Vezir Hanı denen çelikli, iplikli, hikâyeli bir koca dünya

Karin Karakaşlı ile Berge Arabian'ın hazırladığı 'Hanlar Hamamlar' yazı dizisinde ilk durağımız Vezir Hanı'ydı.

Yine tuhaf bir dönemden geçiyoruz. Son olarak 15 Temmuz darbe girişimi ve akabinde başlayan tutuklama ve açığa almalar, günlük hayatı zaten son dakika gelişmeleri üzerine kurulu memleketin üzerindeki basıncı hava moleküllerinde bile hissedilir hale getirdi. 

Ayağının altından zemin, hayatından hakikat çalındığı zaman ne yaparsın? Ben çareyi hanlara sığınmakta buldum. Gazetede Pakrat Abi ve Berge’le dertleşirken, kentsel dönüşüm adı altında yitirilen tarih, bilgi çağı adı altında kuşatıldığımız yalan dolan arasında eskilerin o sağlam duvarlarını, şehrin en eski tanıklığını, hanları yâd ederken bulduk kendimizi. Pakrat Abi, çocukluğu bir handan geçmiş şanslılarımızdan. Berge desen doğum yeri Suriye’nin Kamışlı’sından aşina hanlara. Benim hevesimi görünce üç silahşörler olarak yola koyulmaya karar verdik. Bu yazı dizinin temeli de böylelikle atılmış oldu.

İstanbul gibi tarihçilerin, seyyahların gözde mekânında bilimsel tarihi bir yapıt ortaya koyma gibi bir iddiamız elbette olamazdı. Ama istedik ki, o eski dokudan nasiplenelim ve Ermenilerin türlü meslekte yoğunlaştıkları kimi hanlarda o birikimi tanıklarından dinleyelim. Keza Ermeni tarihinden bağımsız olarak yolu handan geçmişleri kucaklayalım, biraz öğrenelim, çokça hayal edelim.

 

Sen hancı, ben yolcu… 

İstanbul’da han inşası Fatih Külliyesi ile başlamış, 20. yüzyılın başlarına kadar sürmüştür.  İnsan-hayvan-yük üçlüsü insanlar için tabhane (misafirhane) hayvan-yük ikilisi için de kervansaray olarak anılmış bu yapılar. 17. Yüzyılda Eminönü, Beyazıt, Aksaray, Fatih deniz ve kara yoluyla gelen tüccarların, mal ve para değişimi yaptıkları bir alan olan  han ve kervansayarlar bu yüzyılın sonuna doğru dönemin İstanbul siluetine karakteristik özelliğini kazandıran mimari eserlerin başında geliyordu. Uzmanlar kökeni Farsçadaki ‘hane’ (ev) kelimesinden gelen ve  kervansaray da denilen bu yapıları menzil hanları ile şehir hanları şeklinde iki ayrı gruba ayrıyor. Menzil hanları, şehirler arasındaki önemli yollarda ticaret ve hac kervanlarının hayvanlarıyla birlikte ücretsiz olarak konaklamaları için inşa edilmiş yapılara deniyor. Çoğu bir vakıf kuruluşu olan menzil hanları hayır için yaptırılıyordu. Bir konaklama istasyonu olan menzil hanlarından farklı olarak tacirlerin konakladığı ve düzenli olarak imalat ve ticaret yapılan şehir hanları da vardı. Bu hanlarda zemin kat depolara ve ahırlara, üst kat ise ticarethane ve yolcuların konaklayacağı odalara ayrılmıştı. Ücretli olan şehir hanlarının hepsinde konaklama imkânı yoktu. Konaklama yapılmayan hanlara ticaret hanları deniyordu. Burada ağırlıklı olarak dükkân, imalathane, depo ve bürolar yer alırdı. Avlu ortasındaysa genellikle altında şadırvan bulunan mescit dikkat çekerdi.

Vezir Hanı

İlk durağımız olan Çemberlitaş’taki Vezir Hanı  ticaret hanlarına bir örnek. Tramvay durağından inip aynı isimli sokağa saptığınızda karşı sokağa saptığınızda sağınıza düşen bir kapıdır Vezir Hanı. Sadrazam Fazıl Ahmet Paşa tarafından yaptırılan hanın kapısının üzerinde 1659-60 ve tamir kitabesi olarak da 1894-95 tarihi yer alır.

Ve burada ilk ders de başlar; zira hanlar güzellik ve ihtişamlarını içlerinde saklar. Giriş kapıları ne denli görkemli ve büyük olursa olsun, asıl şaşkınlık hep o kapının gerisindedir. Zira çoğunlukla kalabalıklı sokakların bir köşesine denk gelen hanların içi apayrı ve içeriye doğru genişleyen bir dünyadır.  O eşikten geçtikten sonra bugünkü zaman ve keşmekeş arkanda kalır.

Her mekân elbette içinde yaşayanlarla anlamlı. Yapı taşı ve tuğla malzeme ile inşa edilmiş, iki avlulu Vezir Hanı için evsahibimiz, 7 yaşında buraya giren ver halen de hanını terk etmeyen aileden karyola ve kanepeci Sarkis Erkol’du. Erkol Çelik bir dönem buradaki atölyede fabrika misali çalışmış. Askeri ihalelerle binlerce karyola üretmişler. Babası namlı Kürd Agop Usta. “Burası Ermeni çelikhane tarihinin de merkezi sayılır” diyen Erkol, anlattıklarıyla bizi, hanın vızır vızır işlediği yıllara geri götürdü anında. 

Bir ‘gayaran’ olarak handan geçen aile hikâyesi Vezir Hanı aynı zamanda Pakrat Aghparig’in ailesinin de köklerinin atıldığı yer. Merdivenleri tırmanır ya da avluda soluklanırken o günleri de dinliyorum kendisinden: “Yayam Ağavni ve dedem Markar, ‘gayaran’ (istasyon) denilen bu handa tanışmış. Bir anlamda yayam bu handan gelin çıkmış. 1915’in vurduğu Niksar’dan Müslüman bir komşu kadın o dönem 16 yaşında olan  yayamı buraya kaçırmış, çünkü kendi kardeşi de bu handa çalışıyor ve buradaki bekâr odalarından birinde kalıyormuş. Ancak bir genç. Kızın bu koşullarda uzun süre kalması mümkün olmadığından, kendisinden haberdar olan ve o dönem Ortaköy’de bir fırında çalışan Markar dedem Ağavni’ye talip olmuş. Görece hesaplı yerlerin bulunduğu Rumelihisarı’na gidip, orada bir ev kiralamış ve Hisar Kilisesi’nde de bısag (nikah) yapmışlar. O yüzden bu hanı, soyumun başlangıç noktası sayarım. Kalbimde yeri ayrıdır.”

İlk hanın ilk evsahibinin heyecanlı tavrı, sonraki duraklarda da tekrarlanacaktı. Bu şekilde öğrendim ki, herkesin kaybettiği kendi tarihini yeniden canlandırmaya ihtiyacı vardı. Şimdiki zamanın çıraklığında solmamak için… Girişteki geniş avluda sollu sağlı tek tük çelik atölyesi var. Sarkis Erkol parmağıyla gösterip, “Şu çay ocağı olan yer Anadolugaz’dı eskiden. Burası da Jirayr Zaman tarafından kurulan Zaman Çelik Eşya’nın pres atölyesiydi” diyor. Karşımıza denk düşen çelik kaplı yıkıntının da Hayat mecmuasının matbaası olduğunu öğreniyoruz. O özel renkli kuşe kâğıdın kokusu geliyor burnuma çocukluğumdan. Remzi Kitabevi’nin deposu da buradaymış. “Sonra orası Roja Dantel oldu, gipür yapardı” diyor Erkol. Dönüşümlerin sonuysa hep bir boşluk.

Eski zamanlar

Çelik sektörü buradan taşınalı çok olmuş. “Eskiden bu avluda sac yığılı olurdu. Demir karyola, soba boruları  yapılırdı. İçerde pik eritir, dışarda kalıplara dökerlerdi. Düşünün, tonlarca sac, boru, sunta buraya çıkardı. Babam, ağabeyim, ben hep beraber çalışır da anca yetişirdik işe… Bir de dut ağacımız vardı, kocaman. Ben de çocukken oradan dut toplardım” diye gülümsüyor Sarkis Erkol anılarının içinden. Sürekli eskilerin ustalarını anıyor; çelik eşyacı Ohannes Aksu, Hovnan Parseğyan, Türkiye’de ilk yaylı yatağı yapan Ömür Çelik’ten Agop Agopyan, Vartan Der Voğormacıyan, Yaycı Sarkis, Hrant, Yemper Çınar, pik ve demir dökümün piri Toros Usta, Yağcı Han’da karyola imalatı yapan Boğos Çınar, Mikail Santikyan… Merdivenin altına denk gelen yerde Levon Zaman profil boruya desen basarmış. “Meslek sırrı olduğu için oraya kimse giremezdi” diyor Erkol.

Avlunun arka kısımlarına denk düşen Otel Sipahi Palas İstanbul’da alışverişe gelen tüccarların kaldığı mekânmış. Aynı ismi taşısa da, kirli görünümlü grimsi tül perdeleri ve çürümüş pencere pervazlarına dayalı bir çift ayakkabı, başka hizmetler verdiğini düşündürüyor şimdilerde...

Kapısız anahtarlar 

Dış merdiven çökmüş. Koca taş merdivenden yukarı çıkıyoruz. Vezir Hanı’ndaki üst kat da, zamanın dışına düşmüşlüğün rehaveti içerisinde. Kalıp döküm turistik eşyanın üretildiği bir atölyedeki, çoğu asma kilitli kilise kapılarına ait olduğu anlaşılan değişik motifli koca anahtarlar bu durağanlığın simgesiymişçesine asılı oldukları demirin ucunda usul usul sallanıyor. Onların açacağı bir kapı yok artık. Sergilendikleri bu yerin kaderi de tıpkı kendi geçmişleri gibi muallak.

Üst kattaki kuyumcu atölyeleri eskiden dokumacıymış. Sarkis Erkol, çoğunun Zaralı Ermeni olduğunu anlatıyor. “Dokuma tezgâhlarının yanındaki levent dediğimiz ipliğin sarılı olduğu koca makaralar buraya hamallar tarafından çıkarılır, iplik özel bir formülle sarılır, baskıdan da o desenle çıkardı.”

Yine marangoz ustalarında ‘Bodur Agop’ lâkaplı Agop Menekşe de buradaymış. “Şimdi kuyumcu tezgâhı yapılıyor sadece” diye ekliyor Sarkis Erkol. Dediği tezgâhı mahzun bir halde kapı önünde meçhul alıcısını beklerken görüyoruz. 

Üst kat manzarası aynı zamanda aradan geçen zamanın izlerini de aşikâr ediyor. Uydu antenlerinin mantar gibi kapladığı kadim taşların arasından kemer üzerinde otlar bitmiş.  Aram Usta’nın kılıç, nargile, şamdan ürettiği yerde domates büyüyor saksıda usul usul. “Bir de Rum marangoz Koço Usta vardı,” diye atılıyor Sarkis Erkol, “ona sipariş verdiğinizde malın bir seneden önce gelmeyeceğini bilirdiniz. Sabırla tahtayı sıkıştırır, şişmesini beklerdi.” Üst kattaki minik bir odayı da gösteriyor bize. “Burası da bizim konik atölyemizdi. Burada boruları sivriltirdik. Bizim meslek sırrımız da buydu, kimseler giremezdi.”

Pamukciyan’dan

Vezir Hanı’nın tarihi, eski takvimle 11 Mayıs yeni takvimle 22 Mayıs 1766’ya denk gelen büyük zelzele ile özdeş. Tarihi ayrıntıların üğstadı Kevork Pamukciyan burayla ilgili şu bilgileri derlemiş ‘İstanbul yazıları’ kitabında:  “Sabahleyin 4-5 dakika süren çok şiddetli bir zelzele oldu. Sekiz ay kadar ara sıra sarsıntılar devam etti. Çemberlitaş’taki Vezir Hanı yerle yeksan olmuştur. Burada ikamet etmekte olan, zamanının ünlü Ermeni ilim adamlarından ve dilcilerinden Kayserili Diratsu Kevork Gesaryan, Sarkis Başpiskopos Sarrafyan’dan (1699-1773)  o sıralarda satın aldığı ve henüz kullanmadığı matbaası ile birlikte harabelerin altında satın aldığı ve henüz kullanmadığı matbaası ile birlikte harabelerin altında can vermiştir… Bu deprem esnasında Ermeni mehazları, Vezir Han’ın altında kalan, zamanın şöhretli Ermeni mütefekkir ve feylesoflarından Kayserili Diratsu (eşliden Ermeni edip ve müderrislerine verilen bir unvandır) Kevork Gesaryan’ı zikretmekte ve vakitsiz ölümüne hayıflanmaktadır.”

Kevork Gesaryan’ın trajik ölümü, Harputlu Minas Ceryanoğlu veya Ceranyan (1730- 1813)  tarafından bir mersiyeye de konu olmuş. Pamukciyan bize o mersiyeyi de aktarmış:

İstanbul’da kâgir han kalmadı.

Birçok ticarethaneler ve evler yıkıldı.

Herkes yalın ayak ve başı açık sokaklara döküldü.

Çarşı ve pazarlar viraneye döndü.

Birçok insanlar aklını kaybetti ve ‘divane’ oldu.

Bir müddet İstanbul’da mezat olmadı.

Anîden Vezir Hanı yıkılınca, büyük ehl-i

Kelam Kevork orada vefat etti.

Ticaret dışında kimi tarihi ve kültürel toplantılara da evsahipliği yapan hanlar içerisinde Vezir Hanıyla ilgili şu bilgi de yer alıyor: “6-26 Nisan 1800’de amiraların ve Ermeni esnafların reisleri Vezir Hanı’nda bulunan Hovyan Amira’nın odasında toplanarak, Patrik Taniyel Başpiskopos’u gatoğigos seçmeye karar vermişlerdir.”

Hayat mecmuasına giden yol da belli ki Ermeni matbaacılar tarafından burada döşenmiş: “1852’de neşriyata başlayan Masis adlı Ermenice mecmuanın idarehanesi, başlangıçta Vezir Hanı’nda bulunmuştur. Keza ünlü matbaacı Hovhannes Mühendisyan’ın (1810-1891) matbaası da aynı handa idi.”

Kategoriler

Yaşam Dosya



Yazar Hakkında

Karin Karakaşlı

ÜVERCİNKA