OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

“Suriyeliler” konusundaki siyasi tehlike

“Suriyeliler”e vatandaşlık meselesi gündemin en hararetli tartışmalarından biri haline geldi. İlkönce tarihi bir olguyu tespitle başlayalım: göç, bugün Türkiye olarak adlandırılan toprakların hemen hemen son iki yüz yılının siyasetine, sosyal hayatına damga vurmuş, gidişatı belirlemiş önemli faktörlerden biridir. Göçün hızı dönemden döneme değişmekle birlikte bu akımın değişmeyen genel özelliklerinden bir tanesi Müslüman topluluklar gelirken, Hristiyan ve Musevi toplulukların gidiyor, daha doğrusu gönderiliyor olmasıdır. 

19. yüzyılın ikinci yarısından Balkanlar’dan ve Kafkaslar’dan gelen göçmenler, sadece değil ama özellikle yerleşik Ermeni topluluklarıyla büyük sorun yaşadılar. Arazi gaspları, hayvan çalmalar, köy basma ve talan, yaralama ve öldürme vakaları çok sık yaşanıyordu. Göçmenler genellikle hayvancılık yaparken yerliler tarımla uğraşıyordu. Dolayısıyla otlak meselesi en sık yaşanan sorunlardan bir tanesiydi çünkü göçmenlerin hayvanlarının ekili tarlalara girmesi en önemli kavga ve sonunda cinayet sebeplerinden biriydi. Dolayısıyla, “göçmenlik-yerlilik” geriliminin her zaman öne çıkan noktalarından olan kaynakların paylaşımı orada da kendini göstermişti.

Bu göçler, Osmanlı veya Türkiye devletlerinin inisiyatifiyle başlamadı ama merkezi devlet bu gerilimleri, trajedileri kendi siyasi amaçları doğrultusunda kullandı, hatta körükledi. Gelen grupları başta Ermeniler olmak üzere ‘can sıkıcı’ gruplar üzerinde bir baskı, kontrol, siyasi ve sosyolojik açıdan bir denge unsuru olarak manipüle ettiler. Bu grupları Ermeni topluluklarının arasına yerleştirdiler ve onlara karşı ‘ellerinin serbest’ olduğunu hissettirdiler. Bu da gruplar arasındaki gerilimi iyice arttırdı. Zaten geldikleri yerlerde gördükleri zulmün sonucunda genel bir ‘Hristiyan nefreti’ taşıyan bu gruplar da, başka Hristiyanlara duydukları öfkenin acısını her şeyden önce Hristiyan olarak gördükleri Ermenilerden çıkarmakta pek de zorlanmadılar.

Bugün yaşadıklarımız da göç olgusunun yarattığı değişikliklerin, açtığı tartışmaların son perdesi. Tarihsel olaylarla günümüz arasında yapılan hiçbir karşılaştırmada vakalar ve durumlar birebir aynı olmaz, dolayısıyla bugün Suriye’den yaşanan göçün öncekilere benzemeyen birçok özelliği var. Öte yandan, göçmenlerin birçok mekan ve zamanda karşılaştığı durum ve muamele benzerdir. Örneğin, göçmenler geniş toplumun gözünde şeytanlaştırılırlar, öteden beri süregelen sorunların bir anda tek kaynağı gibi gösterilmeye başlanırlar, aralarındaki bütün farklılıklar göz ardı edilerek yekpare, homojen bir kitle gibi tarif edilirler. Bu tür yaklaşımlar rasyonel temelden yoksundur. “Suriyelilere” yapılan da budur. “Suriyeliler” sözünü tırnak içinde kullanmamın sebebi tam da aslında böyle tek bir kitle olmadığını anlatmak içindir. “Suriyeliler” derken milyonlarca insandan söz ediyoruz ve bunlar gelirken, sınıflarını, mesleklerini, vasıflarını ve vasıfsızlıklarını, alt kültürlerini, kısaca farklılıklarını da beraberlerinde getirdiler. Türkiyelilerden karakter olarak daha ‘iyi’ veya ‘kötü’ olduklarını söylemenin hiçbir somut temeli yok. Medyada “Suriyelilerle gerginlik” diye anlatılan olaylar Türkiyelilerin kendi aralarında hep yaşadığı olaylar. Sonuçta, “trafikte yol verme kavgasının” istatistiklerde bir cinayet kalemi oluşturduğu bir ülkeden bahsediyoruz. Türkiyelilerin gerginlik için ne Suriyelilere ne de başkalarına ihtiyacı var, kendi aralarında bunu başarıyorlar zaten. Göçmenler için sıkça kullanılan ‘suçlamalardan’ biri de, “Ucuza çalışıp işimizi çalıyorlar”, iddiasıdır. İyi de, hayatta kalmak için bulduğu her işte çalışmak zorunda olana değil de, bu durumu fırsata çevirip ucuza insan çalıştıran ‘has vatandaşlara’ kızsak daha yerinde bir iş yapmış olmaz mıyız?

Sonuçta, korkunç bir savaştan, akıl almaz zorluklardan kaçan, kimsenin kolay kolay kaldıramayacağı travmalar geçirmekte olan insanlardan bahsediyoruz. Empati içi boş bir laf değilse tam zamanı; ve unutmayalım “Suriyeliler” Türkiye ortalamasından daha iyi veya daha nazik olmak zorunda değiller. Kaldı ki, buraların da ne olacağı belli değil. Bir bakarsınız “Türkiyeliler” olarak can havliyle Yunanistan’a geçen botların içindeyiz. Unutmayın, Suriyeli göçmenlerin birçoğunun ifadelerindeki ortak nokta “normal” bir hayat yaşarken her şeyin bir anda altüst olduğu. “Bize olmaz”, demeyin.

Bütün bu tespitleri yaptıktan sonra gelelim meselenin esas endişe veren noktasına ki o da siyasi iktidar sahiplerinin göçmenlere bakışı ve onlar hakkındaki olası projeleri. Sorun göçmenler değildir, sorun iktidarın onlarla ne yapacağıdır. Bu noktada iktidarın Suriyelilere vatandaşlık verme projesi ön plana çıkıyor ve birçok kişi de bundan amacın Suriyelileri “oy deposu” olarak kullanmak olduğunu söylüyor ama bence esas sorun o değil. Birincisi, kimse kimsenin oyundan emin olamaz, vatandaşlık alan Suriyelilerin sadece AKP’ye oy vereceğini düşünmek kolaycı ve mekanik bir düşünme tarzı. Kaldı ki, bu hesap kaç seçim için yapılabilir? Bütün oylar içinde etkisi ne olur? Velhasıl bu, kısa vadeli, geçici bir etki olur. Asıl tehlike, bu insanların iktidar tarafından temel, yapısal birtakım sosyolojik dönüşümlerin aracı olarak kullanılması ihtimalidir. Daha spesifik söyleyecek olursak, bu insanların, tıpkı Balkan ve Kafkas göçmenlerinin 1800’lerin ikinci yarısından itibaren kullanıldığı gibi, nüfus mühendisliği aracı olarak belli bir demografiyi, siyaseti ve kültürü gerek ulusal gerek bölgesel düzeyde ‘seyreltme’ amacıyla kullanılması etnik ve siyasi gerilimi tırmandıracaktır. Zaten toplumun kaldıracağından fazla ve üst üste binen fay hatlarına bir yenisi eklenecektir. Erdoğan’ın ağzından çıkan, Suriye göçmenlerini toplu olarak bir yerlere yerleştirme fikri maalesef niyetin bu olduğuna, devletin iskan politikası aklının devam ettiğine dair emareleri kuvvetlendiriyor.