KARİN KARAKAŞLI

Karin Karakaşlı

ÜVERCİNKA

Hep kahır

Sesiyle, sözüyle zaman-mekân boyutlarını aşanların yıldönümlerinden sual olunmaz. Varlıklarına ihtiyaç duyduğumuz her anla yanımızdadırlar zaten. Sesi ve yorumuyla Anadolu rock müziğinin öncülerinden olan Cem Karaca da 8 Şubat’a denk gelen 13. ölüm yıldönümüyle değil eskimeyen müziğiyle hatırlanası. 

Cem Karaca 12 Eylül darbesinden de nasibini alıp sürgünü tatmış sanatçılardandı. Kalbinin şiddetiyle yaşayan, memleketi mesafeden sevmenin ne demeye geldiğini teninde duyanlardan. Yine onun ‘Hep Kahır’ına sığınmışken, şarkının hem daha öfkeli Cem Karaca hem daha kırık Ayhan Yener yorumunu dinlemenizi dilerim. O eşlikle okumanızı, yazı olmayan bir şeyleri…

Dur! Bırak kaynasın kahvenin suyu
Bana İstanbul'u anlat, nasıldı
Bana Boğaz’ı anlat, nasıldı

Önceleri ben kahveyi kahpe diye anlardım. Öyle bir hiddetle başlar Cem Karaca şarkıya. İsyanla. Oysa dip dalgada her şeyin adı hasrettir. İsteği hilafına koparılmışlığın infiali. Senin seçimin olmayan ayrılıkların ödetilen vebali. Sürgün ne şık kelime. Kökünden koparılmış, boşluğa fırlatılmışsın işte. Kelimelere muhtaçsın, hatırlamak için. Ardından bıraktığın ülkeyi değil, aslında sadece kendini.  

Haziran titreyişleri kaçak yağmurlar vardı
Yıkanmış kurunur muydu yine o yedi tepe
Ana şefkati gibi sıcak güneşte

Anılar solgunlaşır. İnsan zihni oynak, titrek bir perde. İlle de bir ilkbahar hatırlanır. Hani şöyle karnında sebepsiz kıpırtılar hissettiğin, dört bir yandan baygın kokular aldığın ve her şeyi yapmaya gücün varmış hissiyle dolduğun bir kaçak gün. Âşık gün. Kaybettiğin. Şehrinle birlikte.

İnsanlar gülüyordu de
Trende vapurda otobüste
Yalan da olsa hoşuma gidiyor söyle
Hep kahır hep kahır hep kahır hep kahır
Bıktım be…

Çaresizlik neler yaptırmaz ki insana. Bir masala inanmak istersin. Oysa zamanın aşındırıcılığından, oyunların hoyratlığından kim nasiplenmemiş. Sen niye istisna olasın. Gizli kibrini yerler. O çok özlediğin şehirde üzerindeki kıyafetleri parçalayıp çırılçıplak koştuğunu görürsün. Sana kalan meczubu olmaktır artık bir düzenin. Deli kahkahalarınla çınlasın boşluk diye.

Dur! Bırak kalsın açma televizyonu
Bana İstanbul'u anlat nasıldı
Şehirlerin şehrini anlat nasıldı
Beyoğlu sırtlarından yasak gözlerimle bakıp
Köprüler, Sarayburnu, Minareler ve Haliç’e
Deyiverdim mi bir merhaba gizlice

Geriye kalan düşlerindir. Yapabileceklerinin ihtimali. Yapamayacaklarının kabulü. Sevme gücün. Sabır çilen. Neyin yasağıymış sahi? Kim engelleyecek seni geleneksel aptallıklarından. Sen içinden seversin işte. Kendine hayrı kalmamış bir memleketi. Onu katlanılır kılan birilerini. Sonrası mesafeler. Evin olan binaya, camın dışından bakma hali.

Dur! Bırak kımıldama kal biraz öylece ne olur
Kokun İstanbul gibidir
Gözlerin İstanbul gecesi
Şimdi gel sarıl sarıl bana kınalım
Gök kubbenin altında, orda da beraber
Çok şükür diyerek yeniden başlamanın hayali
Hasretimin çölünde sanki bir pınar gibi

Ne mutlu bir aşkın varsa. Hatırlanacak ya da yaşanacak. Bir dal işte. Uçan halı. Kaf Dağı’nın ardı. Gizli dil. Saklı tarih. Minnet duyulası bir hazine. Tılsımlı kolye gibi kalbinin üstüne taşımalık. İçinden güzeli çıkaran. İyiye inandıran. En azından dünya gözüyle, bir süreliğine…

İnsanlar gülüyordu de
Trende, vapurda, otobüste
Yalan da olsa hoşuma gidiyor, söyle.
Hep kahır, hep kahır, hep kahır
Bıktım be...

İnsanlar üstüne gülüyor, ne haber. Düşenin dostu olmaz, diye boşuna mı denmiş sandın. Günlük hayat performans bekler. Hadi kalk, giyin, koyul yola. Hiçbir şey yokmuşçasına. Yaptığın her şey en önemlisiymiş gibi. Kıçı kırık gün sensiz dönmezmiş gibi. Zerre hükmün yokken kendi nezdinde, dünyalar kurar yıkarsın yalandan. Yaşadığını sansınlar diye.

Dingo’nun ahırına dönen kalbinde hep kahır varmış, ne haber. Nalları topla, at usulca cebine. Nal uğurmuş ya hani. Öyle derler. Uğurun olsun tepilişlerin. Bıkmanın da dibini boylarsın belki bir gün. Allahtan umut kesilmezmiş. Onu da derler.