Acımasız tanrılar bahse tutuştuğunda

BÜRKEM CEVHER

Son zamanlarda okuduğum en yaratıcı kitaplardan biri André Alexis’in yazdığı Nora Kitap’tan İmra Gündoğdu çevirisiyle yayımlanan ‘Tanrılar Zar Attığında’ oldu. Romanda tanrılar Apollo ve Hermes hayvanlarda da insan aklı olsaydı insanlardan daha mutsuz olup olmayacakları üzerine bahse girerler. Apollo hayvanların insanlardan daha da mutsuz olacaklarını iddia ederken, Hermes buna karşı çıkar. Kaybeden diğerine dünya zamanıyla bir sene kölelik yapacaktır. İddiaya girdikten kısa bir süre sonra bir veteriner kliniği görürüler. Çeşitli nedenlerle kliniğe bırakılan on beş köpeğe bir anda insan aklı bahşederler. 

Toronto sokaklarında…

Kendilerine insan aklı bahşedildikten sonra her köpek bu duruma farklı tepkiler gösterir. Alman kurdu Rosie bir anda mama kabının rengini fark eder örneğin; mama kabı çiklet pembesi rengindedir. Hayatının sonuna kadar Rosie’nin en sevdiği renk çiklet pembesi olur. Kendisine akıl bahşedildiğinde ‘Napoli Mastifi Atticus’ rüyasında bir sincabın boynunu ısırdığını görmektedir; o anda sincabın da acı hissedeceğini düşünür ve bu düşünce onun uykusundan uyanmasına neden olur. Köpekler kısa sürede kafeslerinin kapılarını nasıl açacaklarını keşfederler ve kliniğin arka kapısından çıkarlar. Üç köpek kendileri için daha güvenilir buldukları klinikten kaçmaya yanaşmazlar. Diğer on ikisi ise kendilerine braınak bulmak üzere gölün kıyısına gelirler.

İnsan aklı ile hareket eden köpeklerde yavaş yavaş değişimler meydana gelir. Bir kısmı artık avlanmak istemez. İnsanların yemek artıkları ile beslenmeye başlar. Aralarından bir dil geliştirirler ve o ortak dille anlaşırlar. İnsanlardan ve diğer köpeklerden kendilerini korumak için toplu halde hareket ederler. Bir süre sonra grup içinde görüş ayrılığı meydana gelecek ve içlerinden bir grup yine kendi arkadaşları tarafından tuzağa düşürülerek öldürülecek, kaçabilen birkaç köpek ise artık parkta yaşayamayacaktır. 

Parkta kalan Atticus yönetimindeki köpek grubu yine eskisi gibi köpek olmak ister ama bu artık mümkün değildir. Aralarında yeni dili kullanmaktan vaz geçerler. Havlamaya çalışırlar ama artık eskisi gibi havlayamıyorlardır. Köpek taklidi yapan köpekler olarak hayatlarına devam etmeye çalışırlar. Atticus bu köpek grubu içinde muhafazakarlığı ve otoriteyi temsil eder Kendince Tanrı’yı bulan yine Atticus olacaktır. Muhafazakarlık ve Tanrı’nın keşfinin aynı köpekte toplanması romanın bir başka önemli ayrıntısı olarak göze çarpar.

Parktan kaçan köpeklerden Mecnun’u Miguel ve Nira sahiplenir. Mecnun yavaş yavaş İngilizceyi anlamaya ve konuşmaya başlar. Sahibesi Nira ile aralarında çok farklı bir ilişki başlar. Tanrı inancından sevgiye her konuda sohbet ederler. Ancak Nira, Mecnun’un dil yeteneğinin ve akıl yürütme yetisinin olduğunu öğrendikten sonra artık onun yanında giyinip soyunmak istemez. Mecnun’un dışkı yemesi onu rahatsız eder, köpek doğasına ilişkin pek çok hareketini yadırgar. Mecnun ise Nira’yı sahibi olarak kabul etmez. Ona göre sürünün lideri Miguel’dir, Nira ve Mecnun aynı düzeyde olup ikisi de Miguel’e itaat etmelidir.

Dil ve anlam

Yazar kitabı yazarken insan doğasına köpeklerin penceresinden bakmış. Böylece belli bir mesafede durarak insana daha nesnel yaklaşabilmiş. Kitaptaki en büyük mesele dil meselesidir. Dilin kullanımı köpeklerin ölümüne de neden olmakta, insanlarla dost olmalarını da sağlamaktadır. Dille birlikte gelen anlam sorunu ön plana çıkmaktadır. Dil olmadığında kavrama da anlama da gerek kalmaz. Ancak dilin varlığı iletişimin önünü açmakta, karşılaştıkları her varlık ve nesneyi adlandırma ihtiyacı doğmaktadır.

Şiir ise bir üst iletişim biçimi olarak ortaya çıkar. Bu grup içinde en ilginç köpek olan Prens yeni dillerinin kullanımında usta olup bu dilde şiirler yazar. Prens için şiir okumak ne kadar ihtiyaçsa, bazı köpekler için anlaşılması o kadar büyük bir sorun halini alır. Sonunda şairi öldürmek ya da gruptan sürmek isterler. Platon’un ‘Devlet’ diyaloğunda yazdığı gibi şairlerin grubun doğasına ve birliğine zarar verdiğini düşünürler. Atticus liderliğindeki bu gruba göre köpeklerin sanatla ilgileri olmamalı tek uğraşları köpek olmak olmalıdır. Sırf bu nedenle yeni edindikleri köpek dilini kendilerine bile yasaklarlar.

‘Tanrılar Zar Attığında’ içinde pek çok felsefi soru barındıran, cevapladıklarından çok daha fazlasını sorduran bir roman. Bu senenin en ilginç kitaplarından biri olduğunu düşünüyorum. Kitap okunduktan sonra okuru uzun süre üzerinde düşündürüyor. İnsan nedir? İnsan neden kendini sanatla ifade etmek ister? Dil neden bazıları için yiyecek kadar hayatiyken bazıları için tehlike anlamına geliyor? Otorite ve şiddet neden kol kola geziyor? Bunlar gibi pek çok soru ile baş başa bırakıyor okuru. Hem sürükleyici hem de insana çok farklı açıdan bakan bir kitap okumak isteyen okurları fazlasıyla memnun edecek.  

Tanrılar Zar Attığında
André Alexis
Çeviri: D. İmra Gündoğdu
Nora Kitap
216 sayfa.