Yurttaşlık biçimleri: Kopuş ve yeniden kuruluş

Yazar Halil Turhanlı, yurttaşlık kavramının siyaset düşüncesinde geçirdiği evrelere mercek tutar ve yeni tartışmaları özetlerken Osmanlı’dan bu yana Türkiye’de de yurttaşlık uygulamalarının hangi sorunlar etrafında düğümlendiğini özetliyor.

Marksist  düşünür   Etienne Balibar   1989-2 009 arasında ,   yaklaşık yirmi yıllık bir dönemde   siyaset  felsefesi üstüne  kaleme  aldığı    yazılarından oluşan  Eşitliközgürlük başlıklı  kitabında  yurttaşlık  konusuna  odaklanıyor.  Yurttaşlığın  tarihini  tarihsel süreç içinde işleyen  diyalektik bir hareket olarak açıklıyor. (1)

Balibar’a  göre  yurttaşlık  bu işleyiş içinde   yıkma  ve   (yeniden)  inşa  diyalektiği  temelinde birbirine  indirgenemeyen  farklı tarihsel  biçimler  almış ; antik çağın şehir devletlerinden itibaren değişik uğraklardan geçerek bugün içinde bulunduğumuz ulus devlete  uzanmıştır. Ulus devlet nihai bir nokta olmadığı için oradan da daha  farklı evrelere ve biçimlere doğru  yol alacak.  Dolayısıyla yeni bir çerçevede bir kez daha  yeniden inşa edilme imkanı var. Bu inşa  bugün  uzak bir ihtimal olarak görünse de ulus devletin ötesinde gerçekleşebilir.

Söz konusu diyalektik hareket içinde  belirli bir yurttaşlık biçimi  reddedilir, yıkılır ve yerine bazen reformlar, bazen devrim yoluyla  başka bir yurttaşlık  kurulur. Anayasada, yasalarda  değişiklik yapılır  ya da  hukuk  düzeni bütün normları ve kurumlarıyla  radikal bir biçimde  yeni baştan  düzenlenir. 

İlerleme  niteliğindeki bir yurttaşlık biçimi bile daha kuruluşunda bir sonraki adımı,  yani kendinden sonraki yurttaşlığı engelleyecek niteliktedir. Bir  diğer  deyişle, yurttaşlık kurulurken sınırlayıcı ve dışlayıcıdır. Tarihte bu sınırlayıcılık  bazen  asimilasyon, kimi kez de  kıyıma varan  çok daha sert ve acımasız  politikalarla   gerçekleşmiştir. Bu günümüzün Batılı  liberal   düzenlerinin , cumhuriyetçi  ulus  devletlerinin  geçmişi açısından da geçerlidir. Michael Mann’ın “demokrasinin karanlık yüzü” dediği budur  aslında.

Bahşedilen statü mü?              

Balibar’ın   temel tezi  yurttaşlık ve  demokrasi arasında doğal bir bağ olmadığı; tam aksine, aralarında  antinomik bir ilişkinin, çatışkının  bulunduğu. Bu çatışkı ve onun doğurduğu gerilim yurttaşlığın siyasal boyutunu  oluşturuyor. Siyaseti toplumun hâlihazırdaki   kurumlarını dönüştürmek  için  eylemde bulunma olarak tanımladığımızda yurttaşlığın yeniden kuruluşu için  yürütülen  mücadele de  siyasi eylemde bulunmanın en  belirgin biçimidir. Şöyle de denilebilir: Yurttaşlık  bahşedilen bir  statü  değil; kolektif siyasi mücadeleyle kuruluyor, genişliyor, kapsayıcı oluyor. 

Dışlananlar

Yurttaşlık ve demokrasi  arasındaki antinomik ilişkinin  nedeni varolan demokrasinin henüz ideal olmanın hayli uzağında  bulunması. İdeal olmayan demokrasi dışlayıcıyı bir yurttaşlık biçimini muhafaza etmek  istediğinde, yurttaş  haklarını ve statüsünü genişletmek isteyen, yurttaş tanımına  dahil olmayanların (dışlananların) muhalefeti ve direnişiyle karşılaşıyor. Dışlananlar demokrasinin genişlemesini ve kapsayıcı olmasını talepediyorlar. Dışlananların yurttaşlığa dahil  olabilmek , yurttaş  haklarını  genişletebilmek için  yürüttükleri   mücadele  aynı  zamanda  ideal  demokrasiye, Derrida’nın deyişiyle  “gelecekteki  demokrasi”ye  doğru  atılan  adımlar. Tarih  boyunca da böyle  olmuştur.  Bu  nedenle, Kristin Ross   yurttaşlık  sözcüğünün   “devrimci  söz dağarcığına  ait”  olduğunu söylemede bütünüyle  haklıdır .

Günümüzde  de  demokrasilerin  inşa ettikleri yurttaşlık biçimi  dışlayıcı . Antik Yunan’daki şehir devletlerinden  bu  yana yurttaşlık  kapalı bir statü  olmayı sürdürüyor. Bu kapalılık  demokrasiyi  kurumlaştırdıkları iddiasında bulunana  Batının liberal ulus devletleri açısından da  geçerli.  Dolayısıyla  yurttaşlık  konusu   cumhuriyetçi rejimleri sorgulamayı da kaçınılmaz kılıyor.

Cumhuriyetçi  ulus devletler  burjuva devrimlerinin sonucu;  inşa ettikleri ulus  ve bu  topluluğa bağlı yurttaşlık bu devrimlerin izini taşıyor. Ulusun ve yurttaşlığın inşasında   şiddet içeren,  bazen toplu kıyımlara varan dışlama mekanizmaları  işlemişti. Bu politika ve mekanizmalar  çoğu zaman yurttaşlığı  etnik bir  temelde, ırk  birliğine  göre tanımlıyor, kimi kez  de kıyımlara  başvuruluyor.  İnşa  sürecindeki  politikalarda  tarihsel koşullar ve konjonktür de belirleyici  olabiliyor.  Kuruluştaki  şiddet içeren dışlama  günümüzde yaşanan krizin de başlıca nedenlerinden biri .

Burada   geniş  bir  parantez  açıp   etnik temele  dayalı  ulus inşa  etmenin, yine  aynı  temelde  yurttaşlar  topluluğu  oluşturmanın örneği  olarak  geç dönem  Osmanlı’dan erken Cumhuriyet’e uzanan sürece  kısaca  değinmek  istiyorum.

Osmanlı ve Cumhuriyet

Füsun Üstel, Osmanlı’nın son yılları ile Cumhuriyet dönemlerinin  yurttaşlık Projeleri arasındaki  sürekliliğe dikkat  çekiyor . Üstel’e  göre  tebadan  yurttaşlığa  ani  bir geçiş  söz  konusu  değildi. II. Meşrutiyet döneminde “bir  tür  ön  yurttaşlık”  ortaya çıkmıştı. (2) 

Üstel, II. Meşrutiyet’in modern yurttaş  yetiştirme  projesinin  iki  dönemde ele

alınabileceğini de belirtiyor.  Buna  göre   1908-1912  yıllarını  kapsayan  dönemde anayasa (Kanuni Esasi) temelinde, hak ve  özgürlüklere  ağırlık  veren  bir  yurttaşlık  anlayışı geliştirilmeye  çalışılmıştı. Din ve  etnisiteye  bağımlı  olmayan bir  yurttaşlık  anlayışıydı  bu  döneme  damgasını  vuran. Ne  ki, bu  anlayış  1912-1913 Balkan Savaşları’nın etkisiyle  radikal biçimde  değişti. İttihat ve Terakki’nin  organik  ulus  yaratma  projesi kaçınılmaz olarak yurttaşlık  anlayışını de  belirledi. İttihatçıların   “intikamcı  milliyetçiliğe” dayalı  politikaları onları  etnik  temele  dayalı  bir yurttaşlık  anlayışına yöneltti.

Üstel’e göre  benzer bir kırılma Kemalist  iktidarın  yurttaşlık  projesi  açısından da  söz  konusudur.  Kuruluşun  ilk yılları  Meşrutiyet dönemiyle,  1908-1912  yıllarıyla benzerlik  gösterirken  daha  sonra  özellikle 1925’teki Şeyh  Sait  İsyanı’nın da etkisiyle ırkçılığa varan bir yurttaşlık anlayışı  egemen olmuştur.  O  halde şunu  söyleyebiliriz:  Geç Osmanlı’da Balkan Savaşları yurttaşlık  projesinde nasıl bir kopma  yarattıysa  benzer  bir radikal değişim  Şeyh Sait İsyanı’nı  izleyen dönemde Kemalist  rejimin yurttaşlık anlayışında görülmektedir. Türkleştirme   politikaları   her iki  dönemin  ortak özelliğini oluşturur.

Türkleştirme politikası

Türkleştirme politikalarının yürürlüğe konması ve yurttaşlığın da  bu politikalarla belirlenmesini  Kemalist  iktidar, İttihat ve Terakki’den  devralmıştı.  İttihatçıların Kemalistlere bıraktığı tarihsel miras içinde Türkleştirme  politikaları hayli önemli yer  tutuyordu. Şeyh Sait  isyanından sonra ülke çapında  çok ağır  baskı  politikalarının yanısıra  Türkleştirme  ve  demokratik  olmayan cumhuriyetin  yurttaşlığını  inşa amacıyla   hukuki ve  idari  önlemler de  yürürlüğe  konuldu.  Kemalist rejim    “tenkil  ve tedip” (cezalandırma ve  yola getirme)  politikalarıyla  birlikte  yurttaşlık  projesinde  de  ırkçılığa  yöneldi. 1927 yılında  yapılan nüfus  sayımıyla Türk vatanında  yaşayanların  “ırk  ve  menşei “  saptandı. Yurttaşlık  anlayışında  devlete  bağlılık  öne  geçti.

Devrimlerin mirası

Antik Yunan’da, Rönesans Avrupa’sında yurttaşlık şehre dayalıydı.  Modern yurttaşlık  ulus  devlete  dayalı. Ulus devlet yurttaşlığı burjuva  devrimlerinin mirası. Ulus devlet   tarafından örgütlenmiş   yurttaşlık bu devrimlerin idealleri arasındaydı. Söz konusu  yurttaşlığın  en  önemli özelliği devletle kolektif  özdeşleşme,  yurttaşlar topluluğunun devlet  tarafından  özümsenmesi. Ancak günümüzde ulusal kimliğin  ve ulusal  yurttaşlığın mutlak olmadığı  görüldü; daha  doğrusu yurttaşlığın mümkün biçimlerinden sadece biri  olduğu anlaşıldı. Ulus devletin mutlak egemenliğinin  yanısıra  oluşturduğu   ve  kendine  tabi  kıldığı yurttaşlık  biçimi de  sorgulanıyor.  Ulus  devletle  birlikte onun yarattığı yurttaşlık  biçiminin de kriz  içinde olduğunu  söylemek  abartı  değil.

Balibar’ın  deyişiyle  burjuva  siyasal ideolojisi  liberalizm özgürlüğe “ontolojik üstünlük” tanıdı.(3) Doğal hak olarak tanımlanan  özgürlükler ağırlıklı  olarak özel mülkiyete, ticarete  ilişkindi.  Burjuvazi için eşitlik tali kaldı. Sol  siyasetler  ise   eşitliğe  vurgu yaptılar, eşitlikle  tamamlanmamış  özgürlüğün sınırlı  ve  biçimsel  olduğunun altını  çizdiler. İşte bu nedenle Balibar özgürlüklerin biçimselliğine son verebilmek için  özgürlük  ve eşitliği birlikte  düşünmenin zorunlu olduğunu  ileri  sürüyor,  eşitliközgürlük kavramıyla da bu  zorunluğu  vurguluyor. Çok haklı olarak eşitliksiz özgürlüğün bir  sınıf ayrıcalığı olmaktan öteye  bir anlam ifade etmeyeceğini ileri  sürüyor. Bugün artık ulus devlet yurttaşlığını aşarak evrensel yurttaşlığa erişebilmek de ancak eşitlik ve  özgürlüğün birliğiyle,  “ eşitliközgürlük”  ilkesinin hayata geçirilmesiyle doğabilir. Aslında  Paris Komünü  deneyimi bu açıdan yol göstericidir. Komünarlar evrensel  yurttaşlık  anlayışını  geliştirmiş ve bunu kısa bir süre için de   olsa  hayata  geçirmişlerdi.

Evrensel  yurttaşlık  anlayışı   Paris Komünü günlerinde   deneyimlenmiş,  böylelikle  tarihte  kendine  bir  yer bulabilmişti. Kristin Ross , komün  öncesi günlerde  devrimci kulüplerde  gerçekleştirilen halk toplantılarında  “evrensel  yurttaşlık” ve “evrensel cumhuriyet” anlayışlarının işlendiğini  belirtiyor. (4) 

‘Evrensel cumhuriyet’

Ross’un da vurguladığı  gibi gerçekten,   komünarlar   “evrensel  cumhuriyet” sözcüğü ve sloganıyla 1789 burjuva devriminin ilkelerine, bu devrimin  inşa  ettiği  yurttaşlık  anlayışına gönderme yapmıyorlardı. Onların dilinde evrensel cumhuriyet ve bu cumhuriyetin  yurttaşlığı  Fransız Devrimi’nin  mirasından,   ulus devlet  yurttaşlığından kopmaya ve ulusu aşan evrensel topluma bağlılığa  karşılık  geliyordu. Tek  bir  cümleyle  söylemek  gerektiğinde, ulus devlet yurttaşlığının eşitliksizçi  sınıfsal özünü açığa çıkarıyor  ve  burjuvazinin iktidarından kopmayı ifade  ediyordu. Kopuşa  ve yeni bir kuruluşa  atıfta  bulunuyordu. (5) 

DİPNOTLAR

1- Etienne  Balibar ,  Eşitlikögürlük  : Siyasal  Denemeler   1989-2009 , çev. O.Bülbül , Metis Yayınları , 2016 .
2- Füsun  Üstel , “Bir Vatandaşlık  Projesi  Olarak  Kemalizm”, Resmi İdeoloji  ve Kemalizm  içinde, Ed. Alp Altınörs , Akademi  Yayın , s. 41 -50, 2010 .
3- Balibar , Eşitliközgürlük  , s.  18
4- Kristin  Ross,  Ortak  Lüks : Paris Komünü’nün  Ortak Muhayyilesi ,  çev. T. Birkan, Metis Yayınları , 2016 , s. 32-34 .
5- K.Ross, a.g.y., s. 27

Kategoriler

Güncel Türkiye Yaşam



Yazar Hakkında