BERCUHİ BERBERYAN

Bercuhi Berberyan

KAPLUMBAĞA

Gittik gördük geldik

Biliyorsunuz, Hrant Dink Çağdaş Oratoryosu konseri için ben de Amerika’ya davet edilmiştim. Giderken heyecanımı dile getirmiş, bir hafta gecikmeyle de olsa detayları dönüşümde anlatacağımı söylemiştim. Önce şunu söyleyeyim: Uçak yolculuğu için endişelenmekte yerden göğe haklıymışım. Öldüm öldüm dirildim valla. Dile kolay, tam on iki saat! İki saat de erken gitmesi var, havaalanına gidiş dönüşler de eklendi mi, on beş saat. Sık sık gidip gelenleri acayip takdir ettim doğrusu. Tabii, benim için en berbatı, o kapalı yerde öööylece oturmak. Hep oturmadım tabii, kalkıp kalkıp koridorları arşınladım. Allah’tan kuzenim, benim malum illetimi bildiğinden koridor tarafından seçmiş yerimi, ve giderken şansıma yanımdaki iki koltuk boştu, ben de ortaya oturup iki yana bir güzel yayıldım. “E uyusaydın bari” dediniz mi? “Ben yatağımda bile uyumakta zorlanıyorum, orada mı uyuyacağım?” demeyeceğim. İstesem de uyuyamazdım çünkü. Uçakta, hostese “Bir yerlerde bir kreş açılışı mı var acaba?” diye sormama neden olan, on ikisini sayabildiğim biiir dolu çocuk vardı. Kucakta, pusette, elde, bir dolu çocuk, ve hiç susmadılar hiç.

Film izledim, eski ‘Süpermen’lerin ve ‘Yıldız Savaşları’nın hepsini bitirdim. Bir-iki de aşk meşk komedisi... E tabii, ne varsa o. Bir arkadaşım ‘Yüzüklerin Efendisi’ serisinin de olduğunu söylemişti ki bin kere izlesem bıkmam, ‘Hobbit’i de katsam kafadan sekiz saati giderdi. Ama yoktu işte, üstelik o ekranlar, fazla kurcalanmaktan olmalı, arada bir donup kalıyorlar. Sürekli tümışıklar sönük, etraftakiler derin uykuda, hostesler de resmen arazi olsalar da ilk yedi saate bir şekilde tahammül edebildim ama o son beş saat yok muuu...Ne siz sorun, ne ben söyleyeyim. Dönüşümde ise hiç çocuk sesi yoktu ama uçak dopdoluydu, yanımda iri yarı,asık suratlı bir hatun vardı. Otururken “Çantanı yere koymalısın” dedi ve iki saatte bir “Sorry” deyip üzerimden atlayarak tuvalete gitti. Onun dışında ne bir tek laf etti, ne gülümsedi, ne de çıkarken veda etti.

Gidişte, sanırım zaman sapıtmasına neden olan o ‘jet lag’ dedikleri şeyi hiç yaşamadım ama geleli kaç gün oldu, hâlâ geceleri cin gibiyim, gündüzleri sürekli uyukluyorum. Yiyip içtiklerimi ve gördüklerimi anlatmayacağım, tarifi imkânsız bir huzur vardı havasında, ki sık sık burayı düşünüp “Vah benim güzel ülkem” dememe neden oldu, bir tek onu söyleyeceğim. Ha bir de bir Universal Studiosdeneyimi yaşadım ki hiç aklımdan çıkmayacak. Oh! İçimi döktüm,rahatladım. Gelelim konserimize...

Bildiğiniz gibi,Amerika’daki Bolsohay Miutyun’un (İstanbul Ermenileri Derneği)düzenlediği konser, Pasadena’daki Ambassador Auditorium’da gerçekleşti. Pan Armenian korosunu, İstanbullu bir Ermeni olan Stepan Gözümian yönetti. Gözümian, Yerevan’daki prömiyerden de önce planlanmış olan bu konser için Majak Toşikyan’la istişarelerde bulunmuş, ekiple birlikte bu konuda uzunca bir süre ciddi bir çalışma yapmıştı. Ekibin başarılı solistleri, Soprano Alenoush Yeghnazar, Soprano Nadima Avakian ve Tenor Raffi Kerbabian’dı.

Klavyede müzik direktörü Artashes Kartalian,soprano saksofon, flüt ve dudukta Armen Hyusnunc, klavye ve kemanda Hovik Aloyan, basta Vik Momjian,gitarda Vahak İskandaryan ve davullarda Dimitri Matsis’ten meydana gelen altı kişilik orkestrayı önce biraz yadırgasam da,önceki konserlere eşlik eden filarmoni orkestralarına alışık olduğumdan, hoş ve ilginç bir pop tarzı yarattıklarını ve çok başarılı olduklarını söyleyebilirim.

Şef Stepan Gözümian, önceki konserlerden farklı olarak, birkaç vurucu şarkı dışındaki solo şarkıların büyük bir kısmını koroya vermişti. Değişikti, onu da biraz yadırgadım ama genel olarak başarılıydılar. Harut Der Tavityan’ın yaptığı açılış konuşmasını takiben, Berç Zakaryan ve Harut Der Tavityan tarafından hazırlanmış, Hrant Dink’i anlatan bir barkovizyon gösterisi izlendi. Salonu dolduran birçok farklı ve uzak yöreden gelmiş kalabalık izleyici kitlesi gösteriyi baştan sona büyük bir coşkuyla izledi.

Şarkıların sözleri,sololar da az olduğundan, yine net olarak anlaşılmadı. Programa eklenen metin de nedense İngilizceydi, bence onu yalnız gençler anlayabilirdi. Oradaki belli bir yaşın üzerindeki Ermeniler, ne yazık ki,öyle şiirsel bir İngilizceyi de anlayamıyorlar, yeterli bir Ermeniceye de vâkıf değiller. Eh, benim de derdim o, yaptığım iş anlaşılsın isterdim tabii. Yine de içerdikleri anlam ve kulağa çalınan birkaç söz, duygusal anlar yaşanmasına neden oldu ve icracılar ayakta alkışlandı. Edvin Minasyan’ın yaptığı kapanış konuşmasından sonra sahneye davet edilen besteci Majak Toşikyan’a, söz yazarı bendenize ve birkaç gönül sözüyle en içten duygularını ifade eden Rakel Dink’e çiçekler verildi. Bu iş de yüz akıyla bitti.