kabul gören bir saptamadır. Dolayısıyla, Ermeniler Kürtlerle yaşadıkları bölgelerde onların katkısıyla yok edilince, o yerlerde bu açılardan bir boşluk doğdu. Onların tasfiyesi, dolayısıyla her türlü üretimdeki düşüş, bölgenin merkezî otorite karşısındaki ademimerkeziyetçi taleplerini zayıflattı, sınırötesi/küresel bağlantıları da zayıflatarak bölgenin içe kapanık hale gelmesine sebep oldu, ki bunun da, ilerleyen zamanda Kürtler üzerindeki uygulamalarında merkezin elini rahatlattığını söylemek mümkündür.

Bu söylediklerim belki hipotezler olarak da kabul edilebilir ama zaten ilgili tarih ve sosyoloji literatüründe bunları destekleyecek çok sayıda bulgu mevcuttur. Velhasıl, artık tarihin ironisi mi dersiniz, diyalektik mi dersiniz bilmem ama her kesimden Kürtler Ermenilerin ortadan kaldırılmasına katkıda bulunarak, bir anlamda, merkeze karşı demokratik talepler söz konusu olduğunda en önemli müttefiklerini kendi elleriyle yok etmiş oldular. Bu, Ermeniler bölgede bir topluluk olarak varlığını sürdürseydi Kürtlerle hiçbir çatışma yaşamayacaklardı demek değildir. Zaten bu iddia da gayri-sosyolojik olurdu. Muhtemelen o durumda da başka fay hatları üzerinden çatışmalar yaşanacaktı, hatta zaten yaşanıyordu ama Kürtler merkezî hükümetle bu kadar başbaşa kalmayacaklar, çeşitli toplumsal ve sınıfsal ittifak ihtimalleri doğacaktı ve dediğimiz gibi, ta 1910’lardan beri görece güçlü bir şehirli orta sınıfa sahip olan bölgenin, dolayısıyla Kürtlerin de kaderi başka olacaktı. Sonuçta, Kürtler bugün belki gerçekten ‘ektiklerini biçiyorlar’ ama bunun ilahi adaletle alakası yok, siyasetle, sosyolojiyle alakası var.