VİCKEN CHETERİAN

Vicken Cheterian

ABD başkanlık seçimleri ve biz

ABD 8 Kasım’da 45. başkanını seçmeye hazırlanırken, Ortadoğu’nun seçim sonuçlarının beklentisi içinde ‘zaman kaybettiği’ hissiyatı hâkim. Gelgelelim, kazanan kim olursa olsun, Ortadoğu ve ötesinin beklentisi, daha yerleşmiş ve ‘müdahaleci’ bir yaklaşımla birlikte, son yıllarda tanık olduğumuz ABD politikalarında köklü bir değişim olacağı yönünde. Soru şu: Washington’ın büyük sınırötesi maceralara atılmaya yetecek gücü hâlâ var mı?

Çoğu kişi, bir zamanlar ‘Arap Baharı’ denen tsunaminin ardından kaosa sürüklenen bölgeye yalnızca kararlı bir ABD yönetiminin yeniden düzen getirip, mevcut anarşiye son verebileceğini düşünüyor.

Kazanan ister Hillary Clinton olsun, ister Donald Trump, Ortadoğu, seçim rüzgârı sona erdikten sonra daha iddialı bir ABD politikasının geleceğini düşünüyor. Irak ve Afganistan’daki ABD birliklerini geri çekeceği, Guantanamo hapishanesini kapatacağı ve İslam dünyasıyla bağları kuvvetlendireceği vaadiyle başa gelen Barack Obama’nın iki dönemlik başkanlığı sona eriyor. Her ne kadar Obama iyi niyetleriyle Nobel Barış Ödülü almış olsa da, hâlâ Irak’ta IŞİD’e yönelik savaşa hava saldırılarıyla destek veren ve hatta sahadaki Musul operasyonunun parçası olan Amerikan askerleri var, yaklaşık 10 bin Amerikan askeri ‘eğitmen’ olarak Afganistan’da konuşlanmış durumda, Guantanamo hâlâ açık ve tüm bunlar olurken, ABD birlikleri Suriye, Libya, Yemen ve daha nice yerde yeni savaşlara katılıp duruyor. Yargısız infazlar ve kanunsuz eylemlerle dolu gizli kapaklı bir insansız hava aracı savaşı eşi benzeri görülmemiş bir seviyeye varmış durumda.

Obama’nın niyetleri ne kadar iyi olursa olsun, Amerika ordularını Ortadoğu’dan çekmeyi başaramadı. Ve İslam dünyasıyla ilişkileri normalleştirme çabalarına rağmen, ABD hâlâ oradaki kan gölünden sorumlu tutuluyor. Kimileri, Mısır’dan Suriye’ye ve Türkiye’ye kadar tüm bölgedeki istikrarsızlığın arkasında bir Amerikan komplosu olduğundan şüphelenirken, kimileri de Esad rejiminin ve Suriye Savaşı’nın hâlâ sürmesinin sebebinin ABD’nin liderliğinden yoksunluk olduğunu düşünüyor.

Bu yakın gelecekte değişebilir.

Her şeyden önce, İslamofobik açıklamalar yapan ve ABD’nin Ortadoğu politikasını değiştireceği vaadinde bulunan Donald Trump var. Trump ABD’nin askerî gücünü yeniden artıracağını ve görevdeki Amerikalı sayısının azaltılması uygulamasını değiştireceğini söylemekle kalmıyor, bu güçlerden faydalanacağını da belirtiyor. Trump, Irak’ta yürütülecek başarılı bir askerî görev karşılığında Irak’ın ‘petrolünü alacağını’ söyledi bir röportajında. Trump ayrıca, ‘terörle mücadele’yi de tırmandıracakmış gibi görünüyor: Televizyondaki ilk münazarasında şöyle demişti: “IŞID’i mahvetmemiz ve bunu hemen yapmamız gerekiyor.”

Diplomatik olmayan açıklamalarıyla nam salmış olan Cumhuriyetçi aday, Vladimir Putin ve Recep Tayyip Erdoğan gibi halkçı liderlerin üstüne pek gitmedi. Trump, Putin’le ilgili birkaç olumlu açıklama yaptı ve iyi anlaşacaklarını belirtti. Ortadoğu’daki sorunları çözmek için Rusya’yla ittifak önerdi. Trump ayrıca Türkiye Cumhurbaşkanı’na yönelik cesaretlendirici sözler de sarf ederek, darbe sonrası bastırma girişimleri için Amerika’dan Türkiye’ye yöneltilebilecek her türlü baskının karşısında olduğunu ifade etti.

Trump’ın seçilirse neler yapacağını kestirmek biraz zor olsa da, Hillary Clinton’ın tercihlerinin ne olacağını tahmin etmek o kadar zor değil. Clinton halihazırda dışişleri bakanı ve siyasi iktidarı bilen biri. İsrail’i desteklemeye, Suriye’de sert bir yol izlemeye ve ‘kabadayı’ Rusya’yı geri püskürtmeye devam edecektir. Bingazi’deki ABD Büyükelçiliği’nin bombalanmasıyla birkaç kişinin hayatını kaybettiği Libya başarısızlığına tepki olarak, ‘terörle mücadele’ konusunda daha sert bir tutum da sergileyebilir.

Başkan adaylarının vaatleri ne olursa olsun, eyleme geçmek için çok az araçları var. 11 Eylül saldırıları Amerika’nın kırılganlığını ortaya koydu; başlıca Ortadoğu müttefikleri saldırının kaynağıydı. Yalnızca saldırının beyni değil, 19 uçak korsanından 15’i de Suudi Arabistan vatandaşıydı; Washington ile Riyad arasındaki ilişkiler bu olaydan sonra bozuldu. George Bush’un savaşları ve büyük yeni muhafazakârlık (neocon) projesinin yenilgisi ABD-Ortadoğu ilişkilerini iyice alt üst etti: Saddam Hüseyin rejimi yıkıldı ama Irak, İran himayesine girdi; ABD’nin 2003 Irak işgali tarihteki ilk fiilî Kürt devletini yarattığı için Ankara’yı da öfkelendirdi, zira bu, Türkiye’nin toprak bütünlüğüne dolaylı bir tehditti. ABD’nin bugün IŞİD’e karşı yürüttüğü savaştaki tek yakın müttefiki PKK, ki o da ABD’ye emperyalist diyor.

Barack Obama, kendinden önceki birçok ABD başkanı gibi, öncelikle ABD güçlerini Afganistan ve Irak’tan çekmek, Ortadoğu siyasetiyle bağını koparmak ve Asya-Pasifik bölgesine yoğunlaşmak istedi. Ama başaramadı. Halefi de, niyetleri ne olursa olsun, aynı şekilde o bölgedeki kaos ve şiddetin içine çekilecek. Zaten yeni Beyaz Saray sakininden Ortadoğu savaşlarına çözüm bulmasını istemek pek de haklı olmazdı.

Ortadoğu’daki ABD gücü, 1956’deki Süveyş krizi sonrası İngiliz ve Fransız imparatorluklarının durumuna benziyor. ABD Ortadoğu’daki tüm savaşlarını kazanmış olsa da nüfuzu serbest düşüşe geçmiş durumda. Tıpkı önceki büyük beklentiler gibi, bu da hüsranla sonuçlanacak.