OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Sıkıldık ama yılmayacağız

Türkiye Ermenilerinin patrik seçememe krizi devam ediyor. Samimi duygularımı ifade etmem gerekirse, bir yorumcu olarak ben bu konuda yazmaktan sıkıldım; “Sıtkım sıyrıldı derler” ya, o hesap. Hele o yoz ilişkilere şahit oldukça, Ermeni toplumunun utanılası iç düzenini gördükçe... Bu tür entrikalardan, ayak oyunlarından, kirli ilişkilerden bahsetmenin, bu köşenin seviyesini de pek yükselttiği söylenemez, çünkü ister istemez, kişileri ve olayları nitelemek için gerekli sıfatları kullanmak zorunda kalıyorsunuz. Ayrıca, pek muhtemeldir ki, bu köşenin özellikle Ermeni olmayan veya konuyla ilgilenmeyen okurları da bu konudan çoktan sıkıldılar. Bütün bunlara rağmen, Türkiye Ermeni toplumunun kaderini, Aram Ateşyan ve onun yanında yöresinde bulunan üç-beş kişinin ikiyüzlülüğüne, kifayetsiz muhterisliğine, zorbalığına terk etmeye de gönül razı değil. Onun içindir ki, bu konuda yazmaya, hak edenlere hak ettiklerini söylemeye devam edeceğim. En azından, arşivlere, tarihe not düşülmüş olur. 

Geldiğimiz nokta karmaşık gibi görünebilir; neticede bir sürü toplantı, bir sürü açıklama birikti. Fakat, genel manada durum açık ve basit: Türkiye Ermenileri, demokrasi ve özgürlüklerin bir gereği olarak patriklerini seçmek istiyorlar ama seçemiyorlar. Bunun önündeki tek değil ama en büyük engel, Aram Ateşyan ve onun için uydurulmuş patrik genel vekilliği unvanı. Seçim yapılması yönünde atılmış en önemli adım ise, Karekin Bekçiyan’ın şahsında bir değabah seçilmiş olması. Dolayısıyla, seçime kadar, gerek seçim sürecine, gerek Patrikhanenin rutin işlerine nezaret etmesi gereken meşru figür Bekçiyan’dır. Ateşyan, bütün demokratik kuralları, teamülleri ve kendi sözünü çiğneyerek, zorbalıkla o makamda duruyor ama hem kendi, hem Türkiye Ermeni topumu için çok tehlikeli bir oyun oynuyor, çünkü her geçen gün toplumun gerilimi ve öfkesi artıyor. O kadar arsızca bir oyun oynuyor ki, bu öfke bir yerde patladığında da, hemen mağdur rolüne geçmeye hazır. Ondan ve avanesinden gelen her açıklamada “toplumdaki kavga ve huzursuzluk tehlikesine” dikkat çekilmesi boşuna değil. Oh ne âlâ, sen her istediğin kuralsızlığı, zorbalığı, sahtekârlığı yap, bunlara itiraz edenler çıkınca da “Kavga çıkartıyorlar, beni hedef gösteriyorlar”,diye feveran et. Yavuz hırsız... Türkiye Ermeni toplumunu çok seviyor, kavga ve huzursuzluk çıkmasını istemiyorsan, yapman gereken şey bellidir: Gayrimeşru biçimde işgal ettiğin makamı bırakacaksın.

Diğer kişi, kurul ve kurumlara düşen ise, Ateşyan’ı bu zorbalığında tek başına bırakmak, yalnızlaştırmaktır. Bu süreçte vakıf yönetimleri, birkaç istisna hariç (ki bunlardan biri Yeniköy Küd Dipo S. Asdvadzadzin Kilisesi Vakfı’dır), çok kötü bir sınav verdiler. Birçoğu derin bir atalet içinde. Artık bu atalet dermansızlıktan mı, umursamazlıktan mı, yoksa hesapçılıktan mı kaynaklanıyor, tam olarak söylemek mümkün değil. Bazı vakıflar ise daha beter, utanılası durumdalar. Mesela, Aram Ateşyan için hâlâ ‘patrik genel vekili’ sıfatını kullanarak ilan vermek nedir Allah aşkına? Gerçekten anlamıyorum, hangi düşünce, hangi ilişki, hangi beklenti Ateşyan’ın bu gayrimeşru sıfatını desteklemek için uğraşır? Biz bu vakıf yönetimlerine ne diyelim şimdi? Eğer sizi buna zorlayan, tehdit eden varsa, ifşa edin. Yoksa, neden böyle bir yola tevessül ediyorsunuz? Bir çıkar hesabınız mı var, nedir? Yaptıkları açıkça topluma hakaret değil mi? “Biz patriğin seçilmesini de, toplumun tercihlerini de umursamıyoruz. Biz kendi hesabımıza bakarız” demek değil mi? Ateşyan’ı ve onun uyduruk unvanını destekleme yönündeki her hareketiniz bu kapıya çıkıyor. Vakıflar, nihayetinde temsilcidir. Temsilcinin, temsil ettiğiyle arasını bu kadar açması ne doğru, ne de kabul edilebilirdir. Maalesef vakıf yöneticilerimiz genel olarak bu süreçte onurlu, sağlam bir duruş sergileyemediler. Yazık...

Öte yandan, ruhaniler kendilerine düşeni genel anlamda yaptılar. Ateşyan’ın, değabah seçiminde kendisine oy vermediğini düşündüğü ruhanilere, maddi-manevi baskı uyguluyor, hatta aleni biçimde hakaret etti anlatılıyor. Yapar, tıynetinin buna müsait olduğunu çoktan öğrendik. Tercihlerini, toplumun beklentisiyle uyumlu şekilde ortaya koyan ruhanilere bu baskılar karşısında sahip çıkmak gerek. Bu baskıları ifşa ederlerse, toplum mutlaka onların yanında yer alacaktır. Ayrıca, bu baskılar karşısında korkmak yerine, Değabah’ın etrafında toplanmak o baskıyı ortadan kaldırmak için daha isabetli olacaktır. Ateşyan’ın kendileri üzerinde bu korkuyu yaratmasına izin verirlerse, onun oyuncağı olmaktan uzun süre kurtulamazlar. Eğer, bunun bedeli onlar için geçim olanaklarından mahrum kalmaksa, eminim toplum onları yüzüstü bırakmayacaktır. Bırakırsa, bütün bunları boşuna konuşuyoruz demektir, çünkü o toplum zaten şu yaşananlara müstahaktır.

Ateşyan ve etrafındakiler, seçimi geciktirmek, engellemek için hep devlet kartını öne sürdüler, aba altından devlet sopası gösterdiler. Devlet yetkilileri bir dediyse bunlar bin kattı. Cumhurbaşkanı R. T. Erdoğan’ın, 24 Nisan vesilesiyle yaptığı açıklama, bu konu açısından önemli ifadeler içeriyor (açıklamanın 24 Nisan’la ilgili kısmı ayrı konu; Türkiye için büyük dünya için küçük bir adım, demekle yetinelim). Cumhurbaşkanı, açıklamasında şöyle diyor: “Türkiye Ermenileri Patriği seçiminin kısa zamanda neticelenmesini temenni ediyor, çalışmalarınızda sizlere muvaffakiyetler diliyorum.” Burada açıkça söylenen şu: “Doğru bildiğiniz yolda yürüyün.” Baksanıza, seçim sürecinden tamamen kendisinin dışında bir iş olarak bahsediyor ki doğrusu da bu. İşin içinde olan bir kişi, o iş hakkında temennide bulunmaz, hele cumhurbaşkanıysa. Ayrıca, açık biçimde “çalışmalarınız” diyor, yani “sizin çalışmalarınız”, daha ne desin? Dolayısıyla, bundan sonra “Devlet şöyle diyor, böyle diyor” laflarına pabuç bırakmayarak, seçim sürecini gecikmeden yürütmek lazım.