OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

CHP şaşı bakıyor

CHP’nin, insanlarda yarattığı “Acaba mı?” sorusu ve hissiyatı yüzünden Türkiye demokrasisinin gelişimine engel olduğu iddiasını daha evvel de yazmışlığım vardır. İnsanlar, kimi CHP’lilerin sözlerine bakarak, CHP’nin gerçek anlamda demokrat ve özgürlükçü bir parti olması ihtimalini seviyorlar ve umudu canlı tutuyorlar ama aslında, daha evvel de kullandığım bir tabirle, CHP mevcut haliyle mutant bir partidir. Yani, birbirinden doku olarak farklı, dolayısıyla kimi önemli siyasi fikir ve ilkelerde farklılaşan kişi ve gruplar barındırır. Bunu söylerken, bu grupların eşit ve dengede olduğunu kastetmiyorum. CHP içinde evrensel demokratik ve özgürlükçü değerleri sindirmiş kişiler azınlıktadır (gerçi genel Türkiye siyasetinde de öyledir) ama işte onların parti içindeki varlığı CHP hakkında tereddüt yaratıyor. Katı ulusalcıların parti içindeki etkilerinin azal(tıl)masıyla, CHP tablosunun biraz daha netleştiği söylenebilir belki ama hâlâ genel bir kafa karışıklığından, yönsüzlükten bahsedilebilir. İktidar ve onun aygıtlarının yerellik ve millîlik laflarıyla insanları cendereye almaya çalıştığı, dolayısıyla evrensel demokrasi ve özgürlüğün değer, norm ve pratiklerini sindirmiş ve bunları istikrarlı biçimde savunan bir ana muhalefet partisine en çok ihtiyaç duyduğumuz şu günlerde CHP’nin Araf’ta kalışı bütün demokratların zararına oluyor. Bunun çaresi CHP’nin net biçimde ayrışmasıdır, bölünmesidir. Böylece demokratlar da, çıkacak duruma göre kendi yönlerini belirleyebilirler. 

Bütün bunları tekrar düşünmeme sebep olan şey, CHP İstanbul İl Başkanı Cemal Canpolat’ın 10 Nisan 2016 tarihli Cumhuriyet’te yer alan beyanları. Aslında Canpolat yeni başkan sayılır, 27 Aralık’taki kongrede seçilmiş. Zaten açıklamalarında da, yapmakta oldukları yeni girişimlerden bahsediyor. Kürt sorununa atfen de şunları söylüyor (parantez içindekiler benim eklediğim yorumlardır): “35 yıldır bu sorunun kavgayla, silahla çözülemediğini gördük. 14 yıldır Kürt sorununu çözeceğini söyleyen AKP, her seçim sonrasında Kürt yurttaşları döverek ıslah etmeye çalıştı. Yine Alevi yurttaşlarımızın inanç özgürlüğü konusundaki talepleri ortada. (Buraya kadar fena gitmiyor aslında.) Biz bu ülkenin kurucu partisi olarak daha önce bu sorunları nasıl çözdüysek (!) yine demokrasi içerisinde bu sorunları parlamentoda çözeriz. Kürtlerin, Alevilerin, işsizlerin, azınlıkların ve kendini öteki hisseden herkesin teminatı CHP’dir. (Biraz ezber gibi durmasına rağmen bu cümle de doğru referanslar veriyor.) Biz, karanlığa karşı aydınlık mücadelesi veriyoruz. (Eh, ona da peki.) Ne cumhuriyeti, ne de Mustafa Kemal değerlerini AKP’ye asla ezdirtmeyeceğiz.” İşte bu son cümle Türkiye’nin meselesinin ne olduğunun hiç anlaşılmadığını gösteriyor ve önceki olumlu ifadeleri boşa düşürüyor. Türkiye Cumhuriyeti tarihini doğru bir değerlendirmeye tabi tutmadan, bugün de doğru siyasi yolu tutmak pek mümkün değil. Temelsiz bir cumhuriyet ve CHP tarihi güzellemesi, bugün demokrasinin inşa edileceği, üzerinde yükseleceği bir zemin olamaz. O cumhuriyet yanlış bir cumhuriyet (bu noktada Sevan Nişanyan’a selam gönderelim), o değerler yanlış değerler olduğu için biz bugün hâlâ bir toplum sözleşmesi yaratamamanın sıkıntısını çekiyoruz. Kaldı ki, Canpolat CHP’nin daha evvel Kürt ve Alevi sorunlarını çözdüğünü söylerken ne kastediyor, anlamak mümkün değil. Bu sorunlar bir dönem çözüldü de sonra tekrar mı “bağlandı”? Kim, ne zaman çözmüş Kürt sorununu?

Bugün AKP iktidarına alternatif yaratmanın yolu herhangi bir dönemin ve düzenin canlandırılmasından, restorasyonundan geçmiyor; demokrasi ve ifade özgürlüğünün evrensel ilkelerini, norm ve pratiklerini tutarlı biçimde savunmaktan geçiyor. Maksat, bunların karşısına, AKP’nin yaptığı gibi ama başka bir tür yerellik, millîlik koymak olmamalı. Kemalist cumhuriyetin değerleriyle “Kürtlerin, Alevilerin, işsizlerin, azınlıkların ve kendini öteki hisseden herkesin teminatı” olamazsınız. (Onlar kusursuz diye söylemiyorum ama illa bir model belirtmek gerekiyorsa, Avrupa’daki Yeşiller çizgisi CHP için bir model olabilir.) CHP bir bütün olarak bunu ne kadar çabuk fark eder, net ve tutarlı bir demokrasi ve özgürlük anlayışını benimserse bu hepimiz için iyi olacak. Yok, olmuyorsa, demokrasinin ve demokratların ayağına dolanmasın, gölge etmesin.

Öte yandan, demokrat ve özgürlükçü değer ve pratikleri tutarlı biçimde savunmak sadece CHP’nin değil, herkesin işi. İktidar ve yandaşları bu konuda zaten evlere şenlik ama muhalifler de tutarsız. Örnek bu sefer cumhuriyetin parti olanından değil de gazete olanından. (Aslında Cumhuriyet gazetesi de CHP’nin yukarıda anlattığım durumuna benzer bir durumda.) 3 Nisan 2016 tarihli Cumhuriyet gazetesinde, geçen yıl Ramazan ayında Facebook hesabında “Sıcak diye orucu bırakmayın, burası daha sıcak. K. Atatürk” şeklinde bir mesaj paylaşan İnegöl Millî Eğitim Şube Müdürü Mustafa K.’ya savcılığın üç yıla kadar hapis istemiyle dava açtığı haberini veriyor. Cumhuriyet, bu paylaşımı “skandal” olarak niteliyor ve bu skandalı kendilerinin ortaya çıkardığını söyleyerek bir bakıma övünüyor. Dolayısıyla, açılan davayı olumlu karşıladığını zımnen söylemiş oluyor. Şimdi, bu gazete, yayın yönetmeni seviyesinden başlayarak, Erdoğan’ın şahsında iktidara karşı düşünce, ifade ve basın hürriyeti mücadelesi verme iddiasında ve veriyor da (o meselede çok da iyi yapıyor). Peki, öyleyse bir Facebook mesajı için bu tepki, bu ‘avcılık’, jurnalcilik niye? İfade özgürlüğü sizin kutsallarınızın başladığı yere kadar mı? Başka örneklerde rahatsız edici ifadeler için de ifade özgürlüğü talebiniz siz rahatsız olana kadar mı geçerli? Yukarıda CHP bağlamında söylediğim burada da geçerli: ifade özgürlüğünün evrensel sınırları bellidir, buna kafanıza göre yerel sınırlamalar getiremezsiniz. Aynı anda, hem gerekçesini yerelden alan birtakım sınırları, hem de ifade özgürlüğünü savunamazsınız. O takdirde, derdinizin ifade özgürlüğü olmadığı iddialarına yol verirsiniz.