1921’den 1924’e ne değişti?

ARSEN KOCAOĞLU

Geçen ay 686 sayılı KHK ile Anayasa Hukuku alanının önemli isimlerinden biri olan Murat Sevinç ve Dinçer Demirkent’in de aralarında bulunduğu 23 akademisyen Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden ihraç edildi. Bu nedenle Murat Sevinç ile Dinçer Demirkent’in ortak çalışması olan,  ‘Kuruluşun İhmal Edilmiş İstisnası 1921 Anayasası ve Tutanakları’na yer vermek istedim. Kitabın ilk bölümünde 1921 Anayasası hakkında bugüne dek yapılmış çalışmalara odaklanılıyor ve akademik çevrelerin anayasayı yorumlama şekilleri sorgulanıyor. İkinci bölümde ise 1921 Anayasası’nın meclis tutanakları yer alıyor.   

1921 Anayasası hakkında yapılan çalışmalara bakıldığında, anayasanın bilinçli veya bilinçsiz ihmal edilen yanının yerel özerklik modeli olması çok dikkat çekici. 1921 Anayasası’nın yerel özerklik modeli ile 1924 Anayasası’nın merkeziyetçi yönetim tercihleri arasındaki farkın araştırmacılar tarafından görmezden gelinmesinin sebebi neydi? Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nun maddeleri incelendiğinde ön plana çıkan ilkenin halkçılık programı olduğu görülür. Ancak milli mücadele döneminde ortaya çıkan halkçılık düşüncesinin akademik çevreler tarafından yorumlanmasında; idari yapıların işleyişi, özerklik, yerel bölgelere muhtariyet verilmesi ve bu sürecin oluşmasına neden olan temel sebepler bir iki cümleyle geçiştirilmiştir.

Tanör’ün yorumu

Bülent Tanör’e göre yerel özerklik modelinin ortaya çıkmasında, milli mücadele sürecinde toplanan yerel kongre iktidarlarının deneyimleri ile BMM’ye egemen olan halkçılık düşüncesi, belirleyici olmuştu. Anayasanın öngördüğü yerel yönetim sistemi dönemin güçlü halkçılık düşüncesi, yerel kongre iktidarlarının etkisi ve ademimerkeziyetçi düşüncenin sonucu olarak ortaya çıkmıştı. Tanör, 1921 Anayasası’na dair oldukça geniş bir yorum getirmiştir. Fakat sayılan etkenlerin yanı sıra Müslüman olan farklı etnik grupların desteğini alma ihtiyacı da anayasanın şekillenmesinde belirleyici olmuştu. Ancak en büyük çelişkilerden biri 1921 Anayasası’nın bu denli özerkliğe yer verirken 1924 Anayasası’nda özerkliğin esamesinin okunmaması, hatta meclis görüşmelerinde dahi tartışılmamasıydı. 1924 Anayasası’nın sonbahar-kış aylarında gerçekleştirilen taslak çalışmalarında bile yerel özerklik modeli yer alırken yani Mustafa Kemal’in önerdiği idari yapı, 1921 Anayasası’ndaki gibi vilayet ve nahiyelerin özerkliğine dayanırken, Nisan’da kabul edilen 1924 Anayasası’nda bu modelin yer almamasının sebebi neydi? 

Bu soruları tek bir cevapla gidermenin imkânı yok. Ancak yanıtın 1915-1924 arası Türk-Kürt ilişkilerinde ve uluslararası konjonktürde yattığı açık. Bu bağlamda Mustafa Kemal’in 16-17 Ocak 1923’te İzmit’te gazetecilerle yaptığı söyleşi, tarihi açıdan çok önemli. İzmit söyleşisinin bir kısmının, 1987’ye dek yayımlanmamış olması ayrıca dikkate değer. Söz konusu kısım, 1987’de ‘2000’e Doğru dergisinde Doğu Perinçek tarafından yayımlanmış. Tutanağın 15. sayfasında Mustafa Kemal’in Ahmet Emin Bey’in Kürtlerle ilgili sorusuna yanıtı yer alıyor:

“Kürt meselesi; bizim yani Türklerin menfaatine olarak da katiyyen mevzubahis olamaz. Çünkü malumualiniz bizim hudud-u milliyemiz dâhilinde mevcut Kürt anasır o surette tavatun etmiştir ki pek mahdut yerlerde hali kesafettir. Fakat kesafetlerini kaybede ede ve Türk anasırının içine gire gire öyle bir hudut hâsıl olmuştur ki Kürtlük namına bir hudut çizmek istersek Türklüğü ve Türkiye’yi mahvetmek lazımdır. Faraza, Erzurum’a kadar giden, Erzincan’a, Sivas’a kadar giden, Harput’a kadar giden bir hudut aramak lazımdır. Ve hatta Konya çöllerindeki Kürt aşaririni de nazar-ı dikkatten hariç tutmamak lazım gelir. Binaenaleyh başlı başına bir Kürtlük tasavvur etmekten ise bizim Teşkilat- Esasiye Kanunu mucibince zaten bir nevi mahalli muhtariyetler teşekkül edecektir. O halde hangi livanın ahalisi Kürt ise onlar kendi kendilerini muhtar olarak ilave edeceklerdir(…) Şimdi Türkiye Büyük Millet Meclisi, hem Kürtlerin ve hem de Türklerin sahib-i salahiyet vekillerinden mürekkeptir ve bu iki unsur bütün menfaatlerini ve mukadderatlarını tevhid etmiştir. Yani onlar bilirler ki bu müşterek bir şeydir. Ayrı bir hudut çizmeye kalkışmak doğru olmaz.” 

Görüldüğü üzere Mustafa Kemal Kürtlerin ayrı bir devlet olarak teşekkül etmelerinin düşünülemeyeceğini, zaten kendilerine özerklik verildiğini ‘Türkiye halkı’ ifadesiyle iki unsurun birlikte belirtilmesi gerektiğini vurguluyor. Burada ilginç olan nokta ise onun düşüncesinde muhtemelen pragmatik tavırlarla şekillenen birlikte yaşayabilme projesi ancak 1921 Anayasası’ndaki yerel yönetim modelinin uygulanması halinde mümkündür.  

Tüm bu bilgiler ışığında bakıldığında 1921 Anayasası’ndan 1924 Anayasası’na geçerken büyük bir kırılma yaşandı; demokratik yerel özerklik modeli yerini merkeziyetçi ve vesayetçi bir anlayış aldı. Bu kritik değişim Türkiye’nin yakın tarihini belirledi.  

Kuruluşun İhmal Edilmiş İstisnası
1921 Anayasası ve Tutanakları  
Murat Sevinç, Dinçer Demirkent  
İletişim Yayınları  
432 sayfa.