OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Ne cumhuriyetler kurduk, ki aslında yoktular

İktidar sahiplerinin kendilerine göre siyasi ve sosyal bir restorasyon içinde olduklarına dair şüphesi olan kaldı mı bilmiyorum. Artık, bunu yaparken de hiçbir ilkeyi, izanı vs. gözetmek gibi bir kaygıları olmadığı da açık. Yaptıkları işlere gösterdikleri gerekçeler ,oturup ciddi ciddi tartışılacak düzeyde değil. Âdeta, “Yerseniz... Yemezseniz gargara yaparsınız” pişkinliğindeler. Örneğin, rektörlük seçimlerini neden kaldırıyorlarmış? Çünkü üniversitede gerginliğe sebep oluyormuş. Her seçim, nihayetinde bir yarış, bir rekabettir, dolayısıyla her seçimin doğasında biraz heyecan, biraz gerginlik vardır. Demokrasi zaten bu gerginliği soğurabilen, yatıştırabilen ve seçimin düzgün bir şekilde yapılıp, sonucunun gereğini hayata geçirebilen kültür ve sistemi oluşturmak demektir. Gerginlik gerekçesiyle seçimin kaldırılması, demokrasiden vazgeçme anlamı taşır. Bu mantıkla, milletvekili genel seçimlerini de kaldıralım o zaman (gerçi, o günlerden ne kadar uzağız o da belli değil; belki önümüzdeki seçimler de sayılıdır). Bir de, “Zaten rektörlük seçimleri demokratik değildi, göstermelikti, kalktığı iyi oldu” gibi, akla ziyan argümanlar var. Rektörlük seçimlerindeki anti-demokratik unsurları düzeltemediğimiz için seçimleri toptan kaldırarak demokrasiye hizmet ediyoruz! Lafı hiç eğip bükmeye gerek yok; bu, iktidar dairesiyle uyuşmayan çeşitli toplum kesimlerini zapturapt altına almanın başka bir safhasıdır. Yoksa, rektör seçimlerinin OHAL’le, OHAL’e sebep olan durumla ne ilgisi var? Hükümet ve saray kanun hükmünde kararnamelerle ülke yönetmenin tadını aldı bir kere, kolay kolay bırakmaz.

Aynı minvalde, Cumhuriyet gazetesine yapılan son operasyonda da kullanıldığı üzere, Ceza Kanunu’na yerleştirilen “üye olmadan örgüt adına suç işlemek” ifadesi var. Üye olmadan örgüt adına suç işlemek nasıl olur diye düşünüyorum; ıslanmadan duş almak gibi bir şey olsa gerek. Hukuk açısından esas olan, bir kimsenin belli bir yasadışı örgütle olan bağını, ilişkisini, temasını somut biçimde ortaya koyabilmektir. Yoksa bu tür örgütlere üyelik nasıl başlayıp nasıl bitiyor? Aidatları mı var, ödemeyeni atıyorlar mı? Denebilir ki, birileri bu örgütlerin ‘parça başı’ taşeronluğunu yapabilir. Pek güzel, ama taşeronluk da bir ilişki, bir temas gerektirir. Bir işi birine delege edecekseniz, onunla bir şekilde iletişime geçmeniz, konuşmanız, anlaşmanız gerekir; var mı başka bir yolu? İddia makamı da bu iletişimi, bağı ispatlamakla yükümlüdür. O ispatlandıktan sonra cezai bir durumdan bahsedebiliriz, üyelik olsa da olmasa da. Yapılan işin niteliğine, esasına girdiğimizde ise mesele biraz daha çetrefilleşir. Hatta ben size şunu söyleyeyim: Terör yöntemleri kullanan bir örgütle bazı konularda aynı düşünmek dahi kendi başına suç teşkil etmeyebilir. Örneğin, İsrail’in Filistinliler üzerindeki zulmünü ve bunun bir gereği olarak Gazze ablukasını sonlandırmasını, ayrıca bağımsız bir Filistin devletini savunan ama aynı zamanda terör ve şiddet yöntemlerine başvuran birçok örgüt oldu ve var. Fakat onlar var diye sizin de yukarıdaki fikirleri savunmanız, sizi otomatikman terörist veya suçlu yapmaz.          

Velhasıl, bu çerçeveden bakıldığında, Ceza Kanunu’ndaki, yukarıda zikrettiğimiz ifadeyle, kanun koyucu, daha doğrusu idare, şunu demiş oluyor: Yasadışı örgütlerle ilişkisi, bağlantısı ispatlanamayan ama söyledikleri, yaptıkları benim hoşuma gitmeyen kimseleri de cezalandırabilmek için bunu uydurdum. Gene bir, “İşinize gelirse” veya “Ben yaptım oldu” durumu.

Türkiye Cumhuriyeti tarihi boyunca, her kimliğe ve kesime eşit mesafede duran, demokratik hukuk düzeni hiçbir zaman olmadı; ‘konforlular’ bunun farkında değillerdi ya da işlerine geliyordu. Ama düşünmediler ki demokratik hukuk düzeninin yerleşmemesi sistemik bir yanlış, sistemik bir kötülüktür. Dün Artin’e, Yorgo’ya zulmeden sistemin sana ne zaman döneceğini bilemezsin. Demokratik hukuk düzeni ya vardır, ya yoktur. Hukuk düzeni aynı zamanda bir kültür, pratik ve alışkanlık işidir. Bazı kesimlerin haklarının devamlı ihlal edildiğine şahit olunan bir toplumda bu kültür de gelişmez. Bunları şunun için söylüyorum: Bugün artık demokrasi, hukuk gibi şeylerin kalmadığı konusunda, eskisinden farklı olarak, geniş bir mutabakat var ve bütün zorluğuna rağmen, bu aynı zamanda, geçmişte dönüp bakacak, feyz alacak bir ‘altın çağımız’ olmadığını, ne Osmanlı’nın ne de Kemalist cumhuriyetin derdimize deva olacağını görmek için bir fırsat. Ne yapacaksak bugün yapacağız ve rehberimiz de evrensel hak ve özgürlük ilke ve tecrübeleri olacak, olmalı. Başka bir deyişle, aslında hiç kurulmayan cumhuriyeti kurmak için bir fırsat. Peki, ülke olarak o idrak noktasında mıyız? Yakınında bile değiliz. Onun için de, pek muhtemeldir ki, günlerin getirdiği daha fazla acı, kan ve ölüm olacak maalesef.