HERKÜL MİLLAS

Herkül Millas

ALGI(LA)MAK

Anlamsız Tartışmalar, Çatışmalar

Aradan yıllar geçince bazı eski tartışmaların ve çatışmaların ne denli saçma ve anlamsız olduğunu görürüz. Ama artık çok geçtir, olan olmuştur, bu arada insanlar acılar yaşamıştır, bedeller ödemiştir! Bazen eski kavgaları anarken nedenlerini hatırlayamayız bile. Veya hatırlarız da açıkça söylemeyi istemeyiz, çünkü insanlığın yüz karası olabilir neden. Yüzyıllar sürmüş olan haçlı savaşları buna örnektir. Ya da Katolik ve Ortodoks Hıristiyanlar arasında yaşanmış olan karşıtlık. Sonsuz ölümler, sefalet, kin; ve şimdi “artık bunları geride bırakalım” söylemi! Yani pişmanlık, çok geç gelen pişmanlık! 

Bu çapta ve önemde olmasa da bana çok saçma gelen bir konu etnik ve milli alanda yürütülen “benziyoruz/benzemiyoruz” tartışmalarıdır. Benzesek veya benzemesek ne fark eder?  Genellemelere başvurarak halklar arasında benzerlikler ve farklar bulmaya çalışınca, tabii ki benzerlikler de farklar da bulunabilir. İsteyen, amacına göre istediğini görebilir: kimileri yalnız benzerlikleri,  kimileri de yalnız farkları göz önüne alabilir.  Kimileri benzerlik deyince yakınlık, uyum, dostluk ve barış anlıyor; ya da farkları uyumsuzluk ve düşmanlık olarak algılıyor. Böylece dostluk isteyenler benzerlikleri görür; çatışmacı olanlar da yalnız farkları. .

Oysa köyler, kasabalar, kentler ve bölgeler arasında, ama halklar ve milletler arasında da hem farklar hem benzerlikler vardır. Kimi zaman aynı ülke içinde çok büyük farklara rastlarız. Ama farklar her zaman çatışmaya neden olmadığı gibi, benzerlikler de uyumu sağlamıyor. Örneğin Türkler ve Yunanlılar arasında en benzeyen şey herhalde kahveleridir. Oysa şu an bir gerilime neden oluyor, kimin kahvesidir diye! Sıra lokumda, dönerde, beyaz peynirde, baklavada!

Bölgesel benzerlikler

Ama gözlemlerimizden kaçan en önemli olgu, çoğu benzerliklerin etnik ve milli olmadığı, bölgesel olduğudur. Yakın bölgelerde yaşayan topluluklar, etnik, dil, din vb farkı gözetmeden benzerlikleri paylaşırlar. Müzik, yemekler, giyim, dilde ortak kelimeler, inanç ritüelleri gibi benzerlikler yakın bölgelerde yaşayan topluluklar arasında en doğal bir biçimde tabii ki olacaktır. Yani her benzerliği ve farkı “milli” özellikler olarak görmek, her şeyi milli ve milliyetçi dünya görüşüne göre yorumlamak yanlıştır. Benzerlik çoğu kez bir coğrafyanın özelliğidir.

Bir örnek bu konuda yardımcı olabilir. Yunanlı şair N. Gatsos’un Amorgos başlıklı şiiri sentaks açısından Türkçe çevirisinden bütünüyle farklı. Çünkü Yunanca Hint-Avrupa, Türkçe Altay dil ailesinden. Bazı kelimelerin Türkçe karşılığı yok:  “Erimoklisi” (ıssız bir yerde kurulan küçük kilise); “Ayia Trapeza” (Kutsal Masa / kiliselerde bulunur); “Mega Monastiri” (Büyük Manastır, Aya Sofya anlamında).

Ama bu farklara karşın, ilginçtir, bu şiir Anadolu’da yaşayan bir Türk’e yakın gelir. Bu şiirde ortak kelimeler pek çok: Merak, sünger, limon, mağaza, lahana, kestane, pabuç, fanila, mandolin, sultan, marangoz, panayır, fındık, kiler, kilise, def, dümbelek, mantar, papaz, kravat, tente, kiraz, kiremit, biber, künk, avlu, kampana, fiyonk, müzik, yalı, lüle, manastır, çoban, tüfek, karayalı, sümbül, portakal kelimelerinin Yunancaları da aynen böyle. Bunların içinde özel olanı “merak”tır. Bu kelime başka dile zor çevriliyor. Bu şiirin İngilizce çevirisinde “caprice” ve “whim” diye çevrilmiş K. Friar ve E. Keeley tarafından. Ama bu İngilizce kelimelerin anlamı o kadar farklı ki! Kapris, sebatsızlık, geçici arzu, heves nerde; “merak / meraklı” nerde... Yunacası da “meraki” ve “meraklis”.

Ama şiiri Türkiye’ye yakın kılan aslında şiirin coğrafyasıdır. Her resim, her canlı, her koku aşina. Şiirde sözü edilen toprak ürünleri şunlar: Buğday, arpa, kereviz, biberiye, sığırkuyruğu (bitkisi), fesleğen, nilüfer, mantar, yosun, kestane, buhurumeryem, biber, sorgun, zambak, papatya, karanfil. Bilmediğimiz bir şey yok, bunların her biri çevremizi hatırlatıyor. Ağaçlar da öyle: Çam ağacı, kestane, söğüt, kavak, fındık, fıstık, limon, incir, elma, kiraz, badem, kayısı, asma, gül. Hayvanlar da çevremizin hayvanları: Güvercin, martı, leylek, ördek, baykuş, kartal, yarasa, bülbül, serçe, tarla kuşu, kırlangıç, cırcır böceği, kertenkele, engerek, kurbağa, örümcek, solucan, karınca, çekirge, fare, ayı, inek, kurt, köpek, geyik, at. Yani ne kutup ayısı, ne goril, ne balina var şiirde! Muz, tundra, çöl de yok.

Bu şiirdeki farklar ve benzerlikten yola çıkarak şu sonuca varıyorum: İnsan grupları arasında (ve etnik gruplar arasında) farklar ve benzerlikler tabii ki olacaktır. Ama benzerlikleri (ve farkları) etnisiteyle ve millilikle açıklamak toplumsal olayları yalnız millilikle görme eğiliminin bir sonucudur. Yani etnik gruplar arasında var olan benzerlikleri bu grupların “özellikleriyle” açıklamak yerine, yakın ve ortak coğrafya ile açıklamak daha anlamlıdır. Aynı coğrafyalarda yaşayan insanlar, etnisitelerinden bağımsız benzerlikler oluştururlar. İzmir’de birkaç kuşak kalan Türkler, Rumlar, Ermeniler, Yahudiler, Levantenler vb. doğal olarak ortak bazı huylar, alışkanlıklar, yaşam biçimleri geliştireceklerdi. Ve bu “ortak yanlar”, başka uzak coğrafyalarda yaşayan başka Türklerin, Rumların, Ermenilerin, Yahudilerin ve Levantenlerin özelliklerinden farklı olacaktır. Yani ortak yanlar ve farklar etnik değil, daha çok coğrafidir.

Önemli olan şu: Benzerlikleri etnisite temelinde açıkladığımızda insan gruplarını da etnik ve milli bir olgu olarak görmeye başlıyoruz. Bu seçenek, milliyetçi ideolojiyi canlı tutmak, yeniden üretmek ve bir ideolojiyi “kanıtlamak” ve meşru kılmak gibi oluyor. Oysa yaşanan benzerlik, aynı çevrede yaşayan “bütün” insanların benzerliğidir. Farklar açısından da yine “coğrafya” önemli. Benzerlik ve farkları da milletlerin “özü” ile değil, yakın veya farklı yerlerde yaşayan insanlar algılayarak açıklayınca, “benzerlik/farklar” olgusu da artık milli önyargıları, kalıpyargıları ve dışlamaları üretmez. Mesele dünyaya hangi gözlükle bakacağımız meselesidir; milli gözlükle mi, insancıl gözlükle mi…

(Bu yazı yayımlanacak olan bir kitabımdan bir alıntıdır.)