OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Nede ‘mutabık’ız?

Darbe girişimi sonrası her şey beklendiği gibi, Osmanlı-Türk siyasetinin gelenek ve göreneklerine uygun biçimde gelişiyor. Yani, fırsat üzerine tüm muhalifleri sindirme bir kez daha gözlemleniyor. Başbakan, bir doğruyu dile getirerek, “İntikam hissiyle hareket etmeyeceğiz” diyor ama aynı konuşma içinde, “Doğduklarına pişman edeceğiz” anlamında sözler de söylüyor. Başka bir doğrunun altını çizerek, “Yaşla kuruyu birbirinden ayıracağız” diyor ama bir yandan da dünya görüşü, ideolojisi Gülencilerle taban tabana zıt yargıçlar, akademisyenler vs. gözaltına alınıyor, kovuşturmaya uğruyor, hatta tutuklanıyor. Ayrıca, bir kişi ‘Gülenci’ bile olsa isnat edilen suçlarla somut bağı kurulmak, kanıtlanmak zorunda. Tabii ki darbeciler cezalandırılacak ama birçok kişinin söylediği gibi, bunu hukukun evrensel ilke ve normları çerçevesinde yapmazsanız, kendiniz de dahil kimseye iyilik yapmış olmazsınız. İşkence görüntüleri üzerine açıklama yapan Uluslararası Af Örgütü’nü, herkesin zekâsına hakaret ederek, sanki darbeciler otomatik silahlarla çatışmaya değil de taşlı-sopalı mahalle kavgasına girmişler, ağızları burunları orada dağılmış gibi “Çatışmada yaşananları işkence gibi göstermeye çalışıyorlar, bunlar ideolojik örgüt” diyerek itibarsızlaştırmaya çalıştığınızda size inanmaya hazır kitlenize bir şey söylemiş olursunuz belki ama “Bize inanmıyorlar” dediğiniz Batı’nın nezdinde azalan sizin itibarınız olur, daha da inanmamaya başlarlar. Halbuki, suret-i haktan bile olsa, klişe bile olsa, “Darbe gecesinin heyecanıyla tasvip etmediğimiz bazı uygulamalar olmuştur. Gerekli soruşturmaları yapacağız” kabilinden bir şey söyleseniz, belki gene size inanmazlar ama hiç olmazsa söylenmesi gerekeni söylemiş olursunuz. 

Şaşırtmayan, ‘ananevi’ bir başka hareket de Özgür Gündem’in kapatılması oldu. Kimileri, Özgür Gündem’in şiddet propagandası yaptığı için kapatıldığını söylüyor. Böyle bile olsa, bu senin benim söylememle tespit edilip sabitlenecek bir durum değildir. Mahkeme dediğin, bu tip hükümlerin verilmesi için var, daha doğrusu olması lazımdı (Türkiye’de yalnız şimdi değil aslında hiç olmadı zaten). Bir yargıcın iki sözü ne zamandan beri mahkeme olmuş? Suçlanana savunma hakkının verilmediği mahkeme mi olurmuş?

Sık tekrarlanan bir söz de, darbenin ardından yakalanan ‘mutabakat’ havasının korunmasının ne kadar önemli olduğu. Ne hikmetse, bu ‘mutabakat’ hep Erdoğan ve AKP’nin hegemonyasını pekiştirecek şekilde yorumlanıyor, çalışıyor ve sonuçlanıyor. Ayrıca, bu nasıl bir mutabakat ki, ülkenin üçüncü büyük partisinin dışlandığı bir anayasa hazırlık çalışması yapılabiliyor? (Sizi güldürmek için, demokratlık iddiasında olan CHP’nin “Milyonlarca seçmenin dışlandığı bu çalışmanın meşruiyet sorunu vardır, dolayısıyla biz de komisyondan çekiliyoruz” demesi gerektiğini söyleyeyim.) HDP, bir dahaki seçime kadar bu ülkenin altı milyon oy almış bir partisidir. Sanki yeni seçim olmuş da HDP baraj altında kalmış gibi davranmak yanlıştır. Hem, hazır demokrasi şöleni yapıyorken, seçim barajı, siyasi partiler kanunu gibi somut meseleleri ele alarak, daha demokratik hale getirmek nasıl fikir? Böylece demokrasimiz, atılan sloganların ötesinde, elle tutulur gelişmeler kaydeder, biz de ele güne karşı daha inandırıcı oluruz. Tabii, böyle bir derdimiz varsa... Korkarım, bu gibi konuları dillendirenler veya darbe girişimi sonrası uygulamalara muhalefet edenler bu mutabakatı ‘bozmak’la suçlanacaklar ve ‘hain’ olacaklar. Sahi, biz nede mutabıkız?

Bu ‘mutabakat’ın bir sonucu olarak, kimi hukukçulardan “Devletimizin yanındayız” mesajları geliyor. Bunu diyenden hukukçu olmaz. Ve bunun, iktidarda hangi partinin olduğuyla, hatta hangi ülkeden bahsettiğimizle hiçbir ilgisi yoktur. Biz dünyanın en demokratik ülkesi olsak, iktidarda dünyanın en demokrat partisi dahi olsa, bir hukukçunun yeri ‘devleti’nin yanı değildir. Bir hukukçu her şeyden evvel adaletin, hakkın yanında olmalıdır. Bu da çoğu zaman devlet karşısında zayıf konumda olan vatandaşların hakkını korumayı gerektirir, o vatandaş ‘suçlu’ bile olsa. Mesela, şu sıralar, hukukçunun görevi, cemaat soruşturması sırasında bireylerin uğradığı haksızlıkların, yapılan hukuksuzlukların takipçisi olmaktır.

Darbeciler başarılı olsaydı yapacakları kötü, korkunç şeylerden bahsediliyor. Muhtemelen söylenenler doğru, hatta belki akla gelmeyen başka kötülükler de yapacaklardı. Yalnız, bu sözlerin arkasında bir ima, bağlanmak istediği bir yer var sanki. Evet, darbeciler büyük kötülük yapacaklardı, öyleyse?