OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Alman tanıklar ve belgeleri

Almanya Federal Meclisi’nin soykırım kararından sonra, aslında bilinmeyen bir olgu olmayan ama kimilerinin ısrarlı ama umarsızca yokmuş gibi davrandığı Alman tanıkları ve belgelerine tekrar göz atma zamanıdır. Bu yazının sınırları içinde ummandan anca bir katre alabiliriz ama yine de açıklayıcı olacaktır. Aşağıdaki ifadeler Serdar Dinçer’in, İletişim Yayınları’ndan çıkan “Alman-Türk Silah Arkadaşlığı ve Ermeniler”, kitabının ekinde verilen belgelerden alınmıştır ve hepsi Osmanlı sınırları içinde o veya bu görevle bulunan Almanlara aittir. Sadece vurgular ve köşeli parantezler bana ait.

Erzurum Alman konsolos yardımcısı Scheubner-Richter 20 Mayıs 1915’te Büyükelçi Wangenheim’a şunları yazıyor:  “Sayın Ekselans, …Erzurum kuzeyindeki tüm Pasin düzlüğünün Ermenilerce boşaltılması ve bunların Tercan yöresine götürülmesi emrinin verildiği haberi geldi…Siz sayın ekselansa bu konudaki telgraflarda da vurguladığım gibi, tüm bu önlem anlamsız ve temelsiz görünüyor. Buradaki Ermeniler Van çevresindeki Ermenilerden bu konuda çok farklılar. Örgütlü değiller ve silahları da yok. Ayrıca erkek Ermeni nüfustan 17 ila 48 yaş arasındakiler, [Osmanlı ordusunda] askerlik hizmetine alındı. Rusya’ya sempati duyan ise çoktan sınırın öbür tarafına geçti. Bu yüzden bu önlem, başta kadın ve çocuklara yönelik ki, bunlar şimdi yağmur mevsiminin başında köylerini terk etmek ve taşıma araçlarının bu kıtlığında, çoğunlukla yaya olarak 6-8 günlük mesafedeki Tercan düzlüğüne göç etmek zorundalar…Sürgün önlemi ne denli anlamsız ise onun uygulanış biçimi de o denli saçma… Bu sürgün ve hükümet önlemlerinin, zorunlu olarak Ermenilerin ekonomik mahvı ve kısmen köklerinin kurutulması sonucunu getirmesi (veya getirmesi gerektiği!) olasılığını ve bunun Ermenileri, hiçbir umut olmasa da son bir başkaldırı eylemine itmesi olasılığını, ki bu da doğal olarak ardından genel bir katliam getirecektir, bana hiç de imkansız görünmüyor.” Bilmeyenler için asıl ilginç haber, aynı Scheubner-Richter’in, Münih kalkışması sırasında görece erken bir tarih olan 1923’te ölmesine rağmen Nazi Partisi kurucuları arasında olmasıdır!

Gene Erzurum’dan Yarbay Stange İstanbul’daki Alman askeri misyonuna 23 Ağustos 1915’te şunları yazıyordu: “Haziran başında Ermenilerin Erzurum Şehri’ndeki sürülmesine başlandı...Hükümet, sürülenlere herhangi bir şekilde yardımcı olmak için en küçük bir şey yapmadı ve polisler amirlerinin zihniyetini bildikleri için, onlar da kendilerince, Ermenilerin cefalarını arttırabilecek her şeyi yaptılar. [Polis zihniyeti ne kadar tanıdık, değil mi? O.K.]…Hükümet, sürülenlere belli bir gidilecek yer ismi vermedi…Ve genel olarak biliniyordu ki, kırsal yörelerdeki yollarda güvensizlik yüksek derecelere varmıştı, ama bu resmi makamları, Ermenileri dışarı sürmekten alıkoymadı. Yani onların ölmeleri gerekiyordu.” Yarbay Stange, Trabzon, Erzincan, Erzurum Ermenilere yapılanları anlattıktan sonra şöyle devam ediyor: “Erzurum savaş bölgesinden Ermenilerin uzaklaştırılması kabul edilebilirdi ve bu askeri zorunlulukla gerekçelendiriliyor. Gerçekten de Ermeniler çeşitli yerlerde çok güvenilmez olduklarını gösterdiler…yine de bu önlemin, kişisel olarak en küçük bir suçu olmadan sürülenlerin can ve malına zarar gelmeden uygulanması beklenebilir ve talep edilebilirdi…Ama yüzlercesi ve binlercesinin tekmil katledilmiş olmaları, resmi makamların geride bırakılan her mülk üzerine keyfi karar vermiş olmaları…uzaklaştırmanın en insanlık dışı biçimde gerçekleştirilmiş olması ve ailelerin, kadınların erkek koruması olmaksızın sürülmüş olmaları…askeri gerekçelerin Ermenilerin sürülmesinde aslında ikinci planda geldiğini ve en başta, dışarıdan itirazın beklenmediği bu uygun fırsatı, uzun zamandır tasarlanan bir planı, yani Ermeni ahalinin eğer imhası olmazsa, iyice zayıflatılması planını gerçekleştirmek için kullanmanın asıl amaç olduğunu tahminini haklı gösteriyor. Askeri nedenler ve ülkenin çeşitli bölgelerindeki ortalığı karıştırıcı çabalar, tam bu işe yarayan bahaneler oldular…Ermenilerin sürülmeleri ve imhaları Konstantinopel’deki Jöntürk komitesince kararlaştırılmış, pekala organize edilmiş ve ordu üyeleri ve gönüllü çetelerce uygulanmıştır.”  

Bir de toplama kamplarına dair bir tanıklık örneği verelim. İskenderun Alman Konsolosluğu Kâtibi W. Lechnig 20 Ekim 1915 tarihli raporun Tel Abyad’daki kampı anlatıyor: “Ermeni kampı bin kadar insanı kapsıyor…Bunların hemen tamamı yaşlı kadın ve çocuklar…hepsi çıplak toprak üzerinde, örtüsüz yatıyorlar; eşyaları yolda gasp edilmiş. Biraz ekmek için giysilerini sattıkları için, çoğu yarı çıplak…hepsini haşarat sarmış ve saçları, aylardır yıkanamadıkları ve taranamadıkları için keçelemiş…artık hiç ayağa kalkamayacak durumdalar, tamamen körelmiş halde ölümü bekliyorlar. Su veya ekmek için bitik bir inleyiş tek ifade şekilleri. Abdestlerini ya doğrudan giysilerinin içine yapıyorlar veya hemen yan taraflarına, artık başka yere gidecek dermanlarının olmadığı belli…ölenlerin sayısı mezarcının verilerine göre günde 40’a varıyor, ortalama ise 25-30 kişi. Defin yeri olarak, kampın ortasından 100 metre kadar uzaklıkta açılan toplu mezarlar kullanılıyor. İlk ziyaretimde iki açık çukur görmüştüm; birinde karman çorman savrulmuş 16 ila 20 arası çıplak ceset vardı (örn. bir kadın cesedinin iki bacağı havaya kalkmıştı, görünmeyen üst tarafı ise diğer cesetlerin arasında sıkışmıştı)…Bir çukur ağzına dek dolar dolmaz, ki bu bazen 24 saatte oluyor, çukurun üstü ince bir toprak tabakası ile kapatılıyor…Cesetler baştan bir ipe bağlanıp çukurlara sürükleniyorlardı, daha sonra bir memur ,bir ceset sedyesi yaptırdı….Tehcir edilenler için sonucun öyle veya böyle imha anlamına geldiğini söylemeye gerek yok.

Aslında bu belgeler, daha o zaman İngiltere tarafından A. Toynbee’ye hazırlatılan Mavi Kitap’taki tanıklıklardan çok farklı bir manzara ortaya koymuyor ama bu sefer ‘konuşanlar’ Osmanlı askeri ve sivil idaresiyle neredeyse iç içe geçmiş Almanlar. Mavi Kitap gibi kaynaklardaki tanıklıklar, inkarcı devlet söylemi tarafından, baştan beri “Bunlar Osmanlı’yla savaş halinde olan devletlerin uydurması, manipülasyonu”, denilerek değersizleştirilmeye çalışıldı. Mavi Kitap için de “propaganda” deyip için içinden sıyrılmaya çalıştılar. Ama işte bu sefer tanıklar Osmanlı’yı yıpratmak istemek bir yana o zamanki müttefikleri ve nihayetinde bu ittifak uğruna o zaman sessiz kalmış bir devletin çalışanları. Yani, bu tanıklıkların propaganda ile uzaktan yakından ilişkisi yok. Kaldı ki bunlar Alman görevliler arasında kamuya açık olmayan ve yazarları tarafından bu durum bilinerek üretilmiş belgeler.  Velhasıl bunlar, kolay kolay kulp takılabilecek şahitler değil.

Önemli bir nokta da şu: gene öteden beri genişçe bir kesim tarafından soykırımın tanımlayıcı unsurlarından olan kasıt unsurunun Ermeni vakasında olmadığı ileri sürülür. Yukarıda verdiğimiz kısa alıntılar bile, Osmanlı devlet görevlilerinin Ermenileri toptan veya kısmen yok etme kastının, bu görevlilerle birebir temasta olan birinci elden görgü tanıkları tarafından daha olay yaşanırken tespit edildiğini gösteriyor.

Yukarıdaki tanıklıkları okurken Aram Ateşyan’ın Ermeni milletinin emperyalistler tarafından kandırıldığı klişesini söyleyerek neredeyse şu yukarıdaki vahşeti yapanları arkaladığı cumhurbaşkanına mektubu aklıma geldi. “Emperyalistler tarafından kandırılmış” şu mazlum kurbanların semada dönüp duran bir ahı varsa dilerim herkesten evvel Ateşyan’ın üzerine olsun.