RİCHARD GİRAGOSİAN

Richard Giragosian

Trump yönetimi: ABD dış politikasına bakış

Birçok Amerikalı, özellikle de Demokrat Parti adayı Hillary Clinton’ın destekçileri için, Donald Trump’ın ülkenin yeni başkanı seçilerek kazandığı zafer büyük bir sürpriz oldu. Kendisine sıkı sıkıya bağlı destekçileri başta olmak üzere birçokları içinse bu zafer, yeni tür bir Amerika’ya dair umutları açısından ferahlatıcı bir yenilikti. Ne var ki tepkileri bir yana bırakacak olursak, bu seçim uzun yıllardır görülen en çekişmeli ve hayati başkanlık seçimiydi; üstesinden gelmesi güç ve yorucu olacak belirgin bir kutuplaşma bu seçime damgasını vurdu. 

Trump’ın seçilmesinin Amerikan kamuoyu için şaşırtıcı olmasının yanı sıra, Trump yönetimi altında oldukça yeni bir hale bürünecek olan ABD dış politikasının olası sonuçları birçok ülkede şimdiden ciddi kaygılar doğurdu. Bu bağlamda, bu seçim yalnız ayrıştırıcı yapısıyla değil, ayrıca geniş bir yelpazedeki bölgeler ve ülkelere yönelik olası kapsamlı etkileriyle birlikte, belirleyici önemiyle de öne çıkıyor. Bu seçim ayrıca liderliğe duyulan acil ihtiyacın damga vurduğu ve her biri deneyimsiz yeni ABD yönetimini epey zorlayacak bir dizi emsalsiz krizin ve zorluğun sürüklediği kritik bir zamana denk geldi.

ABD dış politikasının ufkunda görünen böylesi değişikliklerin oluşturduğu manzarayı değerlendirecek olursak, Trump’ın muhtemel dünya görüşünü belirleyen ve görünüşe göre dünyanın birkaç stratejik bölgesini doğrudan etkileyecek olan birkaç kilit nokta var. Trump’ın bu dış politika tercihlerinden biri, Rusya’ya ve Rusya Başkanı Putin’e bakışı. Seçim vaatlerinin ortaya koyduğu gibi, Trump ABD’nin Rusya üzerindeki yaptırımlarını kaldırmasa bile hafifleterek, çekişmeli engellemeden ziyade, Moskova’yla ortak değerlendirmelere dayanan yeni bir politika yaratacak.

Pratikte bu durum Putin’e Rusya’nın komşularının birçoğu üzerindeki gücünü ve nüfuzunu pekiştirmesini, hatta daha da genişletmesini sağlayacak fiili bir hareket özgürlüğü sağlayacak. Trump’ın da belirttiği gibi, böylece sadece Rusya’nın Kırım’ı ilhak etmesi kabul edilmekle kalmayacak, ayrıca Batı’nın Ukrayna ve Gürcistan’ı desteklemeye yönelik kararlılık ve azmi de baltalanacak. Daha da genişlemesi durumunda, ABD dış politikasının Putin’e yönelerek bu şekilde tersine dönmesi ayrıca Orta ve Doğu Avrupa’daki güvenliği de zafiyete uğratarak, Baltık devletlerini daha da tehlikeye atacak. Bununla alakalı başka bir etki de şu: Hem NATO hem de Avrupa Birliği angaje olmuş liderlik eksikliğinin yaratacağı ani boşlukla boğuşmak durumda kalabilir. Böyle bir durumda her ikisi de Batı güvenliğinin koruyucusu görevini üstlenmekte başarısız olabilir.

Güney Kafkasya’ya gelecek olursak, ABD’nin Rusya’yla uzlaşması, ABD’nin iyi niyetli ihmallerinin görüleceği yeni bir dönem sebebiyle bölgeyi ister istemez tehlikeye atacak; böyle bir durumda bölge en iyi ihtimalle sonradan akla gelen stratejik bir düşünceye konu olabilecek. Bölgenin dondurulmuş çatışmaları açısındansa, Trump’ın öncekilere göre kapsamı daraltılmış olan Amerika’nın ulusal çıkarları tanımının, ABD’nin ilgisini veya katılımını ciddi ölçüde azaltması hayli muhtemel görünüyor. ABD’nin Güney Kafkasya’daki stratejik taahhüt ve yatırımlarının azaltılmasına yönelik apaçık istek neticede Gürcistan’ı ortada bırakacak olsa da, Trump’ın Azerbaycan’daki Aliyev yönetimiyle şahsi ilişkisi ve Kongre’deki Ermeni-Amerikan lobisinin güçlü nüfuzu bir araya gelerek hem ABD’nin bağlantı kesme hızını ve derinliği azaltacak hem de en azından asgari düzeyde ilgilenme politikasında karar kılmasına sebep olacak.

Neredeyse kesin olan ikinci politika değişimiyse, ABD’nin Türkiye’ye yönelik stratejik yaklaşımıyla alakalı. Trump yönetiminin ilk dönemlerinin, sağlık hizmetlerinden vergi politikasına kadar pek çok alanda Obama’nın mirasının büyük bir kısmını ortadan kaldırıp tersine çevirme arzusunun belirleyeceği ülke içi gündemlerle meşgul olacağı açık. Fakat dış politikada Trump yönetimi, Trump’ın şu anda Türkiye’de yaşanan büyük ve dinamik gelişmelere hiç aldırış etmemesini aksettirerek, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı görmezden gelmenin cazibesine kapılacak. Dahası, Trump’ın yönettiği Beyaz Saray, Trump’ın ABD dahlini geri çekip azaltma eğilimine bağlı olarak, Suriye ve Ortadoğu’da bir Türkiye liderliğine bel bağlayabilir. Böyle bir politika değişimi, Erdoğan’ın giderek daha hırslı hale gelen şahsi gündemi üzerindeki sınırların ve kısıtlamaların azalmasının yolunu açabilir.

Ne var ki Amerikan yönetim modelinin direnci bizi şaşırtabilir, hatta rahatlatabilir. Söz konusu direnç, kurumsal istikrarın pervasız şahsi “devlet adamlığı” karşısındaki güvenilirliğinden kaynaklanıyor. Bu iyimserlik, başkanlığın sınırlarının gerçekliğinden güç alıyor; sistemin denetim ve dengesi, emperyal bir başkanlığa gerçek sınırlar çizecektir. Dış politikadaysa kilit rol Kongre’dedir; hele de Başkan Trump’la aynı fikirde olmayan ve uyuşmayan Cumhuriyetçiler yönetimindeki Kongre’nin yarattığı çelişki düşünülürse. Kongre gerçekten de ABD dış politikasının temel ilkeleri ve stratejik etmenlerinde yapılacak böylesi pervasız dönüşümlerin yaratacağı riske itiraz edebilir.