OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Nesiller nasıl sakatlandı

Bu hafta size Türkiye toplumunda hem özelde Ermeni Soykırımı inkârının, hem de genelde Hıristiyan toplulukların tarihsel varlığının inkârının nasıl örüldüğüne dair bir örnek anlatmak istiyorum. 

Gazeteci Ahmet Şerif’in ‘Anadolu’da Tanin’ isimli bir kitabı vardır. Bu kitap, Ahmet Şerif’in, 1908’de ilan edilen İkinci Meşrutiyet’ten sonra, 1909’dan başlayarak çıktığı Anadolu gezilerinde gördüklerini anlattığı, Tanin gazetesinde yayımlanan yazılarının derlemesidir. Bu kitap hakkında araştırma yaparken, 1977 yılında TRT’de bir ‘kültür-sanat’ programında, bu kitabın Çetin Börekçi tarafından ‘sadeleştirilmiş’ versiyonuyla Mete Akyol’un o sıralar gene Anadolu’da dolaşarak yazdığı bir kitabın karşılaştırıldığı bir bölüme rastgeldim. (İsteyenler şu linkten programa ulaşabilirler. Bu arada, yakınlarda internet üzerinden halka açılan TRT arşivi, araştırmacılar için tam bir cennet, memba. İşte bu gerçekten ‘dev hizmet’.) Program için Börekçi’yle de bir röportaj yapmışlar. Şerif’in o günkü Anadolu’da sosyal, ekonomik ve siyasi durumu, sağlık, eğitim, halkın devletle ilişkisi konularını “gerçekçi ve objektif” bir bakış açısıyla, “açık seçik bir dille” aktardığı söylüyor. Bunlar biraz tedirgin ifadeler. Biz daha ‘açık seçik bir dille’ söyleyecek olursak, Şerif gittiği yerlerde, başta okullar, mahkemeler ve devlet daireleri olmak üzere, memleketin durumunun ne kadar sefil ve berbat olduğunu anlatır durur. Gittiği çoğu yerde Ermeni ve Rum okullarını da ziyaret eder ve bu kurumları ve talebelerinin seviyesini düzenli olarak över. Müslümanlara bunları örnek almalarını salık verir; yoksa yakın gelecekte memlekette kendilerine söz hakkı düşmeyeceğini hatırlatır. (Kendi araştırmalarım için kitabı okumuşluğum var da, oradan biliyorum. Ayrıca, Şerif’in tespitlerinin ve temsil ettiği psikolojinin, nasıl soykırıma giden yolun taşlarından biri olduğu önemli, kapsamlı ama ayrı bir tartışma konusudur.) Peki, bırakın övme meselesini bir kenara, 1977 yılında TRT’de yapılan bu programda, 1908 Devrimi sonrası Anadolu’nun durumunu anlatan ve anlatırken de kaçınılmaz olarak, temel toplumsal unsurlardan olan yerli Hıristiyanlardan bahseden bu kitap tanıtılırken, bu gruplar konu edilmiş midir? Hayır, en ufak bir ima veya gönderme dahi yok! Sanırsın bu insanlar hiç orada yoktular, hiç de olmadılar! Halbuki 1908 Devrimi en çok da Ermeniler için bir anlam ve umut vadediyordu. Üstelik Börekçi, programda, Şerif’e göre kalkınmanın birinci yolunun eğitimden geçtiği söylüyor ama yaptığı kıyaslamaya dair hiçbir şey söylemiyor.

Spiker, kitabın anlattığı zamanla şimdiki zaman arasında kıyas yapmasını isteyince, Börekçi “Şüphesiz aradan geçen 70 yılda çok büyük değişimler olmuştur” diyor. Siz de, “Hah, demografik değişimden şimdi bahsedecek” diye düşünüyorsunuz. Fakat, Börekçi bu lafının üzerine, Anadolu’da yolların eskisi kadar kötü olmadığını söylüyor! E, bu da önemli tabii. Sonra da, eğitim sorununun aynen devam ettiğini ekliyor.

Böylece, 1977 yılında bu programı seyreden ‘gariban’ halkımız 1900’lerin başında Anadolu’da yaygın Ermeni ve Rum varlığına dair hiçbir şey duymamış oluyor. Maazallah biri çıkar da, “Öyleyse ne oldu bu insanlara?” diye sorar, sormasa bile düşünebilir! Geçmiş, kitlelerin kolektif hafızasından nasıl silinir, daha doğrusu silinmeye çalışılır, işte güzel bir örnek. Bazı gerçekleri sistematik biçimde onlarca yıl kamusal bilgi ve hafızadan dışlarsan, 2000’li yıllarda yapılan bir ankete katılanların üçte biri de Ermenilerin Türkiye’ye, Sovyetler Birliği yıkıldıktan sonra geldiğini pekâlâ söyler. Bir diğer üçte birinin ise bu konuda zaten (!) “fikri yok”tur. (Ferhat Kentel ve Gevorg Poghosyan tarafından 2005’te yayımlanan ‘Ermenistan ve Türkiye Vatandaşları Karşılıklı Algılama ve Diyalog Projesi’ verisidir.) Nesillerin zihinlerini de, ahlakını da böyle böyle sakat bıraktılar.

Peki, böyle bir kitabın tanıtıldığı böyle bir programda, kitabın sıkça değindiği Hıristiyan gruplardan neden bahsedilmez? Önemsiz bir ‘ayrıntı’ olduğu için mi? Hayır, mümkün değil. Ne kitabın yazarı Ahmet Şerif için ne de dönemin siyasi koşullarını göz önüne aldığınızda, Ermeni ve Rumların durumu ‘ayrıntı’ olarak değerlendirilebilir. Bunu da geçtim, Ahmet Şerif bu gruplara o kadar da önem vermemiş olsaydı dahi, 1910’ların Anadolu’su ile 1970’lerin Anadolu’sunu sosyal hayat açısından kıyasladığınızda en önemli farklardan, ‘yok’lardan biri nedir? Tabii ki, sayıları milyonlarla ifade edilen bazı insan gruplarının yokluğu. Bu, odadaki fil gibi bir şey. Peki, insan odadaki fili neden görmez? Nasıl bir psikoloji bu? Bunu görmek, bundan bahsetmek için mutlaka Ermenilere yapılanın hukuki anlamda soykırım olduğunu kabul etmek de gerekmiyor ki. Ama tabii, onlar da şunun farkındalar ki varlıktan bir kere bahsedersen yokluğu açıklaman gerekiyor. Gel gör ki, gözünü kapatınca varlar yok, yoklar da var olmuyor.