OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Hollanda’ya kızıp oruç bozmak

Önce Almanya’yla görece hafif, sonra Hollanda’yla daha ağır bir diplomatik kriz yaşadık, yaşıyoruz. Esastaki değil ama görünürdeki sorun, oralardaki merkezî veya yerel kamu otoritelerinin Türkiye hükümetinin bakanlarına kendi ülkelerinde toplantı yapma izni vermemesi. Hollanda’nın tutumunun insan hakları ve özgürlükler açısından doğruları, yanlışları tartışılır ama bunu, bu konularda alnı ak, sicili pak olanların yapması daha şık ve inandırıcı olur. Dolayısıyla, kendi ülkesinde hak, hukuk ve özgürlükler adına ne varsa senelerdir altından girip üstünden çıkan AKP hükümeti üyelerinin ve yetkililerinin ağzına, insan hakları, demokrasi, özgürlükler sözleri yakışmıyor, sakil duruyor ve tabii ki inandırıcı da olmuyor. 

Bu krizin, önümüzdeki referandumda vereceği oy konusunda kararsız olanları ‘evet’e döndürmek, ‘evet’ oylarını artırıp konsolide etmek için tırmandırıldığına dair yaygın bir kanaat var. Nitekim, bazı fırsatçılar referandumun “Hollanda sayesinde” bir millî meseleye döndüğünü söylüyorlar. Ne ilgisi var? Referandum paketinin hangi maddesi Hollanda’yla yaşanan krizle ilgili? Hollanda veya başka bir Avrupa devleti ne yaparsa yapsın, referandum paketinin kendisi yanlış. Hollanda’ya kızıp ‘evet’ demenin hiçbir mantığı yok. Sen, ‘evet’ –veya ‘hayır’– oyu verince Hollanda’ya hiçbir şey olmayacak. Sana ve senin çocuklarına olacak. Senin referandumun Hollanda’nın umrunda bile değil. İnadın kime? Hollanda’ya kızıp kendi memleketini mi yakacaksın? Ayrıca, bu milliyetçi kurnazlıklar artık yetmedi mi? Genelin hoşlanmayacağı biriyle kavga çıkar, ondan sonra kendi kitlene dönüp feveran et. Bu numarayı daha ne kadar yiyecek bu millet? Gerçi, milliyetçilik de böyle bir şey zaten; rasyonalitenin kaybedildiği bir histeri hali. Ama artık yeter, çoktan yetti.

Öte yandan, bu tür krizleri değerlendirirken kendi ilke ve değerlerimize sadık kalmak zorundayız. AKP’li yetkililerin kurnazlıkları, ikiyüzlülükleri, bizim herhangi bir ülkedeki göçmenler, azınlıklar, diasporalar hakkındaki ilkelerimizi veya protesto için sokağa çıkma hakkı konusundaki fikirlerimizi değiştirmemeli. AKP hükümetinin yanlışlarının acısı, Hollanda’da veya başka bir Avrupa ülkesinde yaşayan Türkiyelilerden çıkarılamaz. Velev ki onlar, AKP seçmeni, tabanı veya sempatizanı olsunlar. Haklar, sadece doğru siyasi tercihler yapanların değildir, yanlış siyasi tercih yapanlar da aynı haklara sahiptir. Kaldı ki, Avrupa devletlerinden ve toplumlarından Türkiyelilere gelecek baskılar, AKP’li olan-olmayan ayrımı da yapmaz. Türkiyelilere, Avrupa ülkelerinde sokakta, okulda, işyerinde vs. yapılacak tacizlerin ne demek olduğunu en iyi anlayacak olanlardan biri de Türkiyeli Ermenilerdir. Kendimiz için istemediğimizi başkası için de istemeyiz. Fakat bir şey umabiliriz ki, o da bu insanların, halihazırdaki AKP ve Erdoğan ‘kabadayılık’ politikalarının, Avrupa’daki Türkiyeliler de dahil kimseye huzur getirmeyeceğini görerek, eğer bu politikalara destek veriyorlarsa, bundan vazgeçmeleridir. Ayrıca, Avrupa’daki Türkiyelilerin bir tutarsızlığını veya ikiyüzlülüğünü de eleştirebiliriz. Yapılan çalışmalar Avrupa’da yaşayan Türkiyelilerin yaşadıkları ülkelerde daha ziyade sol-sosyalist partilere oy verdiğini gösteriyor ki bu anlaşılır bir şey, çünkü göçmen ve azınlık haklarını o partiler koruyor. Ama aynı insanlar, Türkiye seçimlerinde sağcı, milliyetçi partilere oy veriyorlar. Yani, kendileri için istediklerini başkaları için istemiyorlar. Kendileri, haklı olarak Hollanda’da, Almanya’da özgürce namaz kılmak isterken, örneğin, Türkiye’de Hristiyanların/Protestanların, Alevilerin vs. ibadetlerini özgürce yapmalarını engellemeye çalışan, hatta kamusal varlıklarını reddeden partilere oy veriyorlar. Eh, bu da olmuyor güzel kardeşim. Üstelik, bütün sorunlara rağmen kendileri kimliklerini Avrupa’da, burada Türk, Sünni Müslüman olmayanlardan kat be kat özgür yaşıyorlar. Lütfen bunu da unutmasınlar. O rahatlığın ve özgürlüğün Türkiye’de de, hiç olmazsa Avrupa kadar (!) tesisi için uğraşsınlar.

Bu tartışmada polise ayrı bir paragraf açmak isterim. Bu köşeyi düzenli olarak takip edenler benim polislik hakkındaki fikirlerimi az çok biliyorlardır. Bana göre polislik, evrensel bir sorundur, bir insanlık sorunudur. Polislik tartışması açıldığında, M. Foucault’nun “Polis, daimi darbedir” sözünü her zaman hatırlar ve hatırlatırım. Dolayısıyla, Türkiye’de polise kuşkuyla yaklaştığım gibi Hollanda’da da kuşkuyla yaklaşırım. Bu benim için, yukarıda zikrettiğim, insan hakları ve demokrasinin evrensel ilkelerinden biridir. Yani, Hollanda polisinin protesto için toplanan kalabalıklara muamelesinin meşruiyeti de benim açımdan son derece kuşkuludur. Aynı, burada olduğu gibi.

Son olarak, bu krizde “ülkesinin yanından durmayanlar” diye nitelenenlere yöneltilen eleştirilere, hatta hakaretlere dair bir-iki cümle edelim. Hükümet, hatta devlet, ülkemiz değildir. Dolayısıyla, ülkemizi savunmak her zaman bunları savunmayı gerektirmez. Hatta kimi durumlarda tersi olur, yani ülkenizi savunmak hükümeti eleştirmeyi gerektirir, çünkü o hükümet politika tercihleriyle ülkeye zarar vermeye başlamıştır. Bizim tek bağlılığımız insan hakları, demokrasi ve hukukun evrensel ilkelerine olmalıdır. Muhalefetimizin hedefi de, bunları içte ve dışta ihlal eden herkes olmalıdır.