OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Değişen ve değişmeyen

Siyasetin ağır, bıktırıcı ve ‘bildiğini okuyan’ tavrı hepimizde bir yorgunluk ve yılgınlık yaratıyor, en azından bende yaratıyor. Bu hafta bu havadan biraz çıkalım. 

Refik Halid Karay’ı bilir misiniz? 1888 doğumlu, babası üst düzey bir bürokrat olan, kendisi de önce İttihat ve Terakki, sonra tek parti dönemi CHP muhalifi olduğundan hayatının uzun senelerini yurtdışında geçirmek zorunda kalmış bir yazar. Pek keyifli, pek hoşsohbet bir kalemi vardır. Son sürgününden 1938’de Türkiye’ye döndükten sonra da çeşitli gazete ve dergilerde yazılar, ayrıca romanlar yazmayı sürdürmüştür. ‘Memleket Hikâyeleri’ meşhurdur. İnkılap Kitabevi Tuncay Birkan’ın editörlüğünde Karay’ın bütün yazılarını toplayıp basarak çok faydalı bir işe imza atmış. (Birbirinin neredeyse birebir tekrarı olan yazıları ayıklasalarmış sanki daha iyi olurmuş. Karay o yazıları birkaç sene arayla yazmış ama kitapta arka arkaya gelince biraz anlamsız olmuş.) O serinin beşinci kitabı olan ‘Pek İyi Hatırlarım’ başlıklı seçkiyi okuyorum bir zamandır. Karay, çocukluğunda ve gençliğindeki İstanbul yaşantısını, ev hallerini, sokakları, günlük pratikleri çok canlı bir dille aktarıyor. Bu yazılar âdeta etnografik hazine desek abartmış olmayız. Sosyal ve kültürel değişim meseleleriyle ilgilenenler için önemli veriler sunuyor. Okuyanda, sosyal değişimin niteliği konusunda bazı fikirler uyandırıyor.

Karay’ın 12 Kasım 1939’da Tan’da yazdığı bir yazı bu konuda iyi bir örnek. Karay, bu yazıda çocukluğundaki, yani 1890’ların sonları - 1900’lerin başlarındaki kurban bayramları ile o zamanki kurban bayramlarını kıyaslıyor. Uzunca bir alıntı yapmama izin verin (imlayı orijinal haliyle korudum): “Kurban Bayramı’nda İstanbul’un içinde, eski refah ve gösteriş zamanlarının icabı dört yüz bin koyun kesilir, bunların kaniyle topraklar ıslanır, barsaklariyle çukurlar taşar, pösteki ve boynuzlariyle etraf dolardı. Satır sesi kulak hırpalar, külbastı kokusu nefes tıkardı […] şehir iğrenç bir hal alırdı […] Hem vaktiyle çocuklar, öyle şimdikiler gibi kanlı vakaları kanıksamaya fırsat bulamamışlardı… Tehcirler, taklitler, tağripler modası veyahut tanklar, tayyareler, zehirli gazlar devri henüz hulul etmemişti. Sel gibi kan akıtan, karın gövde deşip kelle bacak uçuran icatlar, küçük mikyasta mevcutsa da az müstameldi. Gazeteler böyle vakaları kısa keser, üstünkörü yazardı… Onun için Kurban Bayramı sabahının bıçaklı satırlı faaliyeti çocuklara korkunç gelirdi […] Derken dünya değişti. Artık bayramda kurban az kesiliyor, kurban keseni parmakla gösteriyoruz, onun yerine… Maazallah insanlar kurbanlık koyun oldu. Evet, artık dünya değişti, öyle değişti ki değil koyun melemesi, Beniadem feryadı bile şimdi taş kalbimize tesir etmemeye başladı. Sürü sürü kurban değil a, insan boğazlasalar umurumuzda olmuyor. Beş kişi, beş yüz kişi, beş bin kişi kesilmiş batmış veya boğulmuş… Olur a, diyoruz ve sigaramızı tüttürüp keyfimize veya işimize bakıyoruz.”

Bu satırları okuyan biri, ister istemez, bir üçüncü zaman ekliyor bu kıyaslamaya ki o da şimdiki zamandır. 1890’ların, 1930’ların ve 2010’ların sonu… Ve üç noktaya bakabiliriz. Kurban bayramlarında şehrin durumu, çocukların şiddetle olan haşırneşirliği ve genel anlamda kolektif şiddetin yükselişi. Bugün şehirde kurban bayramı 1890’lara mı daha çok benziyor, 1930’lara mı? Karay’a inanırsak 1890’lara. Tabii, bunun nedenleri kompleks. Cumhuriyet devrimleri, köyden kente göç, şehirleşme biçimi üzerinde durulması gereken konular.

Peki, çocukların ve yetişkinlerin şiddetle olan ilişkisi? Karay’ın 1939’da yazdıkları âdeta bugünkü küresel durumu tarif ediyor. Üstelik, bunları daha İkinci Dünya Savaşı’nın başlarında yazmış; doğal olarak ne Holokost’tan haberi var, ne atom bombasından. (“Tehcir” derken Ermenilere yapılanı mı kastediyordu acaba?) Bugün de şiddeti kanıksamadık mı? Bugün de hem koyunlar, hem insanlar binler halinde kurban edilmiyor mu? Karay bugünleri görse ne derdi?

Demek ki sosyal değişim tek bir hat üzerinde, hep ileriye, hep iyiye doğru ilerleyen bir süreç değil. Gelgitleri, dalgalanmaları, dönüşleri var. Şu sıralar, öyle görünüyor ki, dalganın aşağı inen kolundayız. Umalım ki bu dalganın dibi fazla derinde olmasın. Gördünüz mü, siyasetin bıktırıcı havasından çıkalım dedik, beceremedik. Yazının sonunda gene o karamsarlığa düştük.