OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Alışmamamız gereken bir rutin

Evet, maalesef bombalı saldırılar, bu ifadeyle tanımlanacak hale geldi. Bu yazıyı yazarken, son Ankara bombasının failleri kesinleşmemekle birlikte, PKK seçeneği ağırlık arz ediyordu. Kim, hangi düşünceyle, hangi motivasyonla, hangi amaç için, ne uğruna yapmış olursa olsun, sivilleri hedef alan bu vahşi eylem mide bulandırıcıdır, kabul edilemez, bu eyleme saygı hiç duyulamaz. Bu eylemi devletin Kürt illerinde yaptığına karşılık terazinin öbür kefesine koyup bir dengeden, hele hele adaletten bahsetmek ne adaletin tanımıyla, ne de insanlıkla bağdaşır. Yanlışlar birikince doğru olmuyor, adalet hiç olmuyor. 

Benim açımdan bu eylem için bu tespitleri yapmakta tereddüt edecek, çekinecek hiçbir şey yok. Fakat, gerek yazılı ve görsel medyada, gerek sosyal medyada açık ve gizli kimlikli insanlar ‘PKK’ya laf edememe’ kodu altında, 1990’lardaki “Kınıyor musun kınamıyor musun?” terörüne benzer bir terör estirip, diller ve zihinler üzerinde baskı kurmaya çalışıyorlar. İstiyorlar ki herkes kendileri kadar düşünsün, onların sıfatlarıyla konuşsun. Hiç kimse, hiçbir grup, kesim veya parti bu köşenin eleştirilerinden kategorik olarak masun değildir fakat, bizi kendileri gibi ipleri başkasının elinde zanneden haysiyet yoksunu Sebastian’ların gönüllerini hoş tutup, sahiplerine yaranmak için sipariş üzerine konuşacak da değiliz. O zevat istiyor ki, son Ankara katliamının faillerini lanetleyelim ve sonra susalım, başkaca bir şey söylemeyelim, sormayalım. Aylar, yıllar evvelinden, birçok yorumcunun “Böyle böyle olur”, “Çözüm süreci başarısız olursa çok daha kanlı bir sürece girilir” diye anlattığı acı felaketlerin göz göre göre nasıl gerçek olduğunu sorgulamayalım; yoksa maazallah, karar alıcıların vurdumduymazlıkları, hesapsızlıkları gözler önüne serilir. Son altı ayda her kesimden ölü sayısının binli rakamlara nasıl geldiğini, bunun hangi karar ve tercihlerin sonucu olduğunu hiç sormayalım. Bunları sormak, sorgulamak, şu son eylemi kesinlikle meşrulaştırmaz. Bir toplumda makul ve meşru olanın tanımı ve sınırları, hiç kimsenin, hele hele muktedirlerin ve onların destekçilerinin tekeline ve insafına terk edilemez (gerçi olmayan bir şeye de nasıl terk edeceksin...). Bütün haksızlıklar, hukuksuzluklar karşısında makul ve meşru olanı bıkmadan tekrarlamaya, hatırlatmaya devam etmek gerekir. “Ne bekliyorduk ki?” havasına teslim olmamak gerekir.

Cumhurbaşkanı’nın işaretiyle silahla sözü eşitlemeye çalışan bir kampanya başlatıldı. Eline silah almayıp sadece yazı yazan, konuşan ama onların hoşuna gitmeyen şekilde konuşanları da terörist ilan ettirmek ve ona göre cezalandırmak istiyorlar. Halbuki Ceza Kanunu’na göre suçu ve suçluyu övmek zaten suç. Ayrıca, Terörle Mücadele Kanunu’nun 7. maddesi de (ki bildiriye imza atan akademisyenler bu maddeden yargılanmak isteniyor) şöyle diyor: “Terör örgütünün; cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek veya övecek ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek şekilde propagandasını yapan kişi, bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.” Neden bunlar yeterli olmuyor? Birinci cevap akademisyen bildirisiyle ilgili: Çünkü TCK ve TMK’nın mevcut maddeleri üzerinden bu gibi beyanları cezalandıramayacaklarını, cezalandırırlarsa da bu cezanın eninde sonunda bir yerlerden döneceğini biliyorlar. (Umursuyorlar mı, o ayrı konu.) Bu örneği de kapsayan ikinci ve daha genel sebep de şu: Bu kanun maddeleri sadece şiddet yöntemleriyle ilgili hüküm getiriyor ama muktedirler düşünce ve ifadenin içeriğini, esasını da sınırlamak istiyorlar ki düşüncelere yön de verebilsinler.

Bu, Türkiye’de veya dünyada geçmişte hiç başvurulmamış bir yöntem değil. Tarih kitapları orada, sonuçlarının ne olduğunu görmek için açıp bakarsınız. Yalnız, bir şeyi unutmamak gerek: Oğul Bush’un doktrini olan “Ya bizden yanasın, ya teröristten” gibi siyah-beyaz tercihlere mahkûm değiliz. İnsan aklı ve vicdanı her zaman üçüncü yollar yaratmaya muktedirdir. Barışa da bu üçüncü yollardan gidilir. Kesin ve keskin ikilikler savaşa çağrısıdır.