‘İsmiyle yaşamak’ isteyenler

BUĞRA POYRAZ 

Agos okurlarının hazırladığı yazı dizileri ve azınlıklar konusundaki çalışmaları vasıtasıyla tanıdığı Avukat Rita Ender, 2015 yılında yayımlanan ‘Kolay Gelsin’ adlı kitabından sonra, yine İletişim Yayınları’ndan çıkan ikinci kitabı ‘İsmiyle Yaşamak’ ile okurlarının karşısında.

Kitapta Ender’in gayrimüslim topluluklara mensup olma tecrübesini (isimleriyle de) deneyimleyen 45 kişi ile yaptığı söyleşiler bulunuyor. İoanna Kuçuradi, Foti Benlisoy, Luiz Bakar, Maria Rita Epik, Arus Yumlu ve Nino Varon gibi farklı azınlık gruplarının en tanınmış kişileriyle gerçekleştirilen söyleşiler bir yıl boyunca Agos gazetesinde ‘İsimler & Hikâyeler’ adlı köşede yayımlanmıştı.

Şabo’dan Şaban’a…

Röportajlarda katılımcıların isimlerinin kökenlerine, bu isimlerin kendilerine nasıl konulduğuna, Türkiye’de eğitim hayatında ve profesyonel hayatta bu isimler nedeniyle yaşadıkları tecrübelere, ‘Nereden geldiniz?’, ‘Kaç senedir Türkiye’desiniz?’ ve ‘Bu kadar güzel Türkçe konuşmayı nerede öğrendiniz?’ gibi sorularla nasıl başa çıktıklarına değiniliyor. Bunlar arasında dedesi Türkiye makamları tarafından memuriyette kalabilmek için soyadı zorla Türkleştirilen de Türkçe göbek adı taşıyıp hayatının belli bir döneminde sadece bu adı kullanmayı tercih eden de bulunuyor. Süryani Şabo Boyacı şöyle diyor: “İnsanlar hep sizi Türkleştirmeye, asimile etmeye çalışıyorlar. Süryanice isminizi Türkçe forma sokup öyle söylüyorlar. Ben bunu asimilasyon olarak görüyorum. “Şabo” dediğim zaman kabullenemiyorlar ve diyorlar ki: “Gel, biz sana başka isim verelim: Şaban.” Kemal Sunal filmlerinin çok revaçta olduğu yıllarda bundan inanılmaz irite olurdum, sinirlenirdim. Fakat artık düzeltmekten, adınızın doğrusunu söylemekten o kadar yoruluyorsunuz ki, bıkıyorsunuz ve bir noktadan sonra teslim oluyorsunuz.” (s. 256)

‘Dönme durumları’ 

Kitapta yalnızca İstanbul ve İzmir’den değil, doğu illerinde yaşanan benzer sorunlara da yer veriliyor. Can sıkıcı deneyimler, sadece homojen toplum haricinde bir perspektif katmayan eğitim çarkından çıkmış kişilerle değil, resmi makamlarla da yaşanıyor. Avukat Luiz Bakar şöyle diyor: “1915 yılında Anadolu’da dönme durumaları yaşandı (İslamiyet’e dönme). Sonra bunların bir kısmı İstanbul’a geldi, Patrikhanede vaftiz oldu ve kendi kimliklerine dönüş yaptı. Ve dediler ki ’Ben madem vaftiz oldum, ismimi de değiştireyim.’ Birkaç tane isim değiştirdik, ama bir tane vardı ki olmadı, değiştiremedik. Şahit götürdük, şahit dedi ki: ‘Ben bunu tanıyorum, yan köyden komşumuzdur. Biz top oynarken ona hep Melkon derdik’. Hakim dedi ki: ‘Peki sen komşu köydensen bunu nasıl biliyorsun? Niye top oynamaya oraya geliyorsun?’ Adamın niyeti bozuk. O sırada bu davalara nüfus memuru da geliyordu, o davadaki memur da kalktı dedi ki; ‘Efendim biz her din değiştirenin adını değiştirirsek bu işin sonu gelmez. Sonunda çocuk yıldı.” (s. 177-178).

Klinik Psikolog Yard. Doç. Dr. Yudit Namer şöyle diyor: “Türkiye’de bir çocuğa Türkçe isim vermenin böyle bir avantajı var; çocuk istediği kimliği, istediği noktada aktive edebiliyor. Oysa siz çocuğa, onun kimliğini çok öne çıkaran bir isim verdiğiniz zaman, çocuk o kimlikten kaçmak ya da o kimliği saklamak gibi bir şansa sahip olmuyor” (sf. 285).

‘İsimlerimizle doyasıya yaşamak dileğiyle…’

Rita Ender, önsözünü şöyle bitiriyor: “ Gözlerimiz kapanacak, hakkımız için helallik istenecek, mezar taşımıza ismimiz işlenecek. Ölü kayıtlarına ekleneceğiz. İşte o kayıt değişene dek yeryüzünde isimlerimizle doyasıya yaşamak dileği ile...” Bu önsöz, bana Umberto Eco’nun başyapıtı olan ‘Gülün Adı’ romanın son cümlesini hatırlattı. Eco, romanını şu Latince sözlerle bitirir: ‘Stat rosa pristina nomine, nomina nuda tenemus’, yani ‘Adıyla var bir zamanlar gül olan, sadece adlar kalır elimizde’.

İsmiyle Yaşamak
Rita Ender
İletişim Yayınları
296 sayfa.