OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Ateşyan’ı Baronyan paklar

İnsanın Aram Ateşyan’dan bahsederken sükûnetini koruması insanüstü bir çaba gerektirir hale geldi. Bu kadar pişkinlik az bulunur, yakalamışken iyi seyredin. Doğrusunu isterseniz, kendisi bende son zamanlarda bir nevi acıma hissi de doğuruyor; ne de olsa bir insanın bu kadar düşmesi insanlık adına utanç verici. Ona baktığımda bir Molière karakteri görüyorum: zayıflıklarıyla, takıntılarıyla, ucuz kurnazlığıyla hem gülünesi, hem acınası. Şu anda onu anlatacak bir Hagop Baronyan’a ne kadar ihtiyacımız var! 

Yaptığı son açıklama, kendisi hakkında bildiklerimize ek, yeni bir şey söylemiyor. Ama ben en çok, “toplumumuzun içinde geçtiği zorluklardan, çalkantılardan” bahsederken bunlar sanki tamamen kendi dışında imiş gibi anlatabilmesini beğendim. “Cemaat olarak bir çıkmaza sürüklenmiş durumdayız” diyor. Allah Allah, bak sen, nasıl oldu da buraya sürüklendik acaba? Kendisi çıkmazın tek değilse de en büyük mimarı ama, “Valla, nasıl oldu ben de anlamadım” havalarında. Patrik seçimindeki çalkantılar, Ruhani Genel Meclisi’nin patrik kaymakamı seçmesiyle yeni bir boyut kazanmışmış. İstifa etmeyerek, üstelik kendi sözünü de çiğneyip istifa etmeyerek, o yeni boyutu kazandıran kim acaba? Kim olacak, ben tabii, Aram Ateşyan olacak hali yok ya... “Buhranın aşılması hepimizin ortak çabasına bağlı” imiş. Elhak doğru. O çabadan da Ateşyan’ın payına istifa düşüyor. Bu, “kendi özgün dengelerini bizlere dayatan bir geçiş süreci” imiş. Süreçler insanlara bir şey dayatamaz, olsa olsa aktörler dayatır. Dolayısıyla bazı şeyleri dayatan Ateşyan ve onu yönlendirenler, destekleyenlerdir. En komiği ne biliyor musunuz? Sekiz-dokuz senedir onur, vakar, gurur, tevazu adına ne varsa yıkıp geçmiş olan Ateşyan’ın “cemaatimiz üyelerinden” olgunluk talep etmesi. Ha, sabrı da unutmayalım tabii. Sabır da göstermemiz gerekiyormuş. Vallahi, ben ruhani bir kişilik değilim, ben de öyle Hz. Eyüp sabrı falan yok. Dünyevi işlerin halli için dokuz senenin sabretmek için gayet yeterli bir süre olduğunu düşünüyorum.

Pardon, yukarıda olgunluk talep etmesi en komiği dedim ama yanıldım. Asıl, “Kilise ve cemaatimiz için her türlü özveride bulundum” dediği yerde gülmekten karnınıza ağrılar girebilir, tabii öfkeden dişlerinizi sıkmaktan ağzınızı açabilirseniz. Durum böyleyse, biz bu noktaya onun ‘özverileri’ sayesinde geldiysek, kendisinden rica ediyoruz, artık Ermeni toplumunun ve Patrikhane’nin iyiliğini düşünmesin. Artık biraz da kendini düşünsün. Çok yoruldu, çok yıprandı, dinlensin. Ermeni toplumunun iyiliğini biraz da başkaları düşünsün.

Kısaca, istifa etmeyeceğini söyleyerek bitirdiği açıklaması, hepimizi aptal yerine koyan bir açıklama. Aslında, seneler önce ‘Patriğimizi Seçmek İstiyoruz’ kampanyasıyla önüne konan altı bin imza karşısında, “Altı bin değil altmış bin imza da getirseniz beni buradan kaldıramazsınız” dediği günden bu yana değişen bir şey yok. Çünkü, onca laf salatasına rağmen, o açıklamanın dediği şudur: “Ben devleti de arkama aldım, bu koltukta oturuyorum, oturmaya da devam edeceğim, gücünüz yetiyorsa gelin indirin.” Alışkanlık olduğu üzere devleti ileri sürüyor. Devlet görevlileri, tabii ki kendi yorumlarını yapabilir, kararlarını alabilirler ama devlet kimseye “İstifa etme” diyemez, zira istifa, bilindiği gibi, tek taraflı bir kurumdur. Birine, bir görev zorla yaptırılmaz. (Velev ki, şantaj konusu olmasın; öyle bir şey varsa, o da Ateşyan’la devlet arasında artık, ben bilemem.) Dolayısıyla, Ateşyan’ın istifa etmeme gerekçesi olarak devleti öne sürmesi kabul edilemez. Öte yandan, devleti her fırsatta öne süren kendisi ama “Çözüm arayışlarının cemaatimizin ve kurumlarımızın etki alanından çıkmaması için duyarlı olmalıyız” diyen de kendisi. Yani, gene bir “Ayağınızı denk alın, bu işi en tepeden hallederim” mesajı.

Geldiğimiz noktada Ermeni toplumunun karar vermesi gereken, bu meydan okumaya nasıl karşılık vereceğidir. Tek bir kişi, bütün halka, onun temsilcileri konumundaki vakıf yöneticilerine, iradelerini saygıdeğer biçimde ortaya koyan diğer din adamlarına ve nihayet seçilmiş değabaha meydan okuyor, amiyane tabirle nanik yapıyor. Bütün bu aktörler ve kurumlar bunu hazmedecek mi? Ne yapılabilir? Siyaseten doğrucu bir ifade olmayacak ama anlaşılması için net ve çok bilinen bir metaforla söyleyeyim: Aram Ateşyan’a cüzzamlı muamelesi yapılmalıdır (Gerçi, cüzzamlı olmanın utanılacak bir yanı yok ama Aram Ateşyan olmanın...). Tam bir izolasyona tabi tutulmalıdır. Onu şuraya buraya davet eden kişi ve kurumlar, ona resmî ziyarette bulunan heyet ve kurumlar, patrik genel vekili sıfatını tanıyanlar, bu sıfatla verdiği ilanları basanlar, ondan bahsederken bu sıfatı kullanan ilanlar verenler ve nihayet ‘khoran’da o varken kilisede duranlar, hepsi bu vebale ortaktır bundan sonra. Nihayetinde, seçilmiş bir değabah vardır, bütün dinî ve idari işlemlerde muhatap yokluğu diye bir şeyden bahsedilemez. Tabii, o değabahın da bir an önce makamının başında şahsen bulunması gerekir.

Ermeni toplumu bu kişiyi o makamdan uzaklaştırarak rüştünü ispat edebilecek mi, edemeyecek mi, mesele bu.