Siyah hiç kirlenmez

KARİN KARAKAŞLI 

Siyah dediğimiz anda aklımıza yas kıyafetleri gelir. Siyah, Gotik akımı başta olmak üzere moda ve kültür dünyasında da derinlikli bir renktir. Gökkuşağı dahil renk tayfında yeri olmamasının intikamını alırcasına farklı toplumlarda ağırlığını zaman –mekân boyutlarını aşarak korur. 

Ülkemizde siyaset dilinin ‘karanlık eller’ söylemi başta olmak üzere, faili meçhul, suikast ve katliam gibi cürümlerde sorumluları ortaya çıkarmamak için başvurduğu muğlak zeminin rengidir siyah. Edebiyatta, aşkta kimi zaman ürpertiyle kimi zaman minnetle yaşanan gecenin rengidir. Bunca geniş bir anlam ve etki alanına sahip siyahın insanlık tarihi boyunca büründüğü halleri öğrenmek için şimdi elimizde bir de kitap var; Sel Yayıncılık’tan çıkan Michel Pastoureau’nun ‘Siyah’ kitabı, bu kapsamlı dünyayı keşfetmek için eşsiz bir fırsat sunuyor.

Mesut Tufan’ın özenli ve akıcı bir çeviriyle Türkçeleştirdiği kitap, dünyanın yaradılışından başlayarak farklı kültür ve coğrafyalarda siyahın macerasına buyur ediyor okuru. Zengin dipnotlarından, kapsamlı bibliyografya ve kaynaklarına, hele de yazarın; metodolojisine, alanın doğasından kaynaklanan zorluklara odaklaşan giriş yazısına kadar uzun süreli ve ayrıntılı bir bilimsel arka plan çalışması olduğunu gösteren kitap, etimolojiden mitolojiye, dinler tarihinden felsefeye, tarihten dilbilimine kadar disiplinler arası bir yaklaşımla siyahın değdiği her yaşam alanını ele alıyor. Üstelik bunu yaparken de sohbet havasındaki sade dilinden ödün vermiyor.

Siyahın merceğinden uygarlıklar

Kitabın odağındaki siyah, tarih öncesi zamanlardan günümüze toplumsal gelişimin çarpıcı bir tablosunu sunuyor. Bu noktada Pastoureau’nun ‘Siyah’ kitabı, ilerleyen zamana koşut çizgisel bir ilerleme ön kabulüne sahip olanlarımızı sarsacak ayrıntılarla dolu. Sözü yazara bırakalım. “Eski kültürlerin siyah renge olan duyarlılığı günümüz toplumlarından çok daha gelişkindi ve farklı nüanslar taşıyordu. Her alanda tek bir siyah değil, siyahlar vardı. Karanlıklara karşı verilen mücadele, gece korkusu ve ışık arayışı önce Tarihöncesi sonra da Antikçağ halklarını yavaş yavaş karanlığın farklı derecelerini ve niteliklerini ayırt etmeye sürükleyerek, böylece göreceli olarak geniş bir siyah skalası oluşturmalarını sağladı. Resim bunun ilk tanıklığıdır: Paleolitik dönemden itibaren sanatçılar bu rengi elde etmek için çeşitli boyarmaddeler kullandılar ve bunların sayısı bin yıllar boyunca giderek arttı. Bunun sonucunda, Roma dönemine geldiğimizde, siyah yelpazesi oldukça çeşitlilik kazanmıştı: mat siyahlar, parlak siyahlar, hafif siyahlar, koyu siyahlar, sert siyahlar ve daha yumuşak siyahlar, griye, kahverengine hatta laciverte çalan siyahlar.” Rengi adlandırırken önceliği içindeki ışığa vermeye dayalı bu anlayışın, ışık karşısındaki duyarlılığın çağlar geçtikçe zayıflaması üzerine dil içerisinde siyaha denk gelen farklı kavramların da söz dağarcığından çekildiğini örneklerle açıklayan Pastoureau, Eski Mısır’dan Helenistik devre siyahın ölümle ilişkisini de aktarıyor. Şeytanın insanlığın algı dünyasında ağırlık kazandığı Ortaçağ’da siyahın da şeytanın rengi olarak kötücül çağrışımlarla donandığına dikkat çeken yazar, Cluny ve Cistercium keşişleri arasında siyah ve beyaz cübbe tercihi üzerinden yaşanan tarihi çatışmayı da kayda geçiyor.

Gözde zamanlar

İlerleyen yüzyıllarda siyahın giyim tarzında saygınlık kazandığını, buna mukabil koyu tenin, egzotizm ile özdeşleştirdiğini aktaran yazar, hukukçular, tacirler, asilzadeler arasında 14. Yüzyıl ortalarından 17. Yüzyılın ortalarına varıncaya kadar siyahın nasıl hakimiyet kurduğunu açıklıyor.  Matbaanın bulunuşu ve mürekkep kullanımının artmasıyla birlikte siyah-beyaz bir dünyanın temelleri atılırken, sadeliğe dayalı Protestan ahlâk anlayışı da bu kullanım tercihini destekledi. “17. Yüzyıl toplumsal ve dini açılardan olduğu kadar, ahlâk ve simgeler açısından da koskoca bir siyah yüzyıldı” diyen Pastoureau, despotluk ve salgın hastalıklar etkisiyle her yerinde ölümün kol gezdiği ve insanların karalara büründüğü bu dönemi de çarpıcı bir tablo gibi betimliyor.

İnişli çıkışlı bir yolculuk

Erkek ve kadın büyücülere yönelik cezalandırmaların Ortaçağ’dan sonra da devam ettiğini ifade eden yazar, şeytanın ve siyahın hüküm sürdüğü yönündeki savını şöyle gerekçelendiriyor: “Kötümser bir insan varlığı anlayışı yayan Protestan reformu, doğaüstü güçlere yönelik halk arasındaki inanışları ve yaşamdan daha fazla istifade edebilmek için bazı yetenekler (medyumluk, nazar) kazanmak, büyü yapmak, aşk iksiri hazırlamak, hayvanları öldürüp ekinleri yok ederek ve evleri yakarak düşmanlara zarar vermek için bu güçlerle işbirliği yapılabileceğine olan inancı güçlendirdi.

Newton’un ortaya koyduğu yeni renk düzeninde ve sorasındaki aydınlanma döneminde kendine yer bulamayan siyah, zamanla egzotizm aracılığıyla sanat ve edebiyat alanına geri döndü. Pastoureau, siyahın ilham verdiği edebi akımlardan yola çıkarak bu görmüş geçirmiş rengin kömür ve fabrika döneminde kamu alanlarını etkisi altına alışını da sürükleyici bir üslupla resmediyor.

Siyahın yolculuğu yazarın kitabıyla sınırlı değil elbette. Bu kitap mesele edindiği siyah başta olmak üzere, bütün diğer renklerle olan ilişkimizi yeni bir bakışla gözden geçirmemize vesile oluyor. Rengi bir ifade biçimine dönüştüren bu yaklaşımınsa hayatımıza ve ruh dünyamıza başta derinlik olmak üzere çok şey katacağı kaçınılmaz bir gerçek.