Rober Koptaş: Hatırlatan, bütünleyen, tamlayan

ROBER KOPTAŞ

On yıl sonra, hakkında söylenebilecek her şey zaten söylenmiş gibi görünen Hrant Dink hakkında kelam etmeye kalkışmak kolay değil, hele o uğursuz günün depreşen acısıyla. Yine de, onun yapıp ettikleri üzerine bir kez daha düşünme fırsatı, değişimin en ağır koşullarda bile, alaşımında diyalog, açıklık, empati gibi en temel demokratik değerler olan bir mücadeleyle mümkün olduğuna dair bitip tükenmez bir iradenin yaratabileceği muazzam etkiyi hatırlattığı için önemli, hele memleketin malum ahval ve şeraiti dahilinde.

Onca farklı niteliği arasından, bu defa da, hatırlatarak dönüştüren, hatırlatarak yol açan bir fikir ve mücadele insanı olarak tasavvur edelim Hrant Dink’i. Kim neyi unuttuysa, kim neyi hatırlamak istemiyorsa, kim neyi kaybettiyse, ona onu hatırlatan bir hafıza emekçisi olarak. Ne yapıp edip kayıp parçalarımızı bulup çıkararak bizi bütünlemeye çalışan, bizi o daha tam halimizi görmeye davet eden bir haberci, sesi kesilmişlerin de konuşmayı hatırlayabileceklerinin vücut bulmuş hali olan bir sözcü.

Ermenilere, Türklere, Kürtlere, buradakilere ve dışarıdakilere, varlığını dahi unuttukları zaman ve boyutları hatırlattı. Misal, bastırılmış, sindirilmiş, azaltılmış Türkiye Ermenileri korkudan dünlerini sile sile, bir geçmişleri olduğunu unutmuştu neredeyse. Gazetesiyle onlara geçmişlerini hatırlattı. Ama sadece bu kadar değil. Tortop olup içine çekildikleri cemaat kabuğunun altında, günlük ekmek ve güvenlik kaygısının ardında, bir yarınları olduğunu da, memleketlerinin geleceğini hayal edebileceklerini, o gelecekte kendilerinin de bir payı ve yeri olabileceğini tahayyül etmeyi de. Velhasıl, bir avuç kalmış Türkiye Ermenisine, acılarla dolu geçmişlerini unutmak zorunda olmadıklarını, yarınları ise talep edebileceklerini, geçmişleriyle geleceklerine aynı anda sahip olabileceklerini hatırlattı.

Aynı Hrant Dink, dünyanın dört bir yanına dağılmış ve bugünü ile yarını aynı geçmişin ağır gölgesinin altında koyulaşmış Ermenilere, koparıldıkları topraklarının, bugün üzerinde Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulu olduğu anayurtlarının halen var olduğunu, orada bir yaşamın halen sürdüğünü, o toprakların geleceğinin aynı zamanda kendi gelecekleri olduğunu hatırlattı. Maddeten kaybetmiş göründükleri vatanlarının manen parçası olduklarını, orada yaşayan insanlarla, geride kalmış olan kültürleriyle olan bağlarının her ne olursa olsun silinemeyeceğini, isteseler de istemeseler de Türkler ve Kürtlerle bir kader ortaklığı içinde olduklarını hatırlattı. Öyle mecazen filan değil, gerçekten orada bir köyün olduğunu ve o köyün onların olduğunu.

Türklere ve Kürtlere, bu toprakların insanlarına ise, tüm tutanaklardan kazınmış, tüm tersanelerine girilmiş, üç çarpı üç yüz otuz üç vakte kadar tek ayak üstünde durma cezasına çarptırılmış tarihi gerçekleri hatırlattı. Geçmişi yamultulmuş olanın geleceğinin de yamuk olacağını, kanın ve cürmün üstüne demokrasi inşa edemeyeceklerini, etmeye kalkarlarsa iki yakalarının bir araya gelmeyeceğini. Ve de tek tip olmadığımızı, olamayacağımızı, aksine, sadece farklılıklarımızla fıkralaştığımızda güzel olduğumuzu, kimlik dayatmalarıyla değil kimliklerimizin yaşatılıp çoğaltılmasıyla biz olabileceğimizi, birbirimizin yarasına merhem, derdine derman olmadan huzur bulamayacağımı hatırlattı. Hatırlattı, hatırlamak isteyene tabii.

Buradan bakınca, Hrant Dink bize bizde olmayan, bizim bilmediğimiz bir şeyi göstermedi. Hayır, daha zorunu yaptı. Bildiğimiz, sildiğimiz, bastırdığımız, karanlık bodrumlarımıza gömdüğümüz ve oradan çıkartmamak için antlar içtiğimiz ne varsa onu alıp çelebilere has bir zarafetle önümüze koydu. Yok olmasını istediklerimizi artık görmezden gelemememizi sağladı.

Zaman geçti. Az değil, tam on yıl. Hrant Dink bütün bu yıllar boyunca aramızda değildi. Yaşasaydı hatırlatmaya devam edecek, birileriyle kavga edecek, hatalar yapacak, kıracak, kırılacak, gönüller fethedecek, kimi zaman düşecek ama düştüğü yerden daima kalkıp o koca kollarını açarak, içindeki bir hakikat özsuyunda yıkadığı pirûpak cümlelerle konuşmaya, unuttuklarımızı ve bize unutturulanları anlatmaya devam edecek, bizleri, yaşadığımız bu cehennemi cennete çevirmek için mücadele etmeye çağıracaktı.

Agos’un iki sayısına yayılan son yazısı, o duygusal “ruh halimin güvercin tedirginliği” deyişiyle kazındı akıllara, ama orada 2007 Türkiyesinin muazzam derecede isabetli bir analizini yapıyor, cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde yaratılan kaosun dehşetli olacağını haber verirken, işlerin kendi canının alınmasına kadar varabileceğini ilan ediyor, katillerin adını kırmızı mürekkeple duvara bir bir yazıyordu. Yıl 2007’ydi, bugün 2017. O gün cumhurbaşkanlığı seçimleri etrafındaki kavga vardı, bugün ne olduğu ortada. Ve Hrant Dink hatırlatmaya devam ediyor. Diğerkamlığı, dayanışmayı, direnmeyi, hayata tutunmayı, anlatmaktan ve dinlemekten vazgeçmemeyi, birbirimizi kollamayı, yurdumuzu sevmeyi başkalarının tekeline bırakmamayı. Ruh halimizin güvercin tedirginliğiyle bile olsa.