Suriyeli Ermenilere çağrı

İnsan hakları aktivisti Filor Nigoghosian, Suriye’deki mevcut durumu ve Ermeni toplumunun içinde bulunduğu koşulları yazdı. Nigoghosian, Ermenilerin, Suriye’deki kriz karşısında takındığı tavrı değiştirmesi için acil bir çağrıda bulunuyor: “Bütün yumurtaları aynı sepete koymayın.”

Suriye Devrimi ve Ermeni toplumunun geleceği

Filor Nigoghosian, ABD Northeastern Illinois Üniversitesi Uluslararası İlişkiler ve Tarih bölümünde lisans eğitimini sürdürüyor. Chicago Ermeni toplumunun aktif üyesi ve bir insan hakları aktivisti olan Nigoghosian’ın makalesi, Suriye’deki mevcut durumu ve Ermeni toplumunun nerede durduğunu anlatıyor. Yazar, Ermenilerin, Suriye’deki kriz karşısında takındığı tavrı değiştirmesi için acil bir çağrıda bulunuyor.

FILOR NIGOGHOSIAN

Suriye’deki isyanı, Daraa’daki birkaç çocuğun, Tunus ve Mısır’daki devrimlerden ilham alarak, duvarlara rejim karşıtı grafitiler çizmeleri ve güvenlik güçleri tarafından işkenceden geçirilmeleri tetikledi. Çocuklara yapılan işkencelerin resimleri ve haberleri, hızla Suriye’ye yayıldı ve yoksulluk ve yolsuzluklarla büyüyen dertleri katladı. Suriye’deki protestolar, bir anda özgürlük ve onur adına tam teşekküllü bir devrim halini aldı.

Yerel Koordinasyon Komiteleri, devrime destek için yapılan protestoların ve sivil itaatsizlik eylemlerinin planlanmasında ve organizasyonunda baş aktör olarak ortaya çıktı. Hem siyasi açıdan, hem de bölgesel eylemleri organize etmede ortaya çıkan bir diğer önemli grup da Suheyr Atassi’nin başında olduğu Suriye Devrimi Genel Komisyonu.

Suriye Ulusal Konseyi, birçok muhalif hareketi kapsayan ve Suriye rejimini devirip sivil demokratik bir devlet kurmayı amaçlayan bir şemsiye örgüt. Yerel Koordinasyon Komiteleri, Süryaniler Demokratik Organizasyonu, Müslüman Kardeşler, Kürt partileri ve Şam Deklarasyonu imzacıları tarafından destekleniyor.

Haythem Manna’nın liderliğindeki Ulusal Koordinasyon Komitesi, bir diğer siyasi muhalif grup. Dış müdahaleye, mezhepçiliğe ve şiddete karşı güçlü bir muhalefet yürütüyorlar.

Hür Suriye Ordusu, 2011 yazında kurulan, ordudan kaçan milislerden ve silahlı mücadeleye gönüllü katılan sivillerden oluşan birliklerin genel ismi. Merkezi bir otorite tarafından yönetilmiyorlar ve bütünlüklü bir ideolojik zihniyete sahip değiller.

Azınlık katılımı

Devrime daha çok muhafazakâr Sünniler destek verirken, Alevi, Hıristiyan, etnik azınlık mensubu ve laiklik yanlısı bireyler de aktif olarak katılıyorlar. Cemaatleri kolektif olarak katılım sağlamasalar da, bu tavır, bu topluluklara üye aktivistleri durdurmuyor. Bu nedenle azınlıkların devrime destek vermediği veya muhalefetin tek sesli olduğu fikirlerinin pek geçerliliği yok.

Tevfik Dunia, Nabras Fadıl ve Sondos Süleyman gibi Nusayriler, en meşhurları George Sabra olan birçok Hıristiyan’la birlikte Suriye Ulusal Konseyi’nde birlikte çalışıyorlar. Birçok Nusayri ve Hıristiyan da işkenceden geçirildi ve hapse atıldı. Hawla Dunia ve Semir Yazbek gibi Nusayriler, devrimin yazarları olarak öne çıkıyor. Humus’taki gösterilere liderlik eden meşhur Nusayri aktris Fadwa Süleyman, Suriyeli protestocuların gözünde devrimci bir kahraman.

Aralık 2011’de, Mar Musa Manastırı’nı kuran Cizvit papaz Peder Paolo Dall’Ogli, totaliterlik karşıtı konuşmaları ve yazılarından dolayı, yönetim tarafından sınır dışı edildi. Her gruptan devrimci, onu kahraman olarak anıyor. Rejim tarafından İslami radikalizmin yuvası olarak nitelendirilen Hama’daki eylemlerin kalbinde, protestocular, üzerinde “Teşekkürler Peder Paolo” yazan tahta bir haç kullanıyorlar. Hükümetin yürürlüğe koyduğu yeni anayasada, Devlet Başkanı’nın Müslüman olması koşulu devam ediyor. Buna Peder Paolo’nun sınır dışı edilmesi de eklenince, Hıristiyanlar, yönetimin onları korumayacağı izlenimini edindi.

Etnik azınlıklar, özellikle Süryaniler ve Kürtler, devrimde önemli rol oynuyorlar. Her iki grup da, hem Suriye Ulusal Konseyi’nde, hem de özellikle Kamışlı ve Haseke’deki yerel koordinasyon komitelerinde görev alıyorlar. 

Ermenilerin durumu

Suriye’deki ve Ortadoğu’daki Ermeniler, genellikle sosyal ve siyasi hayattan kopuk izole topluluklar olarak yaşar. Çoğunlukla kendilerini, ülkedeki misafirler olarak algılarlar. Genellikle toplumun önderlerinin sorumlu tutulduğu bu zihniyet, güncel politik gerçeklik algısını şekillendirir ve bu izole ve ayrı toplum hayatını sürdürebilecekleri uzun ömürlü diktatörlük rejimlerini desteklemelerine sebep olur.

Fakat Suriye Ermeni toplumu için bu model, hatalı bir tercih. Bu, uzun vadede toplumun geleceğini güvence altına alamamasına ve Ermenilerin Suriye’nin bir parçası olarak anlaşılmamasına sebep oluyor. Suriye’de yaklaşık 60-80 bin Ermeni var. Büyük çoğunluk Halep’te yaşarken, Şam, Lazkiye, Kesab, Der Zor ve Kamışlı gibi şehirlerde de kayda değer sayıda Ermeni var.

Belirli sınırlandırmalarla, okul gibi kurumları yaşatmayı halen sürdürüyorlar. Örneğin, okullarda Ermeni tarihi öğretilmesine izin verilmiyor. Ermenicenin sadece haftanın belirli saatlerinde öğretilmesi serbest. Ermeniler, etnik bir toplum olarak değil, sadece dini bir toplum olarak kabul edildiklerinden, Ermenice sadece Ermeni Kilisesi’nin ayinsel dili temel alınarak öğretilebiliyor.

Suriye’de Ermenilerin siyasi partileri yasaklı. Ermeniler, Esad hanedanlığında görece istikrarlı yaşamalarına rağmen, Suriye’den giderek artan bir göç dalgası var. Bu göç, ekonomik sorunlar, özgürlük kısıtlamaları ve fırsat eşitsizliğinden kaynaklanıyor.

Suriye’deki siyasi dalgalanma başladığından beri, Ermeni uzmanlar ve analistler, Ermeni toplumu için gerçek dışı ve uygulanamaz önerilerde bulunmaya başladılar. Çoğu “çıkış planları” önerdi: 60 bin Suriye Ermenisinin Ermenistan ve Karabağ’a toplu göçü... Sadece 800 civarında Irak Ermenisinin, Irak Savaşı’ndan sonra Ermenistan’a göçünde yaşanan zorluklar henüz unutulmamışken, Ermenistan’ın Suriyeli Ermeni göçmenleri ikame edememe ihtimali göz ardı edilemez.

Ermeni partileri ve çıkar gruplarının da içinde bulunduğu diğer kesimler de, Ermenileri Suriye’deki tarafsız pozisyonlarını korumaları için zorluyorlar. Fakat birçok Ermeni, resmi tarafsız tutumun dışında, yönetimi destekliyorlar; çünkü istikrarı tercih ediyorlar, değişimden korkuyorlar ve içinde yaşadıkları fanusun dışındaki gerçekliklerden tümüyle habersizler.

Suriye rejimi karşıtı birçok Ermeni olmasına rağmen, çok azı hükümet karşıtlığını veya devrim destekçiliğini açıkça ortaya koyuyor. Bu tavrın altında yatan sebepler arasında, toplum baskısı ve aşağılanma, hain veya dönek olarak etiketlenme korkusu da var.

Hükümet veya devrim yanlısı olarak siyasi ve sosyal sürece müdahil olmak, Ermeni toplumunun geleceği açısından zorunlu. Bu, Suriye Ermenileri için bir belirsizlik dönemi ve dışarıda durma veya devam eden sürece kayıtsızlıktan doğan risklerin farkına varma ve bunları yok etmeye çalışma, bu dönem için atılması gereken ilk adım. Ermeniler, bir toplum olarak, kendi kaderini, Suriye rejiminin veya muhalefetinin kaderine bağlayamaz. Başka bir deyişle, tüm yumurtaları aynı sepete koyamaz.

İdeal olan, Ermenilerin, güçlü bir politik strateji uyarınca, bu çatışmanın iki tarafına da müdahil olmasıdır. Böylece devam eden sürece dahil olup taleplerde bulunarak, Ermeni toplumunun çıkarlarının dikkate alınmasını sağlayacaklar. Diğer azınlık grupları, özellikle Kürtler ve Süryaniler, bu tarz stratejileri uygulamaya koydular bile. Örneğin, devrimde yer alarak, taleplerinin, etnik azınlıklar olarak gündeme alınmasını sağladılar ve muhalif Suriye Ulusal Konseyi’nin anayasasına konulan özel bir maddeyle, Süryanilerin ve Kürtlerin ulusal haklarının garantiye alınmasını temin ettiler.

Düşünülmesi gereken bir diğer örnek de, Lübnan Ermenileri. Belirsizlik ve süregiden siyasi değişimler ve altüst oluşlar, Lübnan Ermenilerinin on yıllardır karşı karşıya kaldığı meseleler. Siyaseten, 8 Mart ve 14 Mart olarak ikiye bölünmüş durumdalar.

8 Mart kampında olan Ermeni Devrimci Federasyonu (Taşnaktsutyun), Şii Hizbullah ve Hıristiyan Hür Vatansever Hareket’le birlikte tavır alırken, 14 Mart kampında olan Demokratik Liberaller (Ramgavar) ve Sosyal Demokrat Parti (Hınçak), seküler fakat baskın olarak Sünni olan Gelecek Partisi, sağcı Marunî Lübnan Kuvvetleri ve Falanjistlerle birlikte hareket ediyorlar. Bu yüzden, yönetim hangi kampın elinde olursa olsun, Ermeniler, katılımlarını sürdürüyor ve çıkarlarını güvence altında tutuyorlar. Ermeniler, etnik bir toplum olarak değil sadece dini bir toplum olarak kabul edildiklerinden, her zaman birbirleriyle iletişim halindeler. Bu düzen, baş gösteren siyasi dengesizliklerde, Ermeniler için güvenli bir ağ sağlıyor. 

Çatışma sonucunda ne olursa olsun, Ermeni toplumunun çıkarlarını koruyacak siyasi stratejiler düşünülmeli. Çoğunlukla apolitik olan Suriye Ermenileri, aktif olarak Suriye siyasetinde yer alacak ve kendi siyasi, dini ve etnik haklarının bilincinde olan bir yapıya dönüşmeli.

Halep’teki Ermeniler bugün sıkı gözetim altındayken, Suriye’nin diğer şehirlerindeki Ermeniler ve hatta Diaspora, Suriye’nin geleceğini şekillendirecek sürece aktif olarak müdahil olabilir. Şam, Rakka, Der Zor ve Kamışlı’daki yerel koordinasyon gruplarına katılma fırsatları var veya Avrupa ve Ortadoğu’da yapılan konferanslarda yer alma fırsatları da mevcut. Ermeniler görünür olmalılar, her sürece müdahil olmalılar ve rejim yandaşı tek sesli bir toplum olarak algılanmaktan kaçınacak bir denge siyaseti ortaya koymalılar.

Birçok Ermeni, geçmişte aldıkları pozisyonları çoktan sorgulamaya başladılar. Bazıları, bugün Suriye’de devam eden sürece aktif olarak katılıyorlar. Fakat bu tür çıkışlar, çok düşük seviyede kalıyor, hâlbuki Ermenilerin görünürlüklerini arttırmak için daha ciddi ve hızlı bir değişime ihtiyacı var.

Suriye’deki her bir grup, Sünniler, Aleviler, Hıristiyanlar, Dürziler, Süryaniler, Kürtler ve Çerkezler, Suriye Ulusal Konseyi’nde temsil edilirken, Ermenilerin hiçbir şekilde temsil edilmemesinin ve sürecin dışında kalmasının hiçbir mantıklı açıklaması yok.

İlkeler ve ahlak

Arap dünyasında otoriterlik ve adaletsizliğe karşı direniş, ahlaki ve dini ilkelerin en temel formunun dışavurumu. Suriye hükümeti, kendi vatandaşlarının en temel insan haklarını ve onurlarını gasp etti. Binlerce Suriyeli, rejimin elinde can verdi, hapse atıldı ve mülteci olmak zorunda bırakıldı.

Dini adaletten, dürüstlükten, insancıllıktan ve barıştan gelen en temel ilkeler, bizi, kendisi adına konuşamayanlar adına konuşmaya, zayıf olduğu için kendini savunamayanları savunmaya ve mahrum bırakılanların haklarını korumaya zorunlu kılıyor. Bu ilkeler uyarınca, baskıyı, adaletsizliği, şiddeti ve otoriterliği mahkûm etmek zorundayız.

10 Şubat 2012 Cuma günü, iki intihar bombacısı Halep’teki güvenlik duvarını aşarak, çoğunluğu ordu ve güvenlik gücü mensubu 28 kişiyi öldürdü. Öldürülenlerden biri, orduda görev yapan bir Ermeni, Viken Hayrabedyan’dı. Suriye’deki ve dünyadaki Ermeni toplumu, olayı matemle, üzüntüyle ve öfkeyle karşıladılar. Halep halkı olanlar karşısında dehşete düşmüştü. Herkes ülkesi için devamlı dua etmeye başladı.

Halep bombalamasından bir hafta önce, Suriye yönetimi Humus’ta bir katliama girişti ve yüzlerce masum insan öldürüldü. Bu, bir tek Ermeni yayın organında haber olmadı ve Ermenilerin çoğunluğu olanlara kayıtsız kaldı. Bu kayıtsızlık, Suriye’de protestoların başladığı Mart 2011’den beri devam ediyor.

16 Kasım 2011’de, Rakka’da Ermeni aktivist Jimmy Şahinyan, Suriye güvenlik güçleri tarafından gözaltına alındı, hapse atıldı ve 19 Aralık’ta serbest bırakılana kadar işkenceden geçirildi. Çok az sayıda Ermeni, onun durumu hakkında kaygısını dillendirdi. Ermeni partileri ve kurumları sessiz kaldılar.

İslamcılar ve Radikalizm

Bölgedeki İslamcı hareket, geçtiğimiz yıllarda gelişti ve farklı şekillerde ortaya çıktı. Bazıları şiddete dayalı başkaldırıyla ortaya çıktı. Diğerleri ise kendilerini barışçı yollarla ifade ettiler. İslamcı radikallerin yönetimi ele geçirmesinden korkan Ermeniler ve Süryaniler, diktatörlüğü şeriata tercih ediyorlardı.

Bu korku, Irak ve Mısır’da yükselen Hıristiyan karşıtı şiddetin yükselişine bakıldığında yersiz değildir. Iraklı Hıristiyanların durumundaki kötüleşme savaş sonrası güvenliğin azalması ve radikallerin boşluk bulmasından kaynaklandı. Mısır’daki durum ise farklılık gösteriyor. Yıllardır Mısır’da Kıptilere karşı saldırılar gerçekleşiyor ama Mısır Devrimi’nden sonra Mısırlı Hıristiyanların varlığının kabul edilmesi ile bu şiddet artış gösterdi. 

Arap ülkelerindeki İslamcı radikalleri ve şiddeti besleyen şartlara değinmekte de yarar var. İslamcı radikallerin siyasi kurumlara erişimi engellenir ve devlet tarafından bastırılırsa, daha da radikalleşecekler.

Ermeniler ve diğer azınlıklar içinde egemen olan söylemler, İslamcıları yanlış değerlendiriyor. Müslümanlar bir bütün olarak Müslüman Kardeşler veya El Kaide ile özdeşleştiriliyor. İslamcı hareketler içindeki büyük çeşitlilik göz ardı edilmemeli ve bu gruplar, Suriye muhalefeti içine uygun bir çerçevede yerleştirilmeli.

İslam, yeraltında ve kuşatılmış şehirlerde birçok sosyal muhafazakâr Sünni eylemci için manevi bir değer taşıyor. Onların temel amacı İslam devleti değil, ama aslında onlar İslam için savaştıklarını düşünüyorlar. İnançlarını bu yolda en büyük silah olarak görüyorlar. Her ne kadar muhalefetteki Sünnilerin büyük çoğunluğu dindar olsa da, seküler olanların sayısı da az değil.

Türkiyeli-Suriyeli İlişkileri

Suriye hükümetini destekleyen pek çok Ermeni, devrimcileri, Türkiye ile ilişkilerini referans göstererek gayrimeşru sayıyor. Suriye Ulusal Konseyi, İstanbul’da 2011’in sonbaharında kuruldu; ABD, Avrupa ve Körfez ülkeleri tarafından destekleniyor. Suriye Ulusal Konseyi’nin dış desteğe güveni gereğinden fazla ve ayrıca yeraltı organizasyonu ile işbirliği eksikliği var. Suriye Ulusal Konseyi, son zamanlarda geleneksel Suriye rejimine karşı silahlı eylemlerde bulunan gruplara, özelikle Hizbullah’a açık kapı bırakıyor.

Türkiye ve Suriye arasındaki tarihsel gerilim üç ana konuya dayanıyor: Hatay, su tartışmaları ve Suriye’nin PKK’ya verdiği destek. Suriye ve Türkiye, PKK yüzünden neredeyse savaşa gideceklerdi. 1998’de Hafız Esad’ın Öcalan’ı ülkeden göndermesi ile gerilim azaldı. 2004 yılından Suriye olaylarına kadar ilişkiler iki ülkenin liderleri Beşar Esad ve Tayyip Erdoğan’ın çabalarıyla her alanda ilerledi. Bu ilişkilerin sonucu olarak Suriye’nin bağımsızlığından sonra, ilk defa bir lider, Beşar Esad Türkiye’yi ziyaret etti. 2007’de yürürlüğe giren serbest ticaret anlaşması tesis edildi ve 2009 yılı içinde karşılıklı vize uygulaması ortadan kaldırıldı. Bu anlaşmalar Türk mallarının Suriye’de tüketimini artırdı ve Türkiye’de Suriye turizminde büyük bir artış yaşandı. Ayrıca 2009’da askeri işbirliği anlaşması da imzalandı.

Arap devriminin ortasında, Türkiye insan hakları ve demokrasi savunucusu kesildi. Başlangıçta ayaklanmayı izledi ve daha sonra hükümete ihtarda bulundu. Erdoğan, Esad’ı ikna etme kabiliyetini çok abartınca, Türkiye ve Suriye arasındaki ilişkiler çöktü.

İsrail ve ABD çıkarları söz konusu olduğunda, Suriye hükümeti ve ABD, 11 Eylül 2001 saldırıları sonrası ilişkileri genişletmiş ve ortak operasyonları ve faaliyetleri artırmıştı.

Ayrıca Suriye ve İsrail, tarihsel süreçte gergin ilişkilere sahipler. Suriye rejimi, Türkiye, ABD ve İsrail ile uygun zamanlarda işbirliğine gitmekten çekinmiyor.

Yeraltında olan Suriyeli eylemciler ise, Türkiye ve ABD gibi ülkelerin Suriye halkını umursamadığını anlamış durumdalar.

Güvenlik

Güvenlik tüm Suriyeliler için en önemli konu. Özellikle kuşatılmış şehirlerde Suriyeliler güvenlikten yoksun kaldılar ve bu durum tüm ülkeye yayılmaya başladı. Halep bugün kontrol noktaları ile dolup taşıyor; sokaklarda suç eylemleri, adam kaçırmalar, silahlı çatışmalar gitgide artıyor ve bu durum korkuyu artırıyor. Rejimin çökmesinin ardından oluşacak güvenlik boşluğu konusunda kaygı her geçen gün büyüyor.

Her şeye rağmen, rejim gücünü korumakta kararlı. Eylemciler ise silahlı direniş çağrılarını tüm ülkeye yayıyor. Bu durumda kurumların çürümesi, ordunun çökmesi ve altyapının zarar görmesi kaçınılmaz hale geliyor.

Muhalefet içinde artan silahlanma, çatışmaları alevlendiriyor. Artan vahşet karşısında kendilerini kuşatılmış şehirlerde umutsuzca korumak zorunda kalan insanların huzurlu olamayacağını anlamalıyız. Kuşatılmış şehirlerde insanların bu taleplerine yanıt vermek için Hür Suriye Ordusu’na destek birimleri kuruldu. Ancak birçok muhalif grubun da silahlanma karşı olduğu unutulmamalı.

Kurumlar çökmeye devam ederken, sınırlar üzerinde özenle durulmalı. Tüm bu kargaşadan yararlanmak isteyecek fırsatçı gruplar mevcut. Bu yüzden, istikrar için tarafsız bir gücün bulunması gerekiyor. En uygun yöntem ise Birleşmiş Milletler’in barış sağlayan bir güç haline gelmesi.

Bu durum muhtemelen bir iç savaşın başlangıcı olabilir, fakat pek çok insan bu durumun gerçekleşme ihtimalini zayıf görüyor ve durumun ciddiyetini anlamıyor. Rejime tutunmaya çalışanlar sadece kendilerine zarar veriyor. Suriye, ister eski rejimle, ister muhaliflerle, ister tarafsız şekilde yönetilecek olsun, insanların hiçbir şeyin bir yıl öncesi gibi olmayacağını anlaması gerekiyor.

25 Şubat 1954’te, zamanın Suriye Cumhurbaşkanı Edib Çiçekli, müthiş bir karar aldı. Çiçekli de baskıcı bir lider olmasına rağmen, kendisine karşı bir isyan baş gösterince, iktidarını sürdürmenin, kendi halkının kanını dökmeye ve onları bir iç savaşa sürüklemeye değmeyeceğini anladı ve istifa etti. Suriye ve tüm Suriyelilerin güvenliği için, Beşar Esad’ın da aynı adımı atacağını umuyoruz.

(Makalenin İngilizce orijinali, Armenian Reporter gazetesinin internet sitesinde yayımlandı. Bkz. www.reporter.am)

Kategoriler

Güncel Diaspora