Diğerine ihtiyacı olanlara fotoğrafla el uzatıyor

MerhaBarev projesinin Ermenistanlı sanatçılarından Anahit Hayrapetyan, “Fotoğraflarım insanlara anlatmak istediklerimi en iyi ifade etme biçimim” diyor

ERHAN ARIK
enarik@gmail.com

İstanbul’ da geçen hafta art arda çok değerli iki sergi açıldı. Bunlardan biri Hrant Dink Vakfı, Galata Fotoğrafhanesi, Free Press Unlimited ve Gümrü Gençlik Girişim Merkezi’nin yürüttüğü ortak çalışmaya Ermenistan ve Türkiye’den katılan 10 basın ve belgesel fotoğrafçısının beraber ürettiği beş multimedyadan oluşan ‘Beklemekten Öte… Türkiye-Ermenistan Sınırından Hikâyeler’ başlıklı sergiydi. Bu sergiyi 30 Haziran’a dek Galata Fotoğrafhanesi’nde görebilirsiniz. Sergide karşılaştığım Ermenistanlı arkadaşım Aleksey, The Marmara Pera Sanat Galerisi’nde, ‘MerhaBarev’ sergisini 10 Haziran’a dek bir kez daha gezebileceğimizi hatırlattı. 2006’da açılan MerhaBarev, Türkiye ve Ermenistan sınırını aşan ilk çalışmalardan biriydi. Türkiye ve Ermenistan arasında fotoğraflar aracılığı ile bir köprü kurulması amacıyla Türkiye’den ve Ermenistan’dan toplam 10 fotoğrafçı, karşı tarafın iki büyük kentini fotoğrafladı. Türkiyeli fotoğrafçılar Yerevan’ı; Ermenistanlı fotoğrafçılar İstanbul’u. Anahit Hayrapetyan, fotoğraflarındaki çıplak üslubuyla MerhaBarev’de beni en çok etkileyen isimdi. Anahit’le “Çok ince tellerle örülü olmasına rağmen çok görünür olan” sınırın dününü, bugününü ve cılız da olsa yarınını konuştuk.

•          İlk Türkiye ziyaretinden bahseder misin?

İlk kez 2006 yılında MerhaBarev projesinde Türkiye’ye, İstanbul’u fotoğraflamak için diğer Ermeni fotoğrafçı arkadaşlarımla gelmiştim. Bu fotoğraflama süreci iki ülke arasında kendisine özgü görsel bir köprü kurdu. O zamanlar pek çoğumuz İstanbul hakkında fikir sahibi değildik. İnsanlar sınırın öte tarafında nasıl yaşıyor bilmiyorduk. Hatta, Türkiye’de hâlâ birçok Ermeni’nin yaşadığını da bilmiyorduk. Biz İstanbul’a gelmeden önce Türkiyeli fotoğrafçılar bizim konuğumuzdu, o zamanlar çok iyi İngilizce konuşamıyordum; iletişimimiz birkaç sözcük ve mimikle sınırlıydı. Daha sonra dilin o kadar da önemli olmadığını fark ettim. Arkadaş olmuştuk ve çok sevmiştim onları. Projede yer alan Türkiyeli fotoğrafçı Serra, hâlâ benim en iyi arkadaşlarımdan biri. Tanışmamızın ardından ben onun adını mutluluk koydum, onun bendeki anlamı bu çünkü. Yerevan’da olduğu gibi İstanbul’da da insanlar çok farklı davranışlar içerisindeydiler. Bize merhaba dediklerinde komşu ülkeden biriyle tanıştıkları için ya çok seviniyorlardı ya da çok kızıyorlardı. Bu sık sık yaşadığımız bir şeydi. Beni zorla içeri buyur ediyor ve ağırlamak istiyorlardı. Ardından da sorular ve cevaplar... En çok Ermenistan’ı merak ediyorlardı, bütün bu sohbetlerin bitiminde sık sık hüzünle şöyle diyordum “Babam bir Ermeni, annem bir Ermeni, dedem bir Ermeni. Hepsi bu, bundan fazlası değil.” Ben ne korkudan ne de başka bir kaygıdan dolayı hiçbir zaman insanları aldatmadım. Nereden olduğumu soranlara da açıklık yüreklilikle Ermenistan’dan olduğumu söyledim.

 •         İlk İstanbul ziyaretin öncesinde kafanda nasıl bir İstanbul vardı ve sonrasında hafızana kazınan ne oldu?

Sanat, özellikle de belge fotoğrafçılığı insanın duygularını ve söyleyeceklerini ifade edebilmesi için en iyi imkânlardan biridir. Her ne kadar sıfır noktasında durmak istesen de duyguların, fikirlerin ister istemez akıp gider. Yani her şey çok kişiseldir. İstanbul fotoğraflarımdan duygularım çok iyi anlaşılıyor. Zira onlar benim bu şehre ilk bakışlarımdır. Hafızama kazınan insanların yüzleri oldu. Onların bir kısmı bana ve fotoğraflarımıza bakıyorlar, sorular soruyorlardı. Daha fazlasını duymak ve görmek istiyorlardı. MerhaBarev çok önemli bir projeydi ve ilkti. O zaman birbiriyle yan yana yaşayan bu iki halkı birbirine göstermek çok daha zordu. Zira biz birbirimizle yan yana yaşadığımız halde birbirimiz hakkında çok az şey biliyorduk. Bugün artık daha çok proje gerçekleştirilebiliyor. Yani zaman içerisinde çok şey değişti. Sanatın bu alandaki rolü yadsınamaz şüphesiz.

•          Peki, sınırın bugünü ve yarını hakkında ne düşünüyorsun?

Sınır, bu iki yakada çok ince tellerle örülü olmasına rağmen çok görünür. Ve bu insanlar bu ince tellerin ardında birbirlerine bağlayan bir geçmiş var. Sadece ağır tarihsel anılar değil, bugün de onları birbirine bağlıyor. Günümüzde pek çok Ermeni Türkiye’de çalışıyor, pek çok Ermeni Türkiye’de yaşayabilmek için din değiştirmek zorunda kalmış. Şimdi sınırın bu tarafında bulunan Ermenistan’ı görmek istiyorlar. Ermenistan sınırından Ani’yi ya da  Türkiye’deki köyleri görmek mümkün. Yerevan’ın Bagaran köyünde yaşayan yaşlı bir nine bana şöyle demişti: “Ben her gün karşı tarafta, geçmişte ninemin olan evin bugünkü sahiplerini görüyorum.” Bütün bunların içerisinde ben o insanların ne düşündüğü ve nasıl yaşadığı ile ilgileniyorum ve bütün bunları da fotoğraf yoluyla anlatmak istiyorum.

• Peki, fotoğraf bütün bunların neresinde?

Fotoğraf, insanlara bir şeyler söylemek, bir şeyler anlatmak içindir. Fotoğraflarım İstanbul’a Ermenistan’a ve herhangi bir ülkeye dair hikâyeler anlatıyorlar. Her zaman fikirlerimi başkaları ile paylaşmak istiyorum. Yazarak, fotoğraf çekerek ve anlatarak... Herkes de aynı imkâna sahip değil. Aynı zamanda bir diğerine ihtiyacı olanlara fotoğrafla el uzatıyorum. Fotoğraf bütün bunları yapmaya muktedir ve ben bunun için çok mutluyum.