OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Aşkın devlet, aşkımız devlet

Ülkenin içinde bulunduğu siyasi sorunların temel nedenlerinden birinin, hem yöneticiler/siyasilerin, hem de milletin, yani yönetilenlerin geniş bir kesimince kabul gören devlet anlayışı olduğunu bu köşede zaman zaman söylemişimdir. Devleti bir kutsiyet, bir dokunulmazlık halesiyle çeviren bir anlayış bu. Bu hafta, sosyal medyada beş-altı gün evvel girdiğim bir polemik üzerinden bu konuya değinmek istiyorum. Peki, polemiğe girdiğim kişi kim ve onun devlet hakkındaki fikirleri neden önemli? Tek başına baktığınızda, aslında ‘hiç kimse’, fakat bu fikirlerin vasatı temsil ettiğini düşünürsek, bir anlamda da ‘herkes’, ‘çoğunluk’. Başka bir deyişle, zikredeceğim yaklaşım sadece ona özgü olsaydı lafını etmeye değmezdi ama ben bunun yaygın bakış olduğunu, sorunların devamını sağlayan etkenlerden birinin de bu bakış olduğunu düşünüyorum. Kendisine bu yazıda ‘Bay Herkes’ diyelim.

Bay Herkes diyor ki (yazım ve anlatım yanlışları ona, vurgular bana ait): “Bu arada zulm ettiğini iddia ettiğin devletin bütün imkanlarını kullanıyor bu halk [Kürtleri kastediyor-O.K.]. Memur, savcı, işadamı, bakan vs olan, benimle aynı hukuka tabi olduran, insan olduğu için değer veren, Sur'da, Cizre'de kocaman ilçeleri bombalar yağdırmak yerine (!) bedel ödeyerek, can vererek iyi ve kötü olanı ayıran, yıkılanı onaran, sivilleri katletmeyen, komşusunun halkına kucak açan. ... Devlet (mi) kötü?” Memur, savcı olabilme faslı o kadar bayat ki... Sadece şu kadarını söyleyeyim: Mesele bireylerin nerelere çıkabildiği değil, oraya nasıl, neden vazgeçerek, neyi gizleyerek, ne pahasına çıkabildikleri. Daha da önemlisi, tek tek bireylerin, o da kimliklerini inkâr ederek makam elde etmeleri değil, devletin ve geniş toplumun o kimliğe nasıl muamele ettiği.

Fakat, benim bu alıntıda asıl dikkat çekmek istediğim, bu kişinin gerçeklik algısı. Baksanıza, devletin “kocaman ilçelere” bomba yağdırmadığını söylüyor. Dikkat buyurun, devletin bunu haklı gerekçelerle yapıp yapmadığından öte, bombalama olmadığını söylüyor. Halbuki, en azından tank atışlarını gösteren onlarca video var. Bomba F-16’dan atılmadıkça sayılmıyor mu? (Örneğin Cizre’nin ne halde olduğunu görmek için gazeteci Ümit Kıvanç’ın orada çektiği fotoğraflara internetten bir bakın.)

Ayrıca, asıl sorun devletin hukukun gerektirdiği ayrımları yapmamasıyken, Bay Herkes bunun tam tersini iddia ediyor. Yani, olup bitenin tam tersine inanmış, inandırılmış veya buna inanmaya teşne bir kitleyle karşı karşıyayız. Bunun sırrı, yine Bay Herkes’ten gelen şu sözlerde gizli: “Burası benim devletim yanlışı da olsa doğruları da olsa. Ona müdahale eden, zarar vermeye çalışan benim düşmanımdır. Yanlışın ve doğrunun tartışılması, gereğinin yapılması bu ülkede yaşayanların mahremidir. Devletin yanlışı olmaz ayrıca, devleti yönetenlerin yanlışı olur. Bu nedenle hiçbir gerekçe devlete karşı mücadeleyi meşru kılmaz... Bu yüzden eleştiri, mücadele yöneticilere karşı yapılmalı, hukuka uygun olarak, devlete değil.” Bu cümleler, yazının başında bahsettiğim devlet anlayışının güzel bir örneği. “Devletin değil, devleti yönetenlerin yanlışı olur” diyor. İyi de, seçilmişiyle atanmışıyla (bunlar arasındaki ilişkinin biçimi, rejimle ilgili bir konudur) yöneticileri, onların karar ve eylemlerini bir kenara bırakırsak devlet nerede somutlaşır, nerede tezahür eder, biz onu nasıl gözlemleriz? Aksi takdirde devlet sadece soyut bir kategori halini alır ama bunu söyleyen zihniyet için devlet tam da böyle bir şey: aşkın, değişmez, yanılmaz, insanüstü. Devleti arşın yedinci katından faniler arasına indirmediğimiz sürece, toplumsal barışın da, adaletin de temini çok zor.

İkinci nokta, “Devlet benim devletim” sözüyle ilintili. Devlete birileri “benim” diyerek, onu kayıtsız şartsız sahiplenebiliyorken, birileri sahiplenemiyor, ondan da öte eleştiriyor, hatta kızıyor; neden? Çünkü Türkiye’de devlet mekanizması, belli bir kültür ve kimlik dairesinin, belli bir ideolojinin diğer kültür daireleri ve ideolojileri tahakküm altına alma, bastırma aracı haline gelmiş. Bu kimlik dairesi ve ideoloji, dün laik Kemalist kültür dairesi idi, bugün İslamcı kültür dairesi ama dünden bugüne değişmeyen bir şey, daha doğrusu iki şey varsa, Türkçülük ve devletçiliktir. Nitekim bu iki rabıta noktasından bu iki ‘düşman kardeş’in de çok kolay birleşebileceğini gördüğümüz günlerden geçiyoruz. Velhasıl, herhangi bir devlet, sağlam ve meşru bir zemine oturabilmek için, yönettiği kitleye bütün kimliklere eşit mesafede olduğu güven(ces)ini verebilmeli.