‘Eşcinsellerin öldürülmesine verilen tepki bir türlü genelleşemiyor’

Bu sene 10. yılını kutlayan sanat topluluğu biriken, 24. LGBTİ+ Onur Haftası etkinlikleri kapsamında 21 Haziran Salı günü Fransız Kültür Merkezi’nde, ‘Öcüler’ oyununu okuma tiyatrosu olarak sahneye koyuyor. Alican Yücesoy, Canan Atalay, Defne Halman, Halil Babür ve Okan Urun’un performanslarıyla hayat verdiği metnin konusu homofobi. Topluluğu oluşturan Melis Tezkan ve Okan Urun’la bir araya gelerek hem bu tiyatroyu hem da biriken’in geride bıraktığı on yılı konuştuk.

Birkaç farklı oyunla gündemdeydiniz. ‘Kıyamete Kadar Kapattım Kalbimi’ 20. İstanbul Tiyatro Festivali’nde ilk kez sahnelendi ve çok ses getirdi. Oyunu biraz anlatır mısınız?

Melis Tezkan: ‘Kıyamete Kadar Kapattım Kalbimi’ kişisel ve toplumsal felaketlerden bahsediyor. Pavyon, gece kulübü gibi bir mekânda geçiyor. Zaten ismini de bir şarkı sözünden alıyor. Metinler ise çoğunlukla monolog formunda. Bizim işlerimizin genelinde olduğu gibi, burada da müzik önemli bir unsur. Oyunun metinlerinin ve müziklerinin yazımı sahnede yaratılan tabloların kurgusu ile eş zamanlı ilerledi.

Okan Urun: Metinde dört karakter var ve hepsi birinci tekil şahısta konuşuyor. Karakterler söz alıp, bazen siyasi bir fonda, hepimizin yaşadığı ya da hissettiği durumlarla ilgili bir şeyler söylüyorlar; tıpkı birinin mikrofonun başına geçip şarkı söylemesi gibi. Dünyanın sonundan emeğe, plastik cerrahiden küresel ısınmaya geniş bir yelpazede konuşuyorlar. Oyuna sonradan giren dördüncü karakter, hayatta örselenmiş, yaralanmış, kalbini dışarıya kapatmış haldeki diğer üç karakterin içindeki bir şeyleri yeniden harekete geçiriyor. Bir sızıyı, felaketi, aşkı ve aşksızlığı, kayıp hissini…  Bir izleyicimiz, “Bu oyun benim için ‘bir aşka ağıt’” demişti. Bir aşkın ya da çok sevilen birinin ardından yakılmış ağıt gibi…

Yönetmenliğini üstlendiğiniz 'Kardeşlerimi Arıyorum' adlı okuma tiyatrosu da festivalde izleyiciyle buluştu. Aynı dönemde iki proje birden hazırlamaya nasıl karar verdiniz?

O. U.: Yazar Jonah Hassan Khemiri’nin oyununu, İsveç Kültür Ataşesi Suzi Erşahin’le görüşmelerimiz sonucunda, festivalde okuma tiyatrosu olarak sahnelemeye karar verdik. Seyirciyle de buluşması güzel oldu. Bakırköy Belediye Tiyatroları, ‘Kardeşlerimi Arıyorum’u önümüzdeki sezon repertuarına aldı.

M. T.: Metin, Stockholm’de yaşanan bir patlamayı konu ediniyor. Başkarakter Amor üzerinden, bu olayın yarattığı paniğe ve özellikle azınlıklarda baş gösteren “Ben suçlu muyum? Hayır, değilim” hissine odaklanıyor. Amor, şimdiki zamanı ya da zihninde ânın alternatif hallerini yaşarken, yer yer anılarına dönüyor, hayaller kuruyor. Bir taraftan da sürekli telefon konuşmaları yapıyor. Yüksek ritimli, güncel konusu ve samimi diliyle herkesin içinde kendini bulabileceği bir oyun. Yaklaşık bir sene önce açığa çıkan proje sonrasında ardı ardına yaşanan patlamalar, onun bu döneme dair korkunç bir öngörüye dönüşmesine yol açtı.

Onur Haftası kapsamındaysa ‘Öcüler’i sahneleyeceksiniz. Bu performans homofobiyi nasıl ele alıyor?

O. U.: ‘Öcüler’ yine bir oyun okuması. 2014’te genç yazar Yann Verburgh tarafından yazılan metin İran, Afrika, Rusya, Fransa, Hollanda, Amerika gibi farklı coğrafyalardan homofobi, ayrımcılık ve şiddet hikâyeleri anlatıyor; kimi zaman mağdurları kimi zaman da şiddeti uygulayanları sahneye taşıyor. Geçtiğimiz günlerde Orlando’da yaşanan saldırı, eşcinsellerin tarih boyunca hep en kolay hedef alınabilir gruplar olduğunu bir kez daha hatırlattı bize. Tarihin karanlık dönemlerinde homofobi her zaman kolayca hortlayan, sınır tanımayan bir olgu oldu. Çünkü eşcinsellerin ölmesine ve öldürülmesine verilen tepki bir türlü genelleşemiyor.

M. T.: Oyun hem psikolojik hem de fiziksel şiddetten bahsediyor. Beş oyuncu var ve her biri farklı ve birden fazla karakteri canlandırıyor. Metinde farklı yazım biçimleri bir arada bulunuyor.

Sizin için okuma tiyatrosu çalışmakla geleneksel tiyatro metinlerini çalışmak arasında ne gibi bir fark var?

M. T.: Okuma tiyatrosu belirli bir çalışma ve prova süreci gerektirse de, getirdiği iş yükü bakımından bir oyun prodüksiyonuna nazaran daha hafif, aynı zamanda keyifli bir tür. Hem oyuncu ve yönetmene hem de seyirciye alan tanıyor, hayal gücüne fırsat veriyor. Bir diğer faydası da yeni metinlerin ortaya çıkması, dolaşıma girmesi, genç yazarların tanınması ya da bilinmeyen eski metinlerin hatırlanması konusunda.

O. U.: Bence okuma tiyatrosunun en güzel yanı, reji önermesini sade tutarak, seyircinin olayları kafasında canlandırmasını sağlamak. Bizi zinde tutan, farklı oyuncularla kısa sürede çalışabilme imkânı sağlayan bir form.

biriken’in geride bıraktığı on yılda neler değişti?

O. U.: Aslında 10 yıl nasıl geçti anlamadık. 2006’da metnini kendimizin yazdığı ‘Şimdi Bizim Evin Yerinde Çukur Var’ adlı performansı üretmek üzere oluşturduğumuz bir gruptu biriken. Ardından birlikte üretmeye devam ettik. Son yıllarda çalışmalarımız daha da sıklaştı. Aldığımız destekler çeşitlendi. Bundan sonra bir süre metnini kendimizin yazdığı oyunlar üzerinde çalışmaya yoğunlaşmak istiyoruz. Bizim üretme isteğimiz sürdükçe, biriken de yaşayacak.

M. T.: 10 yıllık süreçte bir üslup oluşmaya başladı belki. Çalışmalarımızı kendimizi sürekli yenileyerek, bir diğer taraftan da yaptığımız şeyi daha da derinleştirerek sürdürüyoruz. Bu 10 senenin sonunda, artık bazı şeyleri daha kolay yapabilirken bazı yönlerden de amatör ve tecrübesiz halimizi, merakımızı koruyoruz. Her zaman kendi seçtiğimiz, güncel konular, kavramlar, metinler üzerinde çalışmaya gayret gösteriyoruz. Projelerimizi, beraber üretmek istediğimiz insanlarla hayata geçirmeye özen gösterip bu özgürlükten vazgeçmemeye çalışıyoruz.

Bu süreçte, Türkiye çağdaş tiyatro ortamında, sizin çalışmalarınızı etkileyen ne gibi gelişmeler oldu?

O. U.:  Son birkaç senedir, bazı kurumlardan önemli yardımlar gördük. Son işimizde İstanbul Tiyatro Festivali’nin yanı sıra Belçika’dan 0090 ve Vooruit ortak yapımcılarımız oldular. SALT; ‘Tatyana’, ‘Ormanlardan Hemen Önceki Gece’ ve ‘Kıyamete Kadar Kapattım Kalbimi’ oyunlarının hazırlıkları sırasında bize prova mekânı sağladı. Bu, bizim gibi bağımsız, belirli bir mekânı olmayan bir ekip için paha biçilemez bir katkı. Zamanla bize inanan ve destekleyen insanların sayısı artıyor. Bir süre önce, ortak sorunları çözmek ve ileriye dönük adımlar atmak için Bağımsız Tiyatro Birliği kuruldu. Biz de bunun bir parçasıyız. Bundan sonra ortak sorunlar daha iyi duyurulabilecektir.

M. T.: Son yıllarda seyircinin bağımsız tiyatroya ilgisi arttı. Artık çok sayıda bağımsız tiyatro grubu var, bu alanda faaliyet gösteren çok sayıda mekân açıldı. Bu da bizi ve seyirciyi zenginleştirdi.

Boysan Yakar’ın ardından

Eylül ayında geçirdiği  trafik kazasında hayatını kaybeden LGBTİ hakları aktivisti Boysan Yakar, Tina Turner’ın ‘What’s Love Got To Do With It?’ şarkısı için çektiğiniz 2011 tarihli videoda rol almıştı. Aynı zamanda yakın arkadaşınızdı. Onu anlatır mısınız bize?

O. U.: O video, Boysan’ın katkıda bulunduğu çok sayıda işten biri. Ne mutlu ki, bizim de onunla böyle bir çalışma yapma şansımız oldu. Uzun süren arkadaşlığımızdan geriye kalan anılardan biri, bir belge gibi.

M. T.: Boysan bir sürü insanın hayatına dokunmayı başarmış bir insandı.  Onun birçok yüzü vardı; hem çok yaratıcı bir sanatçıydı hem de aktivistti. İnsanlarla samimi ilişkiler kurardı. Bu yüzden de onun ardından çok insanın canı yandı. 

O. U.: Boysan’ı böyle kısa cümlelerle anlatmak zor geliyor. Yaşarken olduğu gibi, şimdi de her an, yaptığımız her işte bizimle. Onunla arkadaşlık kurmaya karar verdiğinizde, hayatınızın her yerine sızabilirdi. Bunu müthiş bir incelikle yapar ve bildiğimiz anlamıyla karşılık beklemezdi. Kaybı büyük bir boşluk, geçmeyecek bir sızı bıraktı. Boysan’la hayatı birlikte yürümüş olmak büyük bir hediye. 

‘Homofobi Sözlüğü’

biriken’in projelerinden bağımsız olarak ikiniz, 2000’lerin başında Fransa’da yayımlanan ‘Homofobi Sözlüğü’nün Türkçeye çevirisini yapıyorsunuz…

O. U.: Çeviri bittiğinde Sel Yayıncılık’tan çıkacak. Sözlükte, tarih boyunca tıptan siyasete, bilimden sanata kadar her alanda, homofobik uygulamalara dair örnekler var. Aslında homofobiden yola çıkarak eşcinsellik tarihini ele alan bir kitap. Aynı zamanda sömürgecilik tarihine göz atıyor. Tamamlandığında, iyi bir kaynak olacak.

M. T.: Sözlük dediğimiz aslında bir ansiklopedi. Konuyla ilgili uzmanların yazdığı, ağırlıklı olarak bilimsel metinler içeriyor. Homofobinin tarihi, toplumlara dair birçok durum ve kavramı bir araya getiren bir kesişme noktası. 



Yazar Hakkında